Barış Manço'nun Ekvator çizgisinin tam ortasında yaptığı ''suyun akış yönü'' deneyi vardır, akıllara zarar. Bu deneyde suyun dönerek akışı ekvator çizgisinin güneyinde ve kuzeyinde farklı yöne doğrudur. Ekvator çizgisinin tam üzerindeyken de dönmeyi bırakıp dümdüz aşağı doğru akar. Bunun nedeni ''yeryüzündeki coriolis kuvveti'' olarak açıklanıyor. Keza kuzey yarım kürede hem rüzgârlar hem de akan su saat yönünde döner, güneyde ise tam tersi.
Ülkemizin gezegende yer aldığı konum güneş ışınlarının dik geldiği alanın dışında. Yani ışınların üzerimize düşme açısı yıl boyunca büyük farklar gösteriyor. Bu durum ülkemizdeki yıllık sıcaklık farklarının fazla oluşu ve bu yüzden dört mevsimin belirgin biçimde yaşanması demek. Ülkemizde aralık, ocak, şubat resmi olarak kış aylarına dahil ama sera etkisi ve küresel ısınma düzeni değiştirme yolunda.
Aralık geldi mi ülkemizde kış ayları başladı demek; ama durum her yerde aynı mı? O zaman da ülke değil bölgeler devreye giriyor. Kar her yere yağmıyor. Misal yazıya girişteki yeni fotoğrafladığım çiçek açmış Malta eriği ağacı ülkemizin her yerinde yetişiyor mu?
Uzay boşluğunda toz zerresinden daha bir küçük boyutta dönmekte olan bir gezegendeyiz. Lakin farklılıkların çokluğuna bakın. Kışa girişte ilk iki gün sona ererken aklım böyle karmaşık gerçeklere takıldı bu kez. Bir de bazı insanların hiç bitmeyen iktidar hırsına, doyumsuzluğuna...
Neyse, bu yılki palamut bolluğu şaşılacak derecedeydi. Sebep tam olarak neydi henüz bilmiyorum; ama avlanma yasağına tam uyulması olabilir. Pek çok sorun, hatta yaşadığımız tüm sorunların nedeni bencillikten, kuralların, yasaların hatta kanunların delinmesinden kaynaklı değil mi zaten?
Bir düşünün isterseniz ve bu tezin doğru olup olmadığını kendiniz bulun.
Yaklaşık 1 ay önce yaptığım palamut lakerdanın son hali. Çevremde herkes yapıyor diye hayatımda ilk kez denedim. Oldu mu, gayet güzel oldu. Acemilikten kaynaklanan bazı eksiklikler dışında tabii. Bir kere çok keskin bir bıçakla dilimlemem gerekiyordu. O yüzden de son halini şekil olarak bozdum.
Bir de yapımına başlamadan önce palamutu 2'şer cm incelikte dilimleyip hazır hale getirmiştim. Tarifi ondan sonra arayıp buldum. Mümkünse torikten ve en az 7-8 cm'lik kütükler halinde kesilip tuzda bekletilecekmiş ki kolay kesilsin. Benimse o incecik palamut dilimlerine işlem uygulamaktan başka çarem kalmamıştı.
Lakerdanın tadı ve kokusu ton balığına neredeyse tıpatıp benziyor. Fakat ben ton balığını pek sevmem. Somon balığını da sevemedim bir türlü. Dolayısıyla lakerdayı da sevemedim. Bir daha yapar mıyım? Hayır. Yalnız İç Anadolu da ''kızılkanat'' isimli bir göl balığının salamurası çok yaygındı. Tuzdan çıkarılıp zeytinyağı ve limon ilave edilince nefis oluyordu. Genelde havyar çıkıyordu içinden. Ben en çok havyar kısmını severdim.
Geçen gün falafel yaptım yine. Fırında değil, tavada kızarttım. Tahin+yoğurt+ limonlu sosla şahane oluyor. Veganlar seviyor en çok ama ben de tiryakisi oldum. Bir daha fırına atmama kararım var. Hoş, fırın falafele de kediler bayılıyormuş. Onu keşfetmiş oldum. 😀
Evdeki az kullanılmış üç renkli atkıyı söküp kapüşonlu boyunluk halinde ördüm. Bu modeli tığ işleri çalışan ve Belçika'da yaşayan kadın Youtuber'dan (@DivingDucksCrochet) öğrendim. Kapüşonu giymeyip arkaya atarsanız çok şık bir şal haline geliyor aynı zamanda. Belki tek renk olarak da örerim. Soğuk günler için ideal bir model ve çok kullanışlı gerçekten...
Kalın sağlıcakla...