2024/02/13

Şubatta Flanöz Hallerim

''Bana mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin?'' İşte burada o resim. Abidin'e gerek kalmadan kendi ellerimle çektim. Şunun güzelliğine bakın:)

Şaka falan değil, gerçekten beni çok mutlu eden bir resim oldu bu. Çarşı Caddesi'nin kimselere yüz vermeyen Sarman'ı beni görünce suratını asıp başka taraflara bakmaya ya da kaçmaya hiç niyet etmedi bu kez. ''Atla kucağıma'' işareti yapsam atlayacaktı neredeyse:)

Böylece onca zaman sonra onunla ilk kez göz göze gelmiş oldum. Gözlerini hiç ayırmadan bakıyordu. O an aklıma yine aynı şey geldi:
Sokak Kedisi Bob ile James Bowen

Madem aramızdaki buzlar çözüldü. Atlasa oradan o da benim boynuma, onlar gibi birlikte dolaşsak. Gitar çalmayı pek beceremesem de flanözlük yaparken eşlik eder bana işte ne güzel. Zaten o bakışlar uğur getirdi bana. Kısa bir süre sonra şahane bir keşif yaptım: Yazının sonunda bahsedeceğim Rhapsodos Mozaik

Lodostu, ardından gelen yağmurdu, kısa süre açan güneşti derken tekrara düştü havalar bu ara. Doğal gaza falan hiç ihtiyaç yok neyse ki. Oda sıcaklıkları 20-21 dereceden aşağı düşmüyor.


Hangi mevsim olursa olsun, akşam olurken yaşanan ya da çekilen görüntüler günün hiçbir saatine değişilmeyecek kadar çekici gelir bana.


Balık tutan adamın çok amaçlı sırt çantası ne kadar pratik ve güzel. Osmanlıdan kalan bu çeşmeyi kimin yaptırdığını ise bulamadım. Google Lens bile işe yaramadı. Bu işi ancak Osmanlıca bilen biri çözer.

Bu mini arabalar hızla yayılıyor. Sanırım sadece şehiriçi kullanım için, motosiklet yerine. Fiyatı o kadar ucuz değil lakin. Ucuz olan bir şey kaldı mı zaten hayatımızda? 2 yudumluk çay bile artık 15 TL. Portakal mevsiminde bol bol portakal yemeli bari. Çünkü onun kilosu 15 TL.

Pinterest'ten fikir alıp artan iplerden etnik bere örmeye karar verdim. Fena olmadı sanki. Bir tane de kulaklıklı etnik berelerden ördüm mü sezon biter. Blog yazmak ve örgü örmenin terapi etkisini tüm hücrelerimde hissediyorum. Ruhuma iyi geliyor. Örgüye de zaten bloglardaki motifli battaniye etkinliğiyle başladım. Sonra melon şapkalar, ardından kağıt ipten çantalar geldi. 

Çok sevmeme rağmen yaklaşık 6 yıldır kabak tatlısı yemedim. Çünkü ben koyu şerbetli olmazsa sevmiyorum. Kıvamı reçelden aşağı kalmayacak. O nedenle böyle bir tehlikeden uzak durmaktan başka çare bulamadım. Şeker kadar zararlı bir şey var mı insan hayatında? Ancak, pazarda kabakları göre göre onca yıl sonra dayanamayıp yaptım yine. 

Bir de, Balıkesirli bir arkadaştan iyi kabağın nasıl anlaşıldığını öğrenmiştim. Nefis ötesi oldu. Yerken ayarı yine kaçırdım maalesef :( En az beş yıl daha eve sokmamam gerekiyor. İyi kabak nasıl mı anlaşılır? Birinci şart; kabağın içi uçuk değil, koyu turuncu renkte olacak. İkinci ve daha önemli şart ise kesilen dilimin üzerinde minik su damlacıkları olacak. Bu ikisi mevcutsa % yüz şahanedir o kabak. Zaten fotoğraf da onaylıyor bunu.

Tatlı demişken; bu da buranın meşhur peynir tatlısı 
K. Usta'nın dükkânının önü sürekli kuyruk halindedir. Buraya gelen insanlar ona uğramadan kilo kilo almadan dönmezler. Lâkin ben hiç yiyemiyor, hatta yutamıyorum bile. Damak tadıma hiç uygun değil. Galiba belirli bir yaştan sonra tanışanlar sevemiyor kendisini. 

Sanırım Musevilerden kalmış, 2 katlı küçük bir evin kapısında bu bilgi vardı. Telefon da yazıyor. Rezervasyonla giriliyor içeri. Ses, görüntü, giysiler ve mozaikler eşliğinde Troya efsaneleri, destanlar gerçekmişçesine aktarılıyormuş içeride. Emine Hanım tarafından. Kendisi o dönemin giysileri içinde ve işini son derece profesyonelce icra eden bir sanatçı. Henüz tanışamadık; ama rezervasyon işini ayarlayabilirsem görmeyi, o ortamı hissetmeyi çok isterim.

Ve yarın yine 14 Şubat. Günün anlam ve önemini açıklamaya gerek var mı? Görsel gayet güzel açıklamış, pardon özetlemiş zaten :)