2008/12/11

Asırlık Arkadaş

Sıcak bir yaz sabahının ilk saatleri.
İki katlı eski ve ahşap evde senede bir yaşanan o bariz telaş işte yine başlamıştı.

Küçücük bir bahçenin içinde asma dallarının sardığı bu evde tek başına yaşayan Rukiye Hanım'ın dört gözle beklediği biri gelecekti bugün. Bu yüzden birkaç gün öncesinden köydeki akrabalarıyla temasa geçmiş, gerekli tüm hazırlıkları tamamlamıştı.

Daha önceki yıllarda aynı telaş tersi yönde gelişirdi. Rukiye Hanım bir taksi çağırır, gelecek olan bu misafirin evine iki akrabasını yanına alarak ve onların kollarına girerek kendisi giderdi. Gözleri neredeyse hiç görmüyordu çünkü.

Gelecek misafir onun ne kadar zorlu bir telaşın içine girdiğini görüp üzülmüş, bu işe bir son vererek bundan sonra kendisi onun evine gitme kararı almıştı.

Rukiye Hanım 1914 doğumlu bir ninecik. Evet tam 94 yaşında.''Bardak dibi'' diye tabir edilen gözlükleri ve bastonu var. Dört gözle ve heyecan içinde yolunu beklediği ise onun Almanya'dan gelen emeklilik maaş evraklarını doldurup hayatta olduğunu beyan ederek imzalatacak olan ve kimi zaman ''kızım'' kimi zaman ''arkadaşım'' dediği kişi...

Bu yaşlı hanımın çok ilginç bir yaşam öyküsü var.
Kısa bir süre evli kaldığı eşinden boşanır boşanmaz Almanya'ya işçi olarak gitmiş. Orada bir müddet çalışıp emekliliği hak ettikten sonra vatanına geri dönmüş. Çalıştığı fabrika onun tabiriyle ''kırmızı balıkları işleyip konserve haline getiren bir yer'' ve sürekli kırmızıya bakmak Rukiye'nin zaten bozuk olan gözlerini neredeyse hiç göremeyecek hale sokmuş.

Geçen yıl dünya kadar para ödeyerek gözlerinden ameliyat olmasına rağmen şu an sadece gözünün biri yüzde on oranında görebiliyor.
Hiç çocuğu yok. Köyde yaşayan birkaç akrabası,yani ablasının ve abisinin çocukları, torunları ilgileniyor, arada bir gelip ufak tefek ihtiyaçlarını görüyorlar. Karşılığında da mirası onlara kalacakmış.

Bundan sonrası ise aynen şöyle gelişecektir. Ve anlatacağım bu detaylar yıllardır hiçbir yeri değişmeden neredeyse kelimesi kelimesine gerçekleşmektedir.

* * *

İşte kapı zilini yavaşca çalıyorum. Telefonda anlaştığımız gibi saat tam 14:00. Rukiye Hanım çok zor yürüyebiliyor ve elinde bastonu olduğundan yavaş yavaş ilerleyerek epey bir süre sonra kapıyı açıyor,
-Zeugma,geldin mi kızım?
-Geldim,Rukiyeciğim !

Hemen Rukiyeciğim'in koluna girip birkaç basamak merdiveni çıkmasına yardım ediyorum. Yaz sıcağında berbat bir şekilde bunalmış olduğumdan ve biraz sonra onun serin odasına girince sona ereceğini bildiğimden içimde bariz bir mutluluk var.
İçeriye giriyoruz. Gayet serin bir oda burası. Ama biraz küf ve toz kokuyor. Evraklar hemen soldaki eski masanın üzerine hazırlanmış, yanında da kolonya var tabii...

Rukiye Hanım yaşına ve itirazlarıma rağmen bana hizmet aşkıyla yanıp tutuşma moduna giriyor hemen. Önce
''Ferahla! '' diyerek kolonya dökmek istiyor avuçlarıma. Hemen koşturup kolonya şisesini elinden alarak kendim döküyorum.
-Sana kahve yapayım.
-Hayır Rukiyecim,canım istemiyor.
-Dur vişne getireyim.
-Getirme Rukiyeciğim. Ben hemen gideceğim...
-Hayır gitme ! Bırakmam ki...

Ben evrakların bulunduğu zarfı açıp yazmaya başlamışken Rukiyeciğim kaybolur ve biraz sonra elinde çok eski bir bakır kabın içinde yarısı çürümüş ve hatta beyaz küf yapmış vişnelerle gelir. Bu arada vişneler gelirken tastan dökülmek üzeredirler...
-Hadi ye bak. Çok güzel...

Hatırı kalmasın diye en düzgününden bir tane beğenip yiyorum. O da karşımdaki kanepeye oturup her zamanki gibi başlıyor akrabalarını anlatmaya. İkide bir
''Bana kimse bakmayacak işte!'' diyor. Bense yazarken şaşırmamaya çalışarak ''Bakarlar bakarlar. Bakmazlarsa ben bakarım sana,'' diyorum.
Pek seviniyor.
İşte yazılacaklar tamam. Sıra en zor kısma geldi. İmza attırılacak.
Her zamanki yanıt:
-Zeugma, ben sana mühür yaptıralım diyorum kızım,böyle zor oluyor.
-Olur mu Rukiyeciğim,o zaman yaşadığına inanmazlar ki...
-Hıı..? Niye inanmasınlar..?

İmzalayacağı kısım çok dar bir alanda küçücük bir yer olduğu için yanlış yer imzalar korkusuyla yanına gidip,
-Rukiyeciğim,tam şu iki parmağımla tuttuğum yerin arasını imzalayacaksın..
- Hıı..? Tamam..

Verdiğim kalemi alır ve aradan beş saniye geçmeden unutup beni gülme krizine sokan değişmez cümlesini patlatır:
-Ee..??? Çek elini ama ! İmzalayacağım ya..!
Baktım olmuyor,elindeki kalemi ben de tutarak imzalamasına yardım ederim her zamanki gibi.
Kalem ikimizin elinde beraberce ''KURT'' yazarız, yani soyadını. Eğri büğrü titremiş bir kelime çıkar her seferinde ortaya. Ama hiç değilse doğru yer taşmadan imzalanmıştır ve Rukiyeciğim'in de elindedir kalem, onun emeği vardır.
-Hadi ben gidiyorum, Rukiye Hanım Teyze...
-Gitme kızım...
-Ama çok işim var...
-Dur bak, şunu al...

Cebinden 20 YTL çıkarır. Asla almam tabii ki.''Almam!''diyerek yemin ederek kurtulurum her seferinde.
-Dur o zaman bekle...
-Hayır,beklemem. Bir şey getirme yine. Küserim sana bak..
-Asıl ben sana küserim ! Dur dedim !

Bastonuyla yavaş yavaş ilerleyip mutfağa doğru gider. Benim için birilerine paket hazırlattırmıştır bile. Yine her zamanki gibi yemin ederek paketi bana o kabul ettirir.
Hani tam bir deja vu bu. İnanın on yıldan fazladır hiçbir ayrıntısı değişmedi.

Size bir sır vereyim:
Uzun yaşamasını severek yediği bal ve kaymağa bağlıyor en çok...