2015/02/13

Yediğimiz Bal Ne Kadar Gerçek?

Enfeksiyon hastalıklarının artış gösterdiği şu günlerde her zamanki gibi gripten uzak kalma çabası içindeyim. Böyle zamanlarda bol bol bitki çayı içme alışkanlığım var. Kuşburnu ve adaçayını özellikle tercih ediyorum.

Bu çayları aktarlardan alıp kullanmak en iyisi, ancak bunu yapmaya her zaman fırsat olmuyor. Hazırlaması çok kısa sürüyor diye ister istemez herkes evini hazır bitkisel çaylarla dolduruyor.

Ben hangi türlüsünü tercih edersem edeyim çayımı hazırlarken her seferinde fincanın altına kalın bir dilim taze zencefil yerleştirir, demini aldıktan sonra da birkaç damla limon sıkarım. Böylece elimdeki o bir fincan çay sadece hasta olmamak için değil, keyifle içmek için de son derece lezzetli bir içecek haline geliyor. Son aşamada ise, hem şifası geçsin hem tatlandırıcı olsun diye bal kullanıyorum. Bu ara bal ile fazlasıyla haşır neşirim anlayacağınız.

Bir besin maddesi düşünün ki serin bir yerde muhafaza edildiği, herhangi bir kokuya ve suya maruz kalmadığı sürece tam bir asır boyu bozulmadan kalabiliyor. İki yıl önce Marmaris’e bağlı köylerden birinde, bodrum katında bulunan ve yüz yıldır hiç bozulmadığı tespit edilen karakovan balını hatırladınız mı?
Bu haber sayesinde balın en dayanıklı besin maddesi olduğu bir kez daha tescil edilmişti. Yalnızca dayanıklılığı mı? Bal her anlamda mucizevi bir besin, akıllara zarar biçimde sağlıklı. Yüzde 80 oranında hücre yenileme özelliğine sahip olan bu berrak ve leziz mucize doğanın özünü, tadını, şifasını her şeyini içinde barındırıyor.

Benzer özellikler taşıyan başka bir besin maddesi daha var mı dünyada? Ben bulamadım...
Böyle eşsiz bir lezzeti insanoğluna armağan eden 1,5 cm boyundaki çalışkanlık timsali sevimli arılara ne demeli peki?
Titizliklerine, disiplinlerine mi, bizzat inşa ettikleri altıgen peteklerine mi şaşmalı? Bu öyle bir çalışma disiplini ki ördükleri her bir petek gözünün derinliği 12 mm ve bu gözlerin derinlik ölçüsü asırlardan beridir hiç değişmiyor.

Bitmedi tabii. En az miktarda balmumu harcayarak en çok bal depolamaya uygun yegane geometrik şeklin altıgen olduğu fizikçiler tarafından hayretler içinde deneyimlenmiş! Üstelik peteğin inşası sırasında pek çok arı değişik noktalardan başlamasına rağmen ortaya gelindiğinde peteklerde asla birleşme izi olmuyor!

Bir kilo bal yapmak için tam 40 bin arının çiçekten çiçeğe 7,5 milyon kez konup kalkması gerekiyor. Kıtalararası vızıldayan bu sevimli canlılar, bir petek bal için 100 bin km. kanat çırpıyor...
Bu nasıl bir mucize sahi?

Hiçbir arının ''Az tembellik edeyim!'' diye en ufak bir çabası yok ve mükemmelliklerine ek olarak öyle bir savunma mekanizmasına sahipler ki! Bir yaban arısı, balarısı kolonisi keşfettiğinde hemcinslerine duyurmak için özel bir koku salgılıyormuş. Ancak, kokuyu balarıları da algılayıp kovanlarını savunmak üzere hemen girişte toplanmaya başlıyor, yaban arısı yaklaştığında 500 balarısı aynı anda havalanıp etrafını sarıyorlarmış. Bu arada bedenleri titreşmeye ve vücut ısıları hızla artmaya başladığından, yaban arısı adeta fırında pişiyormuşçasına ısınıyor ve de kavrularak ölüyormuş.
Ee, yok öyle emeksiz yemek! Çalmaya çırpmaya kalkışan bir bedel ödemeli. Aferin size minik mucizeler.☺️☺️

Şimdi... Arıları ve balı, nasıl bir mucizeye şahit olunduğunu anlattık ya.
Cam kavanozlarda, en iyi marka olmasına dikkat ederek fabrikasyon etiketli ballar satın alıyoruz. O balların yüzde yüz arılar tarafından üretildiğine emin miyiz? Üretim esnasında arıların çiçekten çiçeğe konduğuna?

Yoksa kovanların önüne şeker vb dökülüyor da tıpkı tavuklar gibi arılar da dolaşmadan mı bal üretiyorlar?
Genetikleri bozulup tembelliğe mi alıştırılıyorlar, ne dersiniz?

Ülke merdiven altı imalatı sahte bal haberleriyle çalkalanırken, televizyonlarda durmadan üç kuruşa beş köfte fiyatlarla ''gerçek bal, hakiki bal'' diye glikozdan üretilmiş sahte bal reklamları yayınlanırken, aklımızdaki bu deli soruları nasıl öteleyeceğiz? Nasıl anlayacağız elimizdeki balın gerçek olup olmadığını?