2024/01/07

Cengiz Aytmatov ve Mankurtluk Üzerine

Bilirsiniz, ''mankafa'' dilimize yerleşmiş bir sözcük, daha doğrusu bir sıfat. Kalın kafalı, anlayışı, kavrayışı kıt, aptal (kimse) anlamında. Bulmacaların gözde sorularından biri aynı zamanda. Sakağı hastalığına yakalanmış (at): mankafa 

Kırgız yazar Cengiz Aytmatov'un Gün Olur Asra Bedel (ya da Gün Uzar Yüzyıl Olur) adlı romanında kullandıktan sonra popüler hale getirdiği bir Türk efsanesinden gelen mankurt sözcüğünün de mankafa ile aynı anlama geldiğini biliyor muydunuz? Aytmatov'un bu ünlü eserinde söz ettiği mankurt, acımasız işkencelerle esir alınan, geçmiş hayatına dair her şeyi unutan ve efendisinin her emrini yerine getiren bir köle, ruhsuz bir yaratığa dönüştürülen bir adam. Kitap, insanların anavatanlarını, dillerini ve tarihlerini unutmaları durumunda başlarına neler gelebileceğine dair felsefi bir hikâye aynı zamanda.

Mankurtlaştırma işlemi için genç ve güçlü savaşçılar seçiliyordu. İlk olarak kafaları tamamen tıraş edilip tüm saçları kazınıyor, ıslatılıp dövülmüş bir deve derisinin en yoğun kısmı parçalara bölünerek başlarına çekiliyordu. Böylece ıslak deri insanların yeni tıraş edilmiş kafataslarına adeta alçı gibi yapışıyordu. Daha sonra elleri bağlanan ve boynuna asılan büyük bir tahta sopayla kafasına ulaşması engellenen köle birkaç gün çölde bırakılıyordu. 

Böylece deri hızla kurumaya başlayıp büzüşüyor, bir halka oluşturuyor ve adamın tüm akıl sağlığı "sıkılıyordu". Daha da kötüsü, saç kılları deve postunun içinden çıkamadığından geriye doğru kıvrılıyor, tekrar kafa derisine nüfuz ederek dayanılmaz bir acıya neden oluyordu. O anda mahkumların çoğu akıllarını yitiriyordu. İçlerinden en az birinin hayatta kalması şans sayılıyordu. Deve derisini kafa derisinden tamamen çıkarmak her zaman mümkün olmuyor ve Mankurtlar, örneğin Aytmatov'un romanındaki (öz annesini öldüren) Nayman Ana'nın oğlu böyle bir başlığa sahip olmaktan o kadar utanıyor ki başına gece gündüz şapka takıyordu.

Köleleşen kişi bağlarından kurtarılıyor, sarhoş olmasına izin veriliyor, yavaş yavaş gücü ve fiziksel sağlığı yeniden sağlanıyordu. Mankurt, bir köpek gibi sahibine bağlı, kendi "ben" bilinciyle yükümlü olmayan bir yaratıktı. Artık onun tek ihtiyacı yemekti. Diğer insanlara karşı kayıtsızdı ve asla kaçmayı düşünmezdi. Akrabalarını hatırlamayan mankurtlar vahşi doğayla uğraşmaz, dinlenmeye ve yardıma ihtiyaçları olmazdı. Ve en kirli, sıkıcı, en acı verici işleri uzun süre, hiç şaşmadan, tekdüze bir şekilde yapabilirler, genellikle gece gündüz titizlikle korudukları deve sürülerine, yaz-kış, hiçbir sıkıntıdan şikayet etmeden bindirilirlerdi. Efendisinin emri her şeyden önceydi onlar için. On sağlıklı köleye eşdeğerlerdi. Böyle bir köle kazara öldürüldüğünde zararı telafi etmek amacıyla suçlu taraf, özgür bir kabile üyesinin yok edilmesinden üç kat fazla fidye ödüyordu.

Mankurt yöntemi günümüzde artık geçmişte kalsa da yine de bir şekilde devam ediyor ve mankurtlar siyasal partiler yoluyla ortaya çıkıyor sanki. Parti sempatizanı ya da seçmeni bilerek-bilmeyerek beynini partisine öyle kaptırıyor ki adeta mankurtlaşma noktasına geliyor. Bariz biçimde kendilerinden başka herkese düşman gözüyle bakan, bazı değerleri sadece kendi partilerinin penceresinden gören, düşünme ve sorgulama yetisini kaybetme derecesine gelmiş kişiler haline dönüşüyorlar. 

İşin özü, psikolojik üstünlük kurma düşüncesiyle olsa da farkında olmadan tüm değerleri yok ediyorlar. Mankurtlaşma tam da bu noktada başlıyor. Oy verdiğiniz veya vermeyi düşünüyorum dediğiniz partinin bütün yanlışlarına kılıf buluyorsanız, değerlerinize aykırı görüşler sizin için fark etmemeye başladıysa mankurtlaşmaya benzerlik başlamıştır bence. Üstelik günümüz modern işkence ve zihin kontrol yöntemlerinin ortaya birer mankurt çıkarması o kadar da zor değilken.

Görsel: Pinterest