2009/06/20

Böyle Çocuk Görülmüş Müdür?


Ben henüz on yaşlarında bir çocukken otuz yaşını geçmiş ve evlenememiş teyzem için ailece panik yapmaya başlamıştık. Bir Hıdrellez akşamı bahçedeki gül ağacının dibine taşlarla ve çöplerle onun için bir ev, bir koca ve bir de erkek çocuk çizdiğimizi dün gibi hatırlıyorum...
İşte her şey bu olaydan sonra başladı...
Akıllara zarar bir şekilde teyzem hemen evlenmiş, üstelik daha bir yıla kalmadan 17 Nisan doğumlu bir erkek çocuk dünyaya getirmiş, yani gül ağacının dibine çizdiğimiz her şey gerçeğe dönüşmüştü...
Arda ismi verilen bu çocuk yeryüzüne gelmiş ya da gelebilecek en yaramaz çocuklardan biriydi.. Öyle ki epey bir süre gül ağacının dibine çöplerle çizdiğimiz o erkek çocuğun tepesine ''uslu'' kelimesini yazmayı neden unuttuğumuza ciddi ciddi üzüldük durduk.
Arda daha üç yaşındayken iki rakamlı sayıları birbiriyle çarpabilecek kadar zeki bir çocuktu. Hatta birgün ben,
- ''Arda, dört ineğin kaç tane ayağı vardır?'' şeklinde bir soru yöneltmiş ve doğru cevabı ağzım açık kalarak almıştım bu minicik çocuktan...

Diğer çocuklara hiç benzemiyordu Arda. Yaşıtlarını arada pencereden seyretmeyi tercih ediyor, hemen sıkılıp elinde boya kutularıyla geziyor, kağıtlardan bıkıp duvarları boyamaya yöneliyordu. Dışarıya çıkıp bahçede ya da sokakta oynamayı her seferinde reddediyor, onun yerine evde aklına gelen ne varsa uygulama çabalarına giriyordu..
Yaptıkları arasında; uyuyamadığı bir gece çok geç bir saatte canı baklava isteyip, babasının ''Yarın hemen alırız oğlum'' şeklindeki sözlerini kulak arkası ederek avazı çıktığı kadar ağlayıp adama saatlerce baklava arattırmak, gelen (şöbiyet)baklavaları ''Ben yuvarlak değil, üçgen baklava istiyordum!'' deyip yerlere atmak, babamın üst kısmı dazlak kafasını özel bir saç traşı zannederek aynısından istemek, yapılan açıklamalara inanmayarak berbere kadar gidip tıpkısından yaptırmak, fakat aynada kendini beğenmediği için yanlardaki saçların da sıfıra vurdurulması var, inanabiliyor musunuz?

Unutmadan; televizyonda gördüğü sahneleri merak edip annesiyle babasına ''Siz de böyle öpüşün!'' diye emir vermek, itiraz gördüğünde kendini yerden yere atmak, canından bezen babasının annesine küçük bir öpücük kondurmasını beğenmeyerek ''Öyle değil !'' diyerek daha beter ve saatlerce ağlamak da var...

En sevdiği oyuna gelelim şimdi. Asıl anlatmak istediğim de bu zaten...
Evdeki koltukları, kanepeleri yan yana, arka arkaya, canı nasıl isterse öyle dizdirip ev, araba yapmak, içinde oynamak... Araba yaptığı zaman ''at arabası'' tercih ettiğinde arabanın önünde at olarak teyzemi kullanmak... 
Hem de öyle böyle değil. Ağzına iplerden gem takarak ve at pozisyonu aldırarak. Zavallı teyzem saatlerce odalar arası nasıl koşturulduğunu, durduğunda nasıl kırbaçlandığını anlatır dururdu.

İşte bu ''annesini at yapma oyunu'' bir gün o kadar fazla sürmüş ki yorgunluktan mahvolan teyzem, gerçekle hayali karıştırıp kendini at sanmış en sonunda. 
Ve yorgun bir at olarak aklından ciddi şekilde şunu geçirmiş:

''BAĞLASA DA DİNLENSEM ! ''

Bu cümle bizim ailede sık sık tekrarlanan bir cümledir. Her duyan Arda'nın küçükken ne kadar haylaz bir velet olduğunu ve teyzemin düştüğü durumu hatırlayıp kahkalarla güler...

Arda şimdi ne mi yapıyor? 
ODTÜ'yü dereceyle bitirdi ve son derece sessiz, ağırbaşlı ve saygılı bir insan olarak hayata devam ediyor...