Çocukluğumun geçtiği ev bahçeli, müstakil bir evdi. Bahçesi ayrıca bir kapıyla kocaman bir bahçeye daha açılırdı. Burası, vişneyi çok seven annem tarafından abartılarak vişnelik haline getirilmişti.
Ona sorarsan fidanların bir kısmı tutmaz diye bu kadar çok dikmişti. Tek bir fire vermeden tutmuştu ama hepsi.
Yıllar yılı yer gök vişne idi bizim evde. Sadece bizim ev değil, eş-dost, hısım-akraba, komşular dahil herkes vişneye doyardı bütün yaz.
Yaz kış üstelik.
Reçeller, marmelatlar, hatta sulandırılıp içilmek üzere konsantre kıvamda olanından yapılır olmuştu en çok. E, bu kadar abartılan bir durumdan da benim gibi bir ''vişnesevmez'' çıkmıştı ortaya.
Görünce bile başını çevirecek kadar hem de. Ağzıma bile süremiyorum halen...
Ben kayısı seviyordum en çok...
İşte tam da bunu anlatacağım şimdi...
Bu vişneliği çevreleyen duvarlardan biri arka sokaktaki birkaç komşunun bahçesine bitişikti.
O bahçelerden birinde dallarının yarısı bizim bahçeye doğru uzanan öyle güzel bir kayısı ağacı vardı ki,
onu unutmam mümkün değil!
Kayısılar olgunlaşmaya başladığı zaman, yani en lezzetli halleriyle dallarında duramaz olduklarında bizim bahçeye düşüyorlardı. Bu durum tarafımdan keşfedildiği andan itibaren sabah uyandığımda ilk işim koşa koşa o kayısı ağacının altına gitmek olmuştu artık.
Olay mahalline(!) vardığımda en az 15 kayısı düşmüş oluyordu dalların altına. Lezzetini tarif etmem mümkün değil. İyice olgunlaşmış, mis kokulu, tazecik, şekerpare...
Kahvaltı falan edemiyordum sonrasında, tahmin edersiniz.
''Yine mi kayısı yedin!'' diye azarlanmak da cabası...
Nereden mi düştü aklıma bunlar?
Şimdiki kayısılara bir bakıyorum da şekil olarak gayet güzel, albenili.
Peki ya tadı? Kayısıyla uzaktan yakından ilgisi var mı?
Tatsız tuzsuz, lastik gibi, tuhaf...
İki tane zor yiyebiliyor insan.
Çilekler de öyle. Görüntü var, lezzet arama.
Çocukluğumuzdaki günler güzel birer düş gibi hayli gerilerde...
Dünyanın eski hali kalmadı, biliyoruz. Tüm detaylarıyla hem de...
Buna yediğimiz içtiğimiz de dahil oldu artık maalesef...
Yarın sabah uyandığımda çocukluğuma dönmüş bulsam kendimi. Bir anlığına olsa bile yeter...
Sadece o düşü yaşamak için, koşa koşa gitsem yine o dalların altına....
Ne çok isterdim........
Fotoğraf: Scott Suchman
Ona sorarsan fidanların bir kısmı tutmaz diye bu kadar çok dikmişti. Tek bir fire vermeden tutmuştu ama hepsi.
Yıllar yılı yer gök vişne idi bizim evde. Sadece bizim ev değil, eş-dost, hısım-akraba, komşular dahil herkes vişneye doyardı bütün yaz.
Yaz kış üstelik.
Reçeller, marmelatlar, hatta sulandırılıp içilmek üzere konsantre kıvamda olanından yapılır olmuştu en çok. E, bu kadar abartılan bir durumdan da benim gibi bir ''vişnesevmez'' çıkmıştı ortaya.
Görünce bile başını çevirecek kadar hem de. Ağzıma bile süremiyorum halen...
Ben kayısı seviyordum en çok...
İşte tam da bunu anlatacağım şimdi...
Bu vişneliği çevreleyen duvarlardan biri arka sokaktaki birkaç komşunun bahçesine bitişikti.
O bahçelerden birinde dallarının yarısı bizim bahçeye doğru uzanan öyle güzel bir kayısı ağacı vardı ki,
onu unutmam mümkün değil!
Kayısılar olgunlaşmaya başladığı zaman, yani en lezzetli halleriyle dallarında duramaz olduklarında bizim bahçeye düşüyorlardı. Bu durum tarafımdan keşfedildiği andan itibaren sabah uyandığımda ilk işim koşa koşa o kayısı ağacının altına gitmek olmuştu artık.
Olay mahalline(!) vardığımda en az 15 kayısı düşmüş oluyordu dalların altına. Lezzetini tarif etmem mümkün değil. İyice olgunlaşmış, mis kokulu, tazecik, şekerpare...
Kahvaltı falan edemiyordum sonrasında, tahmin edersiniz.
''Yine mi kayısı yedin!'' diye azarlanmak da cabası...
Nereden mi düştü aklıma bunlar?
Şimdiki kayısılara bir bakıyorum da şekil olarak gayet güzel, albenili.
Peki ya tadı? Kayısıyla uzaktan yakından ilgisi var mı?
Tatsız tuzsuz, lastik gibi, tuhaf...
İki tane zor yiyebiliyor insan.
Çilekler de öyle. Görüntü var, lezzet arama.
Çocukluğumuzdaki günler güzel birer düş gibi hayli gerilerde...
Dünyanın eski hali kalmadı, biliyoruz. Tüm detaylarıyla hem de...
Buna yediğimiz içtiğimiz de dahil oldu artık maalesef...
Yarın sabah uyandığımda çocukluğuma dönmüş bulsam kendimi. Bir anlığına olsa bile yeter...
Sadece o düşü yaşamak için, koşa koşa gitsem yine o dalların altına....
Ne çok isterdim........
Fotoğraf: Scott Suchman