Sabahın köründe alelacele taradığı saçlarını, masasının üzerinde geceden kalmış dağınık kitapların ve testlerin arasında duran çok sevdiği pembe tokasıyla arkaya topladı.
Dersaneye yetişme telaşında bir genç kızdı. Nasıl göründüğü hiç önemli değildi. Mutsuz bir şekilde bir taraftan giyiniyor, bir taraftan da kısacık hayatı film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu.
Hayat mıydı şimdi bu? Bütün bir hafta okula gidip derslerle boğuşmuş, cumartesi gelmişti yine. Adı üstünde ''hafta sonu''. Uyumak, dinlenmek, biraz olsun dilediğini yapmak için bilinen kavram... Ama değildi işte. Kahrolası cumartesi ve pazar onun için her zamanki gibi yine, içinde ''sabahın köründe koşturma, ders dinleme, etüt, test çözme, deneme sınavları''nın bulunduğu, çoğu zaman okuduğu ya da dinlediği hiçbir şeyden kelime anlayamayacak kadar kötü hissettiği silsilenin günleriydi.
Bir parçacık daha uyku, azıcık tatil, biraz olsun dinlenmek, eğlenmek insanın en doğal hakkı değil miydi? Niçin bunları yok denecek ölçülerde yaşamak zorundaydı?
Bunca koşuşturma, yorgunluk, akşam eve sürünerek dönmek nedendi?
Dilediği kadar uyuyup dinlenmiş bir biçimde kalkmamıştı bir sabah olsun.
Hatta düşünüyordu da; hiç ama hiçbir şeyi olması gerektiği gibi yaşamamıştı!
Bezmişti hayattan. Onun bir çocukluğu olmuş muydu, arkadaşlarıyla doğru dürüst evcilik, saklambaç oynamış mıydı, hatırlamıyordu. Oynamış; ama unutmuş olabilir miydi?
Daha doğrusu çocukluğunu yaşamış mıydı?
Buna cevap ''Evet'' ise ne kadar da çabuk gelip geçmişti.
Zira adına ''çocukluk'' denen bu yaşanmamışlık onun için sadece hayal meyal birkaç görüntüden ibaretti. Anne-babası tarafından koşturmaca içinde kreşe yetiştirilişi geliyordu gözünün önüne en fazla. Başka da doğru dürüst bir şey hatırladığı söylenemezdi.
Yoksa omuzlarına bindirilen bu koskoca yük mü engel oluyordu?
Tüm bunlar kafasından hızla akmaya devam eder halde evden çıktı. Gerilim içinde, yarı uykulu ve yorgun biçimde dersaneye geldi. Çantasını bir tarafa hızla savurup öfke içinde sırasına oturdu. Başını pencereye yasladı. Anlam veremediği bu hayatı sessizce düşünmeye devam ediyordu.
Her şey tüm hızı ve çekilmezliğiyle sonsuza kadar hep bu şekilde mi devam edecekti?
Bir ara başını sağa çevirdi.
Alper...
Gözlerini dikmiş, dikkatle ona bakıyor ve anlamlı bir şekilde tebessüm ediyordu.
O da hayatından pek memnun görünmüyordu. Yorgun ve solgundu.
Alper'i dikkatle incelerken, az önce düşündükleri bir sinema perdesi gibi onun yüzünde şekillenmeye ve hüzmeler halinde ona doğru yansımaya başladı...
Ürperdiğini hissetti. Kendine gelmeliydi.
Bu noktada bir an duraksadı. Onu isyanlara sürükleyen, mutsuzluğun tam ortasına düşüren şartların hepsi Alper, hatta sınıftaki tüm arkadaşları için de geçerliydi.
Evet, öyleydi...
Bunları düşününce biraz hafifleyip Alper'in tebessümüne karşılık verdi.
Biyoloji öğretmeni derse başlamıştı...
Dersaneye yetişme telaşında bir genç kızdı. Nasıl göründüğü hiç önemli değildi. Mutsuz bir şekilde bir taraftan giyiniyor, bir taraftan da kısacık hayatı film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu.
Hayat mıydı şimdi bu? Bütün bir hafta okula gidip derslerle boğuşmuş, cumartesi gelmişti yine. Adı üstünde ''hafta sonu''. Uyumak, dinlenmek, biraz olsun dilediğini yapmak için bilinen kavram... Ama değildi işte. Kahrolası cumartesi ve pazar onun için her zamanki gibi yine, içinde ''sabahın köründe koşturma, ders dinleme, etüt, test çözme, deneme sınavları''nın bulunduğu, çoğu zaman okuduğu ya da dinlediği hiçbir şeyden kelime anlayamayacak kadar kötü hissettiği silsilenin günleriydi.
Bir parçacık daha uyku, azıcık tatil, biraz olsun dinlenmek, eğlenmek insanın en doğal hakkı değil miydi? Niçin bunları yok denecek ölçülerde yaşamak zorundaydı?
Bunca koşuşturma, yorgunluk, akşam eve sürünerek dönmek nedendi?
Dilediği kadar uyuyup dinlenmiş bir biçimde kalkmamıştı bir sabah olsun.
Hatta düşünüyordu da; hiç ama hiçbir şeyi olması gerektiği gibi yaşamamıştı!
Bezmişti hayattan. Onun bir çocukluğu olmuş muydu, arkadaşlarıyla doğru dürüst evcilik, saklambaç oynamış mıydı, hatırlamıyordu. Oynamış; ama unutmuş olabilir miydi?
Daha doğrusu çocukluğunu yaşamış mıydı?
Buna cevap ''Evet'' ise ne kadar da çabuk gelip geçmişti.
Zira adına ''çocukluk'' denen bu yaşanmamışlık onun için sadece hayal meyal birkaç görüntüden ibaretti. Anne-babası tarafından koşturmaca içinde kreşe yetiştirilişi geliyordu gözünün önüne en fazla. Başka da doğru dürüst bir şey hatırladığı söylenemezdi.
Yoksa omuzlarına bindirilen bu koskoca yük mü engel oluyordu?
Tüm bunlar kafasından hızla akmaya devam eder halde evden çıktı. Gerilim içinde, yarı uykulu ve yorgun biçimde dersaneye geldi. Çantasını bir tarafa hızla savurup öfke içinde sırasına oturdu. Başını pencereye yasladı. Anlam veremediği bu hayatı sessizce düşünmeye devam ediyordu.
Her şey tüm hızı ve çekilmezliğiyle sonsuza kadar hep bu şekilde mi devam edecekti?
Bir ara başını sağa çevirdi.
Alper...
Gözlerini dikmiş, dikkatle ona bakıyor ve anlamlı bir şekilde tebessüm ediyordu.
O da hayatından pek memnun görünmüyordu. Yorgun ve solgundu.
Alper'i dikkatle incelerken, az önce düşündükleri bir sinema perdesi gibi onun yüzünde şekillenmeye ve hüzmeler halinde ona doğru yansımaya başladı...
Ürperdiğini hissetti. Kendine gelmeliydi.
Bu noktada bir an duraksadı. Onu isyanlara sürükleyen, mutsuzluğun tam ortasına düşüren şartların hepsi Alper, hatta sınıftaki tüm arkadaşları için de geçerliydi.
Evet, öyleydi...
Bunları düşününce biraz hafifleyip Alper'in tebessümüne karşılık verdi.
Biyoloji öğretmeni derse başlamıştı...
bu eğitim sistemine anlam veremiyorum. okuldaki eğitim yetmiyorsa okulda verilen eğitime göre bir sınav sistemi geliştirsinler. bu çok mu zor? niye yapılamıyor hiç anlamıyorum.... yazık vallahi hepsine, çok üzülüyorum, bırak çocukluklarını, gençliklerini bile yaşayamıyorlar....
YanıtlaSilBu neslin çocukları şanslı falan değil. hepsi birer ZAVALLI
YanıtlaSilBenim kızım 22 aylıkken tanıştı okulla. :(
Bir koşuşturma içinde; anne, baba ve çocuk.
YanıtlaSilNereye peki? neye doğru bu koşuşturma? Sorsan, iyi bir yaşam için derler. Peki hangi iyi yaşam. Yaşlanınca mı? O çocuğu kaybedince mi? ortada varolan bağ kopunca mı yaşanacak o iyi hayat.
O küçücük bedenler, sabah akşam otobüslerde, okul sıralarında çürüyor.
Harika bir yazı ile serzeniş demek istiyorum.Eğitim tarihimize bakarsak 60 yıldır nasıl daha kötü hale getirilir yaşı içindeler.Gerçekte daha ileri ,daha iyiye gidecekken her geçen gün daha kötü ...Kayıp nesiller,kayıp çocuklar derken "cinnet toplumu" son otuz yılda böyle geldi şimdi yaşadıklarımız...Çocuklarımızın ruh ve beden sağlıkları için iyi dileklerde bulunmaktan başka çaremiz yoktur.Sevgiler.
YanıtlaSilŞimdi ki öğretmenler ve öğrenciler bir yarış halindeler nereye kadar sürecek bu koşuşturmaca merak ediyorum..
YanıtlaSilYarış atı gibiler ve birinci kim?
sevgimle..
o zamanlar, bu kadar karamsar olduğumu hatırlamıyorum ben, tablo aynıydı ama ben dersaneye gidip gelirken bile otobüste leman'ımı okumaktan keyif alırdım, tatlı bir heyecanı vardı o zamanlarında... ilk gençlik ne güzel günlerdi, her şeye rağmen...
YanıtlaSilveliler dershaneler çocuklarını götürme yarışına son vermedikçe, sınavlara veli+öğretmen elele tepki göstermedikçe çocuklar hiç cocuk olamayacak... çocukluğunu yaşamayn bir bireyin doygun ve tutarlı bir insan olabilmesi de olası değil.. bu mudur çocuklarımız için arzuladığımız gelecek? yoksa arzuladığımız benim atım yarışı kazandı hesbı bir saçma gurur mudur?
YanıtlaSilGüzel yazınıza ve yorumlara katılmakla birlikte, 4+4+4 sisteminin olumsuzluklarını düşünmek bile karamsarlığa düşmemize neden oluyor. Bu güzel paylaşım için teşekkürler Zeugma hanım. Dostlukla kalın.
YanıtlaSilKabus gibi bir dönemdir bu. iyi bir üniversiteye kapak atmanın başka yolu yoktur maalesef :(((
YanıtlaSilOmuzlarda yuk degil, amaca kosmak olmali aslinda bunun adi ama hadi neyse...
YanıtlaSilöyle üzücü ki... milyonlarca çocuk-gencin; zamanında benim, senin, herkesin yaşadığı ve bir şeyler düzelmezse ileride de herkesin yaşamaya devam edeceği çirkin-saçma bir sistem bu!
YanıtlaSilÜzülüyorum çok. En güzel zamanların hiç de değmeyecek "gelecek" i kucaklamak adına heba edilmesi bizlerin suçu değil. Her on yılda bir değişen eğitim politikaları koca bir ulusun dibini eşeleyen kurt gibi.Yazık..
YanıtlaSil