Hikâye, şehirler arası uzun bir yolculuk esnasında, yaklaşılmakta olan eve dönüş istikametinde başlar.
Yolda sık rastlanmakta olan şehir merkezlerinden uzak noktalara kurulmuş gross marketlerden en sonuncusunun önüne parkedilecek, evde bomboş beklemekte olan buzdolabı akılda tutularak bir alışveriş arabası çekilecek, içi mümkün olduğunca kısa sürede yiyecekle doldurulacaktır.
Eve bir an önce varılmak istendiğinden, ilgili reyonun bulunduğu tarafa uçarak gidilir. Raflar göz ucuyla hızla taranırken, marka, son tüketim tarihi vb detaylara hiç bakılmaz.
Çünkü bilinmektedir ki burada her daim kaliteli ve taze ürün satışı yapılmaktadır.
O nedenle göze ilişen ilk peynir, kaşar, yumurta, zeytin, tereyağı vb aceleyle sepete atılır.
Sebze reyonuna koşturulur, gerekli sebze-meyvelerden ışık hızıyla poşetlere doldurulur. Geri dönülür. Kasaya doğru hızla ilerlenir. Tam o esnada, köşedeki 1 kg'lık unlar göze ilişir ve ''Belki yarın poğaça da yaparız'' fikriyle alışveriş arabasına son olarak un da atılır.
Ödeme yapılır, alınanlar bagaja yerleştirilip 1 saate kalmadan eve gelinir.
Ertesi gün olur. Bir gün öncesinden akla yazılan poğaçayı yapmak üzere hazırlık başlar. Karıştırma kabına süt, yağ, yumurta gibi gerekli malzemeler konur. Ölçüler her zaman olduğu gibi ''göz kararı'' olduğundan un paketi açılır ve malzemenin üzerine boca edilmeye başlanır. Fakat o da nesidir? Unla birlikte kıvrım kıvrım kurtçuklar düşmektedir. Durulur ve paket hemen geri çekilir, içine bakılır. Aman Tanrım! İçi daha da beterdir!
Evet, yaşadıklarım kelimesi kelimesine bunlardı. Hayatımda hiç görmediğim, hatta duymadığım bir tabloyla karşılaşmış, şok olmuştum resmen! Son kullanma tarihine bakmak geldi aklıma ardından. Bir de ne göreyim?
Tarih o günün tarihinden tam 3 yıl önceye ait bir tarihti. Evet evet, yanlış duymadınız. Tam 3 yıl önce son kullanım tarihi bitmiş bir undu elimdeki! İşte o an çok fazla sinirlendim. Hemen alışveriş yaptığımız fişi buldum ve başıma gelen bu iğrenç olayın hesabını sormak üzere telefonun başına geçtim.
Karşıma çıkan ilk kişiye ''şikâyetim olduğunu'' belirterek müşteri temsilcisi olduğunu zannettiğim ''en yetkili kişiye'' bağlandım. Yetkili kişi çok nazik biriydi. ''Buyrun, lütfen şikâyetinizi anlatın,'' diye yumuşak bir ses tonuyla giriş yaptı. Yaşadıklarımı en ince detayına kadar anlattım. Gayet anlayışlı bir şekilde ''Eyvah eyvah! Emeğiniz de boşa gitmiş,'' dedikten sonra ''Ben şimdi hemen ilgili elemanı o reyona gönderip bir baktırıyorum. Size en geç yarım saat içinde dönerim. Telefon numaranızı bir de adınızı-adresinizi alabilir miyim lütfen?'' dedi. ''Peki,'' deyip dediklerini yaptım ve telefonu kapattım mecburen; ama içimden de ''Kesinlikle kabul etmeyecekler şimdi. Son kullanım tarihi 3 yıl geçmiş ürün sattığını kim kabul eder?'' diye düşünüyorum.
Aradan daha yarım saat geçmeden adam beni aradı ve dedi ki: ''Sizden çok ama çok özür diliyoruz. O rafta aynen dediğiniz şekilde 3 yıl öncesi unlar var. Elemanlardan biri depoda yanlış yerden alıp getirmiş ve dizmiş o unları oraya. Sayenizde haberimiz oldu. Size çok ama çok teşekkür ederiz...''
Böyle bir açıklama karşısında ne denilebilirdi ki?
''Rica ederim. Beni dinleyip hak vermeniz bile yetti. Ben teşekkür ederim,'' dedim ve kapadım telefonu.
Ertesi gün geldi çattı. Ne oldu bilin bakalım?
Kapı çalındı ve kargo şirketlerinden biri benim adıma bir koli getirdi.
Açtığımda ne gördüm dersiniz? Fotoğrafını çektiğim yukarıdaki manzarayı...
Adama anlattığım poğaça hikâyem o kadar etkili olmuş ki yeniden poğaça yapabilmem için bana neler göndermişler bakar mısınız? Karıştırma kabından yumurtasına, sütünden margarinine, ununa, yumurtasına kadar hepsini! Hayatımda hiç bu kadar mahçup olduğumu da hatırlamıyorum inanın. Kalakaldım öylece...
Ve düşündüm de; adamlar sadece ve sadece telefonda anlattıklarıma inanarak ve güvenerek hatayı ''telafi'' ettiler. Hem de ne telafi. Oysa sadece inanmaları ve o hatayı kabul etmeleri yetmişti bana.
Peki ya, deselerdi ki:
''Alışveriş fişinizi bir görelim bakalım. Nerden biliyoruz bizden alışveriş yaptığınızı? O kadar eski tarihli mal satar mıyız hiç, deli misiniz?''
Hayatım boyunca unutamayacağım bu olayı...
İnsanların birbirlerine inanmaları, ağızdan çıkan sözlerin ''teminat'' yerine geçmesi ne güzel şey!
Yolda sık rastlanmakta olan şehir merkezlerinden uzak noktalara kurulmuş gross marketlerden en sonuncusunun önüne parkedilecek, evde bomboş beklemekte olan buzdolabı akılda tutularak bir alışveriş arabası çekilecek, içi mümkün olduğunca kısa sürede yiyecekle doldurulacaktır.
Eve bir an önce varılmak istendiğinden, ilgili reyonun bulunduğu tarafa uçarak gidilir. Raflar göz ucuyla hızla taranırken, marka, son tüketim tarihi vb detaylara hiç bakılmaz.
Çünkü bilinmektedir ki burada her daim kaliteli ve taze ürün satışı yapılmaktadır.
O nedenle göze ilişen ilk peynir, kaşar, yumurta, zeytin, tereyağı vb aceleyle sepete atılır.
Sebze reyonuna koşturulur, gerekli sebze-meyvelerden ışık hızıyla poşetlere doldurulur. Geri dönülür. Kasaya doğru hızla ilerlenir. Tam o esnada, köşedeki 1 kg'lık unlar göze ilişir ve ''Belki yarın poğaça da yaparız'' fikriyle alışveriş arabasına son olarak un da atılır.
Ödeme yapılır, alınanlar bagaja yerleştirilip 1 saate kalmadan eve gelinir.
Ertesi gün olur. Bir gün öncesinden akla yazılan poğaçayı yapmak üzere hazırlık başlar. Karıştırma kabına süt, yağ, yumurta gibi gerekli malzemeler konur. Ölçüler her zaman olduğu gibi ''göz kararı'' olduğundan un paketi açılır ve malzemenin üzerine boca edilmeye başlanır. Fakat o da nesidir? Unla birlikte kıvrım kıvrım kurtçuklar düşmektedir. Durulur ve paket hemen geri çekilir, içine bakılır. Aman Tanrım! İçi daha da beterdir!
Evet, yaşadıklarım kelimesi kelimesine bunlardı. Hayatımda hiç görmediğim, hatta duymadığım bir tabloyla karşılaşmış, şok olmuştum resmen! Son kullanma tarihine bakmak geldi aklıma ardından. Bir de ne göreyim?
Tarih o günün tarihinden tam 3 yıl önceye ait bir tarihti. Evet evet, yanlış duymadınız. Tam 3 yıl önce son kullanım tarihi bitmiş bir undu elimdeki! İşte o an çok fazla sinirlendim. Hemen alışveriş yaptığımız fişi buldum ve başıma gelen bu iğrenç olayın hesabını sormak üzere telefonun başına geçtim.
Karşıma çıkan ilk kişiye ''şikâyetim olduğunu'' belirterek müşteri temsilcisi olduğunu zannettiğim ''en yetkili kişiye'' bağlandım. Yetkili kişi çok nazik biriydi. ''Buyrun, lütfen şikâyetinizi anlatın,'' diye yumuşak bir ses tonuyla giriş yaptı. Yaşadıklarımı en ince detayına kadar anlattım. Gayet anlayışlı bir şekilde ''Eyvah eyvah! Emeğiniz de boşa gitmiş,'' dedikten sonra ''Ben şimdi hemen ilgili elemanı o reyona gönderip bir baktırıyorum. Size en geç yarım saat içinde dönerim. Telefon numaranızı bir de adınızı-adresinizi alabilir miyim lütfen?'' dedi. ''Peki,'' deyip dediklerini yaptım ve telefonu kapattım mecburen; ama içimden de ''Kesinlikle kabul etmeyecekler şimdi. Son kullanım tarihi 3 yıl geçmiş ürün sattığını kim kabul eder?'' diye düşünüyorum.
Aradan daha yarım saat geçmeden adam beni aradı ve dedi ki: ''Sizden çok ama çok özür diliyoruz. O rafta aynen dediğiniz şekilde 3 yıl öncesi unlar var. Elemanlardan biri depoda yanlış yerden alıp getirmiş ve dizmiş o unları oraya. Sayenizde haberimiz oldu. Size çok ama çok teşekkür ederiz...''
Böyle bir açıklama karşısında ne denilebilirdi ki?
''Rica ederim. Beni dinleyip hak vermeniz bile yetti. Ben teşekkür ederim,'' dedim ve kapadım telefonu.
Ertesi gün geldi çattı. Ne oldu bilin bakalım?
Kapı çalındı ve kargo şirketlerinden biri benim adıma bir koli getirdi.
Açtığımda ne gördüm dersiniz? Fotoğrafını çektiğim yukarıdaki manzarayı...
Adama anlattığım poğaça hikâyem o kadar etkili olmuş ki yeniden poğaça yapabilmem için bana neler göndermişler bakar mısınız? Karıştırma kabından yumurtasına, sütünden margarinine, ununa, yumurtasına kadar hepsini! Hayatımda hiç bu kadar mahçup olduğumu da hatırlamıyorum inanın. Kalakaldım öylece...
Ve düşündüm de; adamlar sadece ve sadece telefonda anlattıklarıma inanarak ve güvenerek hatayı ''telafi'' ettiler. Hem de ne telafi. Oysa sadece inanmaları ve o hatayı kabul etmeleri yetmişti bana.
Peki ya, deselerdi ki:
''Alışveriş fişinizi bir görelim bakalım. Nerden biliyoruz bizden alışveriş yaptığınızı? O kadar eski tarihli mal satar mıyız hiç, deli misiniz?''
Hayatım boyunca unutamayacağım bu olayı...
İnsanların birbirlerine inanmaları, ağızdan çıkan sözlerin ''teminat'' yerine geçmesi ne güzel şey!