2015/03/16

Saç Merkezi

Düğün telaşı olanların yapılacak öyle çok işi varmış ki meğer.
En çok da ufak tefek zannedilip önemsenmeyenler vakit alıyor, akşam olunca insanın yorgunluktan tabanları zonkluyormuş.

Dün büyük bir saç merkezindeydik.
''Saç Merkezi'' evet. Adı öyle geçiyor. Benim böyle bir merkeze ilk gidişimdi. Dört bir taraf boy boy, çeşit çeşit perukla doluydu. Gerçek saçtan yapılmış peruklar, sentetik olanlar, postişler, çıt çıt diye tabir edilenler, atkuyrukları...

Dilediğiniz her renkte ve her boyda binlerce peruk...

Düğün için sözleşilmiş olan kuaförün sipariş ettiği çıt çıtlardan almak üzere gelmiştik; ama ben işi gücü bırakıp gördüğüm bütün perukları incelemeye başladım. Merak edip birkaç tane denedim hatta.
Şunu söylemeliyim ki; peruk imal edenler kendilerini aşmış, bu işte zirve yapmışlar gerçekten de. İnanın kendi saçınızdan farksız duruyor. Hiç öyle kuaföre gidip saatler harcamaya falan gerek yok. Alacaksın birkaç model ve renkte peruk, düğüne mi yemeğe mi, her nereye davetliysen iki dakikada takıp bakacaksın keyfine. Her neyse, bunlar işin eğlenceli tarafı. Asıl yazmak istediğim ise farklı.

İçeride dolanırken gördüğüm ve yüreğimi acıtan iki ayrı sahne vardı ki hiç aklımdan çıkmıyor.
Bir anne ve saçlarını tamamen kaybetmiş lise çağındaki kızı olabildiğince seri hareketlerle peruk deniyordu.
Yüzlerinde tarifsiz bir keder vardı. Hiç konuşmadan bir tanesinde karar kıldı ve götürüp satış elemanına verdiler.
Adam kızı aynanın önüne oturtup peruğu taktı. Simsiyah, uzun ve gür saçları olmuştu dünya güzeli genç kızın. Kız yine de peruğunun üzerine elinden hiç bırakmadığı beresini taktı. Yine hiç konuşmadan, annesiyle alelacele ayrıldılar oradan…

Bu kez, tam kırmızı deri koltuklardan birine oturduğunu ve peruklarla hiç ilgilenmediğini
farkettiğim genç adamın yanından geçiyordum ki elemana birdenbire yönelttiği şu soruyu duydum:
-Kaç gram tuttu?
Sorduğu soruya yanıt verilirken dinlemedim bile.
Anladım ki üniversite öğrencisi olduğu bariz biçimde belli olan genç adam saçlarını bu merkeze satmıştı.

''Hayat acısıyla, tatlısıyla, sevinciyle kederiyle devam ediyor,'' denir ya hep.
İşte ben dün bunların hepsinin birden iç içe yaşandığı, sevincin kederle çakıştığı, utanma ve hüznün heyecanla kesiştiği
hayata dair tuhaf bir merkezdeydim...