Bugün, 17 Nisan 1940 tarihinde açılan ve adını ne zaman duysam içimin cız ettiği, köy enstitülerinin kuruluş yıldönümü.
Neydi bu köy enstitüleri?
Yarım kalmış bir aydınlanma öyküsüydü.
Türk halkının emperyalist güçlerin çıkar odaklı girişimleri sonucu elinden kaçırdığı muazzam bir eğitim devrimiydi.
En kısa özetiyle; köylü çocuklarını hem eğitmek hem de köy hayatında yararlı kılmak, totalde ülkeyi refaha kavuşturmak amacıyla kurulmuş eğitim kurumlarıydı.
O zamanlar henüz 17 yaşında olan Türkiye Cumhuriyeti'nin binlerce köye ulaşma olanağı yoktu. Nüfusun yüzde 85'ini oluşturan milyonlarca köylü yoksul ve kaderci, yiyecekleri ise yalnızca bulgur ve bazlamaydı. Körelmiş orak ve karasaban gibi ilkel araç gereçlerle tarım yapıyor, taşıma için kağnı kullanıyorlardı. Üzerlerine adeta sabahı olmayan zifiri bir karanlık çökmüş gibiydi. Eğer bu bilgisizlik, yoksulluk ve karanlık ortadan kalkmazsa refaha ve huzura kavuşmak mümkün değildi.
Projenin temeli askerliğini çavuş ya da onbaşı olarak yapmış köy çocuklarının eğitici-öğretici olarak bir kurstan geçirilmesine dayanıyordu. Kurstan sonra toprak, araç-gereç yardımı yapılıyor, tohumluk fidan dağıtılıyor, bu sayede köydeki tarım ve hayvancılık çalışmalarının verimini artırma yoluna da gidiliyordu. Öğrencileri yoksulluğun tam ortasında pişmiş, acıların ateşinde yoğrulmuş dirençli köy çocuklarıydı. El birliğiyle bozkırı ve tüm umutları filizlendirecek, yeşile boyayacaklardı.
Bütün ülkeye yayılan bu eşsiz projeyle köy çocuklarının zekâları dışında, azim ve yetenekleri de harekete geçirilip köylerin kalkınması sağlanıyordu.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, Dünya klâsiklerini Türkçeye tercüme ettirmişti. Çünkü bir köy enstitüsü öğrencisi her yıl 25 klasik roman okumak zorundaydı. Böylece zeki köy çocukları engin entelektüel birikimleri olan, aynı zamanda en az bir adet müzik aleti çalmasını bilen aydınlara dönüşüyordu.
Sabah erkenden uyanan kızlı-erkekli öğrenciler sabah sporlarını yaptıktan sonra kahvaltı ediyor, ardından zorunlu okuma saatine geçiliyordu. Kahvaltıyı daha erken kalkan öğrenciler hazırlıyor, ekmeklerini fırında pişirmek dahil, her işlerini kendileri yapıyorlardı.
Dolayısıyla, köy enstitüleri yalnızca köy çocuklarını eğitmekle kalmayan, kendi insan gücüyle köylerin tümüyle kalkınmasını sağlayacak olan, eğitim konusunda dünyada benzeri görülmemiş bir projeydi. Bu nedenle birçok akademik inceleme ve araştırmaya konu olmuş, örnek gösterilmişti. Dünya hayranlıkla bizi izliyordu.
Köy enstitüsü demek, alın teri, beyin ve beden gücünün bir arada yürütüldüğü olağanüstü bir devinim demekti!
Çevre köylerden eğitim verilmek üzere toplanan çocuklar dağlardan sular taşıyor, yemeklerini kendileri yapıyor, bu aşamada yollar, köprüler, okul binaları, yurtlar, atölyeler, aşevleri inşa ediyor, kendi inşa ettikleri okullarda okuyorlardı.
Aynı zamanda çorak topraklara bereket dolu yemyeşil giysiler giydiriliyor, yaylalara kurulmuş çadırlar sökülüp yerlerine insanca yaşamaya uygun yapılar dikiliyordu.
Uygulanan eğitim, hem yerli, hem özgün, hem de köktenci ve bölüşümcüydü. Özgürlükçüydü! Gündüzle gece, yazla kış birleşmişti adeta. El birliğiyle, zevkle ve şevkle tarlalarda, atölyelerde, dersliklerde, her yerde durmaksızın devam ediyordu...
Alınan sonuçlar görüldükçe daha bir şahlanılıyor, kalkınmaya doğru koşar adım ilerleniyordu.
Sözün özü, Ortaçağ'ı yaşayan Anadolu köylerinin ilkel tarımdan moderne yönlendirilmesi, insan olduklarının hatırlatılması, onlardan yüzyılların karanlığından kurtulmuş, çağdaş demokrasiye lâyık özgür bireyler yaratma öyküsünün adıydı.
İşte böylesine eşsiz birer güzellikti köy enstitüleri...
Görsel buradan ve buradan
Neydi bu köy enstitüleri?
Yarım kalmış bir aydınlanma öyküsüydü.
Türk halkının emperyalist güçlerin çıkar odaklı girişimleri sonucu elinden kaçırdığı muazzam bir eğitim devrimiydi.
En kısa özetiyle; köylü çocuklarını hem eğitmek hem de köy hayatında yararlı kılmak, totalde ülkeyi refaha kavuşturmak amacıyla kurulmuş eğitim kurumlarıydı.
O zamanlar henüz 17 yaşında olan Türkiye Cumhuriyeti'nin binlerce köye ulaşma olanağı yoktu. Nüfusun yüzde 85'ini oluşturan milyonlarca köylü yoksul ve kaderci, yiyecekleri ise yalnızca bulgur ve bazlamaydı. Körelmiş orak ve karasaban gibi ilkel araç gereçlerle tarım yapıyor, taşıma için kağnı kullanıyorlardı. Üzerlerine adeta sabahı olmayan zifiri bir karanlık çökmüş gibiydi. Eğer bu bilgisizlik, yoksulluk ve karanlık ortadan kalkmazsa refaha ve huzura kavuşmak mümkün değildi.
Projenin temeli askerliğini çavuş ya da onbaşı olarak yapmış köy çocuklarının eğitici-öğretici olarak bir kurstan geçirilmesine dayanıyordu. Kurstan sonra toprak, araç-gereç yardımı yapılıyor, tohumluk fidan dağıtılıyor, bu sayede köydeki tarım ve hayvancılık çalışmalarının verimini artırma yoluna da gidiliyordu. Öğrencileri yoksulluğun tam ortasında pişmiş, acıların ateşinde yoğrulmuş dirençli köy çocuklarıydı. El birliğiyle bozkırı ve tüm umutları filizlendirecek, yeşile boyayacaklardı.
Bütün ülkeye yayılan bu eşsiz projeyle köy çocuklarının zekâları dışında, azim ve yetenekleri de harekete geçirilip köylerin kalkınması sağlanıyordu.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, Dünya klâsiklerini Türkçeye tercüme ettirmişti. Çünkü bir köy enstitüsü öğrencisi her yıl 25 klasik roman okumak zorundaydı. Böylece zeki köy çocukları engin entelektüel birikimleri olan, aynı zamanda en az bir adet müzik aleti çalmasını bilen aydınlara dönüşüyordu.
Sabah erkenden uyanan kızlı-erkekli öğrenciler sabah sporlarını yaptıktan sonra kahvaltı ediyor, ardından zorunlu okuma saatine geçiliyordu. Kahvaltıyı daha erken kalkan öğrenciler hazırlıyor, ekmeklerini fırında pişirmek dahil, her işlerini kendileri yapıyorlardı.
Dolayısıyla, köy enstitüleri yalnızca köy çocuklarını eğitmekle kalmayan, kendi insan gücüyle köylerin tümüyle kalkınmasını sağlayacak olan, eğitim konusunda dünyada benzeri görülmemiş bir projeydi. Bu nedenle birçok akademik inceleme ve araştırmaya konu olmuş, örnek gösterilmişti. Dünya hayranlıkla bizi izliyordu.
Köy enstitüsü demek, alın teri, beyin ve beden gücünün bir arada yürütüldüğü olağanüstü bir devinim demekti!
Çevre köylerden eğitim verilmek üzere toplanan çocuklar dağlardan sular taşıyor, yemeklerini kendileri yapıyor, bu aşamada yollar, köprüler, okul binaları, yurtlar, atölyeler, aşevleri inşa ediyor, kendi inşa ettikleri okullarda okuyorlardı.
Aynı zamanda çorak topraklara bereket dolu yemyeşil giysiler giydiriliyor, yaylalara kurulmuş çadırlar sökülüp yerlerine insanca yaşamaya uygun yapılar dikiliyordu.
Uygulanan eğitim, hem yerli, hem özgün, hem de köktenci ve bölüşümcüydü. Özgürlükçüydü! Gündüzle gece, yazla kış birleşmişti adeta. El birliğiyle, zevkle ve şevkle tarlalarda, atölyelerde, dersliklerde, her yerde durmaksızın devam ediyordu...
Alınan sonuçlar görüldükçe daha bir şahlanılıyor, kalkınmaya doğru koşar adım ilerleniyordu.
Sözün özü, Ortaçağ'ı yaşayan Anadolu köylerinin ilkel tarımdan moderne yönlendirilmesi, insan olduklarının hatırlatılması, onlardan yüzyılların karanlığından kurtulmuş, çağdaş demokrasiye lâyık özgür bireyler yaratma öyküsünün adıydı.
İşte böylesine eşsiz birer güzellikti köy enstitüleri...
Görsel buradan ve buradan
Uluslararası İlişkiler 2. sınıftayım , açıktan okuyorum. Geçen bu konuya denk geldim uzuuunca okudum. Hakikaten basit bir şey değil. Sadece okuma - yazma olayıda değil yazdığın gibi bir devrimdi aslında.
YanıtlaSilçok engellendik çoook. marshall yardımı mesela. bizi bitiren , tıkayan en büyük kazık..
Bölümün gereği ilgini çekmiş ve bilgilenmişsin.
SilVe çok güzel bir özet çıkarmışsın Tolga.
Sokak röportajı yapıyorlar ya TV kanalları. Eline mikrofonu alıp sorsalar inan yüz kişiden iki kişi zor bilir bu konuyu. Benim gözlemlerim öyle en azından. Sadece adını ve ''iyi bir şey'' olduğunu söyleyebiliyorlar. O nedenle ana hatlarıyla buraya bir özet geçmek istedim.
Görüldüğü gibi kaçırdığımız en büyük fırsattı köy enstitüleri...
Teşekkür ederim bu güzel yorumun için...
Bu çok önemli konuyu blogunuza taşıdığınız için öncelikle size teşekkür ediyor ve bir alıntıyı paylaşıyorum. dostlukla
YanıtlaSil"Köy Enstitüleri yerine imam hatiplerin nasıl eğitim verdiğini ve hangi güçlere hizmet ettiğini düşünüce insanın tüyleri ürperiyor. Hasan Ali Yücel'in 'Bu bizimdir, kimseden almadık; bizden alsınlar...' dediği Köy Enstitülerini bugün yeniden kurabilir miyiz? Hayır. Aynısını kuramayız ama daha iyisini kurarız. Çünkü bugün gerek bilgi açısından, gerek yetişkin insan açısından, gerekse teknoloji açısından 1940’lara göre çok daha ilerdeyiz. Peki, sorun ne? Sorun 1946’lardaki sorunla aynı. İktidar sorunu!
İktidarın, Cumhuriyet Devriminden vazgeçmiş, uzlaşmacı ve teslimiyetçi anlayışların ve karşı devrimcilerin elinden kurtarılması gerekir. Köy Enstitüsü projesinin devrimci bir iktidar tarafından yürütüldüğünü dikkate alırsak, başka seçeneğimiz yoktur. Karşı devrimcilerden iktidarı geri almak, Cumhuriyet Devrimi’ni sürdürmek, Toprak Devrimi’ni tamamlayarak feodalizmi tasfiye etmek, günümüz devrimcilerinin omuzlarındaki vazgeçilemez bir görevdir.”
(Nadir Eyinnen. Konferans notlarından)
Şu an bile derin sıkıntılarını yaşadığımız, hatta psikolojik şiddetine maruz kaldığımız o eğitimin (!) hangi güçlere, ne şekilde hizmet ettiğini birebir yaşayıp gören ve gerçekten bahsedildiği gibi tüyleri ürperen bir nesiliz.
SilÇünkü ''köy enstitüsü eğitim modeli'' her şeyden önce;
''Yönetime katılma, sorgulama ve sorma bilincine, eleştirel düşünme yeteneğine sahip, dünyadaki gelişmeleri izleyip yorumlayabilen, sorunlar karşısında çözüm yolları arayışında hep aklı ve bilimi kullanan çağdaş insanlar yetiştirme projesiydi.''
Bu anlamda; paylaştığınız satırlar her kelimesiyle çok önemliydi gerçekten.
Teşekkür ediyor, huzurlu bir hafta sonu diliyorum.
Dostlukla...
Tebrik ederim bu enfes paylaşım için,belgeselini seyretmiştim.O yıllarda iktidarda olan kimdi neye hizmet ediyordu bu sorunun cevabı şimdi içinde bulunduğumuz duruma ışık tutacaktır.Emeğinize sağlık.
YanıtlaSilDönemin Başbakanı İsmet İnönü, Milli Eğitim Bakanı ise 1935 yılında Cumhuriyet Halk Partisi'nden, İzmir Milletvekili olarak Meclis'e giren ve art arda dört dönem milletvekilliği yapan sayın Hasan Âli Yücel idi tabii ki.
SilDeğerli yorumunuz ve mükemmel tespitiniz için teşekkür ederim Tarık Bey.
Saygılar...
Açıklama için teşekkürler benim hedef noktam işi bozan ve buna yardım ve yataklık eden zihniyet.
Silİşi bozanlardan bir isim var ki açık açık beyan vermiş zaten:
SilBuruki aşiretinin eski reisi.1900 yılında Kafkasya'da doğan,Çarlık Rusyası'nda askeri okulda okumuş, SSCB kurulunca Van'a yerleşmiş, Adalet Partisi Van Milletvekili olarak TBMM'ne girmiş ve en yaşlı mebus sıfatıyla meclis başkanlığı yapmış olan Kinyas KARTAL.
Sabri Tığlı, toprak ağası milletvekili Kinyas Kartal’a soruyor:
“Ağa, sen bilirsin. CHP, Türkiye’ye komünizmi getirmek için mi kurmuştur Köy Enstitülerini?”
Moskova Harp Akademisi mezunu toprak ağası ünlü milletvekili Kinyas Kartal cevap veriyor:
“Yok canım. Onlar (yani CHP demek istiyor) komünizmi benim kadar bilmezler. Bak ben sana bunun aslını anlatayım ;
“Benim köylülerimin işlerini ilçe merkezlerinde, il merkezlerinde benim adamlarım yapar.Benim köylülerim devlet kapısını bilmezler.Askere mektubu benim adamlarım yazar, gelen mektupları da benim adamlarım okur.
Muhtarın kararlarını benim adamlarım yazar, doğum, ölüm kararlarını benim adamlarım doldurur.Ücretlerini de alırlar.Bu işler böyle sürerken, benim köylerimden ikisine Akçadağ Köy Enstitüsü çıkışlı iki öğretmen geldi.Altı ay sonra bu köyler bana biat etmekten çıktılar.”
Biz Doğulu ağalar oturduk, düşündük.Eğer bu Köy Enstitüler on yıl devam ederse Doğu’daki ağalık ölecek.
Diyeceksin ki:
“Sen köylülerin uyanmasını istemez misin?” İsterim istemesine ama, ben sağlığımda ağalığımın öldüğünü görmek istemiyorum.İşte bunun üzerine biz Doğulu ağalar, Demokrat Parti ile pazarlık yaptık.”Köy Enstitülerini kapatmaya söz verirseniz, oyumuzu (yani köylülerimizin oylarını demek istiyor) size vereceğiz” dedik.Söz verdiler.Oyumuzu verdik, Köy Enstitülerini kapattırdık.”
Kinyas Kartal’ın farklı bir kaynakta açıklaması;
Ben kapattırdım köy enstitülerini. Ben toprak ağasıyım. 200’e yakın köyüm var. Bu köylerdeki halk bana tapar. Ne işi varsa bana sorar. Evlenecek, boşanacak, askere gidecek, mahkemesi, nesi varsa gelir bana danışırdı. Ama köy enstitüleri açıldıktan sonra 5 köyüme köy enstitüsü mezunu geldi ve bu köylerden artık kimse bana gelip danışmamaya başladı. Ben düşündüm 200 köyümün hepsine köy enstitüsü mezunu gelirse benim ağalığım ne olur, sıfıra düşer! 'Böyleyse benim harekete geçmem gerekir' dedim ve doğudaki bütün ağalara telefon ettim, onları topladım.
Bir de batıdan buldum Eskişehir’den Emin Sazak. Sonra Menderes’le pazarlığa gittik. (Yıl 1950 seçimlerin olacağı zaman) Dedik ki köy enstitülerini kapatırsan şu gördüğün doğudaki tüm toprak ağaları ve batıdan Emin Sazak’ın oyları sana. Kapatmazsan oy yok. Ve Menderes’te 1950’de iktidara gelir gelmez köy enstitülerinin temelini sarsmaya başladı.
Tabii başka etkenler de mevcut; ama bu adam görüldüğü üzere bu işin önderliğini yapmış....
Bu modelin versiyonları japonyada uygulandı ve bir dünya devi oldu,bir müddet yaşadığım Güney Kore 1980 sonrası uyguladı katmadeğerli iş üret diye,kuzey ülkeleride buna örnek,herşeyin başı eğitim sorgulamayan,araştırmayan ve analiz etmeyen doğmatik kuramsal yapılar toplumu bu noktaya getirdi e tabi belirli kişilerin işine gelen bu.
YanıtlaSilBelirli bir kesimin çıkar meselesi olduğu çok açık. Yazık etmişler.
SilKüçücük Japonya'nın bugün geldiği konum, özellikle de teknolojide bir dünya devi olması her şeyi açıklıyor.
En önemlisi de ne biliyor musunuz?
Japonlar bunu gelenek ve göreneklerinden asla ödün vermeden başardılar...
Japonya tarzı asya ülkeleri Ümmetçi bir toplum değildir.Başarının diğer sırrıda budur.
SilGelenek ve görenek toplumu ayakta tutan önemli yapı taşı.Bunlar olmadan bir müddet sonra sosyal çöküş olur.
SilAçıklama için teşekkür ederim,aydınlanma maalesef bu ve bunun gibiler tarafından engellendi.Vatana ihanetin en büyüğü bu olsa gerek,şahsi çıkar ve menfeat.
YanıtlaSilBu ve bunun gibiler, evet...
SilŞahsi çıkar-----> Vatana ihanet
Vatana ihanetin en büyüğü. Haklısınız
Ama dikkat ederseniz Kinyas Kartal olayı, yani sırf şahsi menfaatleri için ülkeyi böyle bir güzellikten men ettiğini, mahrum bıraktığını, bunun için ''pazarlık'' yaptığını olduğu gibi anlatabiliyor (Malum günümüzde gizlilik, saklılık, yürütme yoluyla yapılıyor bazı şeyler. Tapeler devreye girebiliyor. Şantaj-montaj denilip reddediliyor ve bitiyor). Kinyas Kartal anlatım esnasında ''ben'', ''benim köylerim'' ''ağalığım'',''biat etmek'' sözcüklerinden geçilmiyor...
Kendini üst insan konumuna getirmenin, bir nevi Tanrı olduğunu zannetmenin ona özgü versiyonu. Saklamay gerek duymadan, en doğal hakkı olduğunu zannederek, iğrenç bir aymazlık içinde...
Kelimeler tükeniyor dahasını söylemek için...
Çok yazık gerçekten...
Ben de size konuya sağladığınız detaylı katkı için teşekkür ediyorum.
SilSelamlar...
Bunları bilmiyordum, senin yazılarından çok şey öğreniyorum.
YanıtlaSilBugün şehirlerde bile öğretimi ve eğitimi yok etmeye çalışıyorlar. Keşke koruyabilseydik böyle değerlerimizi bambaşka bir ülke olurduk o zaman.
Ellerine sağlık Zeugma
:)
Bilmemek senin suçun değil.
SilÇünkü ne ilköğretim ne de ortaöğretim kurumlarının tarih dersi vb. müfredatlarında bu konu yok.
Adı belki geçiyordur ama detaylar kesinlikle yok.
Ben de çok sonra öğrendim. Hatta bazı detayları bu yazıyı hazırlarken öğrendim.
Görüldüğü gibi üstü kapatılmak istenen bir mevzu köy enstitüleri.
Ardında yatan gerçeklerde hangi güçler var, kimlerin ayıbı ortaya çıkacak çünkü..
Uygulansaydı var ya...
Tarık Bey'in söylediği gibi Japonya'yı falan geride bırakırdık.
Bizim topraklarımız çok geniş ve her köşesi cennet gibi...
Ben teşekkür ederim pehito...