2014/05/07

O Yediğin Tavuk Değil!

Yıllarca ''Açık süt tüketmeyin!'' dediler bize.
''Çok tehlikeli!'' dediler. ''Yemeklerinizde mısırözü yağı kullanın, ayçiçeği yağı felaket zararlı!'', hatta ''Et ürünleri yerine soya eti ve soya kıyması tercih edin. Sağlıklı olan budur!'' dediler. Bu türden uyarıların ardı arkası kesilmiyor, televizyonlardan, gazetelerden, kitap ve dergilerden bas bas bağırmaya devam ediyorlardı.
Duyduklarımızın her biri için ayrı şok oluyor, bugüne kadar yaptığımız söz konusu bu yanlışlar için büyük bir suçluluk duygusu içinde kahroluyorduk.
Sonra ne oldu peki? Yana yakıla halkı uyaranlar tam tersi olduğunu söylemeye başladılar.
Dahası, içlerinden bazıları özür bile diledi.
Örneğin Prof.Dr. Bingür Sönmez.

Demişti ki: Biz insanlara, özellikle kolestrolü ve kalp hastalığı olanlara yıllarca ''Yumurtadan uzak durun!'' dedik. Çok büyük yanlış yaptık. Özür dileriz. İsterlerse günde iki yumurta bile yiyebilirler.

Bahsettiklerimin hepsi bir yana, günümüzde öyle büyük bir tehlike var ki, lütfen hepimiz bu konuya büyük bir titizlikle uyalım ve yapılması gerekenlere çok dikkat edelim. Eskiden iki saatte zor pişen tavuk, şimdi neden 15 dakikada pişiyor? Neden ''körpe'' diye bir inanç var? O yediklerimiz tavuk değil!
Doğal ortamda yetiştirilmiş, organik bir tavuğun en az 1 yılda gelebileceği boyuta 45 günde getirilen endüstriyel tavuk onlar. Daha yumurtadan yeni çıkmış civcivken kemikleri gelişmesin, sırf et olsun diye durmadan antibiyotik verilen, tıpkı tarladaki patatesler gibi hiç kıpırdamadan yetiştirilen tavuklar.
Yumurtaları da klorla yıkanıp piyasaya sürülüyor.

Şimdi izninizle, konuk olduğu TV programlarını, konferanslarını ve basına yaptığı açıklamaları uzun bir süredir dikkatle takip ettiğim İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü öğretim üyesi Dr.Yavuz Dizdar'ın ''bozulmayan ve kokmayan endüstriyel ürünlerin tüketilmemesi, organik ürünlerin tercih edilmesi gerektiği'' konusundaki, çoğu zaman dehşete düştüğüm, aklıma bir mıh gibi yerleşen uyarılarının ve çarpıcı açıklamalarının daha önceden almış olduğum notlar doğrultusundaki satırbaşlarına geçiyorum:

• Dünya genelinde bütün kanserler değil, belli kanserler artıyor. Bunu Amerika da biliyor, durumun zaten farkındalar. Çok umurlarında olduğunu zannetmeyin, hiç umurlarında değil. Çünkü paralelinde ilaç endüstrisi gelişiyor. Önce hasta ediyor sonra ilaç satıyorlar.
Bugün geldiğimiz nokta; bir ülkenin gıdasını ne kadar endüstrileştirirseniz, ne kadar markete tıkarsanız, ne kadar uzun raf ömrü sağlar, ne kadar bozulmaz hale getirirseniz hastalığın da o oranda artıyor olmasıdır.

• Tavuk eti yalnızca kimyasal bir madde. Lezzet yok. O nedenle marine ediliyor, değişik soslara batırılıp kızartılıyor ve lezzet katkısı sağlanıyor. Burger markalarının yaptığı bu. Satın aldığınız endüstriyel tavuk paketlerinden ''boyun'' çıkıyor mu? Hiçbirinde yok. Neden? Kıpırdayamadan, hızla büyütülen hayvanda boyun kemiği gelişemiyor. Oysa tavuğun en lezzetli kısmı boynudur. Hayvanın diğer kemikleri de gelişemiyor.

• Vücudumuzun ana yapı taşları besinlerin içinde var ve bozdukları hep bu. Bu yapı taşlarının bozulmasını nerelerde görüyoruz? Tırnaklarınız kırılganlaşmaya başlıyor, bir süre sonra kolojen sentezi bozulduğu için saçlarınız bozulmaya başlıyor, bir süre sonra vücudunuzda fıtıklar oluşmaya başlıyor. ''Ne fıtığı var?'' diyorsunuz ''Sırt fıtığı var,'' diyor. ''Bel fıtığı var,'' diyor. Niye olduğunu zannediyorsunuz? Genç bir insanın niye fıtığı olsun ki? Çoğunda kilo fazlası bile yok. Çünkü vücut yapı taşını alamadığı için fıtıklaşmaya başlıyor.

• ''Sakın et kullanma. Soya eti kullan, soya kıyması kullan!'' Ana haber bültenleri dahil her yerde bunu duyuyorduk. Endüstri organizedir. Siz soya ürünlerini Türkiye'ye sunmak istediğiniz zaman (O topraklarda yetişmeyen yeni bir meyve türü de olabilir), birilerini bulur, bunu ona söyletirsiniz. Kimse sadece ''Ben bunu getirtiyorum,'' deyip beklemez. İşte bu aşamada endüstri bir miktar akademiyi kullanır. Akademi de yani öğretim üyeleri de kullanılmaya müsait olmuş. Maalesef gıdadaki bu değişim yeteri kadar sorgulanmamış. Olayın özü 2000'lerin başına gidiyor. Çünkü hastalık son 15 yılda arttı. Görülen en önemli etken yiyecek ve içeceklerin içeriğindeki bozulma ve zayıflama...
Doğalını bulmaya çalışın.

• Genetiği değiştirilmiş soya bitkisi. Endüstride kullanılan formdur soya, küspesi yem sanayinin girdisini oluşturuyor. Soya kıyması, soya eti olarak girdi piyasaya. Çok az miktarda kullanılıp bol miktarda suyu çekebilecek kadar yoğunlaştırılabiliyordu, sünger gibiydi.
Yiyeceklerin içeriğini bilemiyoruz. Genetiği değiştirilmiş katkı maddesi de söz konusu. İçerisine miktar artırmak amacıyla soya eklenmişse? Endüstriyel soya alıyor, sıkıp yağını çıkarıyorlar. En sonunda küspe halinde kalıyor.

• Bıldırcın normalde senede kendi halinde 20 tane yumurtlar. Kafesin içine hiç kıpırdamadan koyarsanız her gün yumurtlar. Ancak, kafesin içinde duran hayvanda stres hormonu gelişiyor: Kortizon
Ve kortizon yumurtanın içine de geçiyor. Bunu araştırma sonuçları söylüyor.
Üretim koşullarının hayvanlar için de insanileşmesi gerekiyor. İstiyorlar ki küçük alanda çok hızlı ve çok miktarda üretim yapsınlar. Bu olmuyor. Yumurta hayvandan gün ışığı ile uyarılarak doğuyor. Bunu siz gün ışığını taklit ederek yaparsanız hayvan peş peşe yumurtlar.

•İngiltere'de free lunch (serbest dolaşan) olayı vardır. Yedikleriniz ne kadar ''dolaşarak'' sağlanmışsa aynı ölçüde sağlıklı ve kalitelidir.

• Tüylenme... Biz bunu tedavi ederek altından kalkamayız. O yüzden kırılmayın lütfen. Artı; çocuklarımız şişmanladı. Hepsinin birtakım endeksleri yükselmeye başladı. Bunu demek ki yakınımızdaki bir şeylerde arayacağız. Şu sihirlidir, şunu yemeniz gerekir diyemiyorum. Bu anlamda her şeyin, yiyeceklerin birbiriyle çok fazla ilişkili olduğunu görüyorum.

• Elmaya olgunlaşmamış bile olsa etilen gazı veriliyor ve o kırmızı renk oluşuyor. İsterseniz sarı bir elmayı kırmızı bir elma haline getirebilirsiniz. Isırdığınız zaman lezzet var mı?
Hem insan hem hayvan vücudunun ihtiyacı olan, yapılamayan birtakım maddeler var. Bunları et, süt, meyvelerle bir şekilde almamız gerekiyor.

• GDO'lu gıdayı anlamak için 4 yol vardır: 1- Mevsimi 2- Kokusu 3- Tadı 4- Dokusu

• Adamın 100 dönüm bahçesi var. Elmaların hepsinin aynı anda olgunlaşmasını istemiyor.
Bir ilaç var, onu attığınız zaman olgunlaşmayı durduruyor.
Çünkü olgun halde toplarsanız İstanbul'a gönderene kadar yolda bir kısmı zayi olur. Bu anlaşılmış bir mekanizma. Nasıl yapılacağını biliyorlar. Bir kere meyveyi ham toplamak esas. Bozulma riskini azaltıyorsunuz. İçine bir şeyler zerkederseniz küflenme riskini de ortadan kaldırıyorsunuz.
Eskiden karpitle sarartma vardı. Muzda ve portakalda örneğin. Görüntü olarak mükemmelin karşılığını veriyor. Fakat yediğiniz zaman tadı yok. Biz bunlardan çok fazla eksik kalmaya başladık. O kadar çok birikti ki. Çünkü hayvanı da yemle besliyorsunuz sütünün kalitesi düşüyor. Sütte çok verim alınıyor gibi duruyor; ama içerik zayıf. Bu kadar zayıf içeriklerle vücudumuzun ihtiyaç kaynaklarını yerine koymamız mümkün değil. Bu açığı kapatmamız gerek. Bunların hepsi çok ciddi hastalanma unsurudur. Özellikle çocukların metabolizması belli bir yaşta çok hızlıdır. Hızla boy atıp hızla gelişirler. Üstelik bunun sonucunda ihtiyaçlarının katlandığı bir dönem geçiriyorlar.
Vitamin hapları çözüm mü, değil. Kaliteli, doğal ürünlerle beslenen çocukta vitamin eksikliği olmaz.

• Sosis örneğin. Normal şartlarda, bağırsağın içinde oluşturulmuş bir sosis değil. Sosise, salama bayılan bir kedi bugün çok açken bile bu ürünleri yemiyorsa, sütü içmiyorsa olayın vahametini düşünün.
Kedilere güvenin. Kediler UHT süt içmiyor. Mecidiyeköy Ortaklar Caddesi'ndeki barınaklara sosisli makarna döküldüğünde kediler sadece makarnayı yiyor, sosisleri bırakıyorlar.

• Elmada koku ve renk ve tat aynı anda olmalı. İçerik bunları karşılayamıyor. Çileğe bakın. Kocaman; ama içi boş. Ağzınıza atın, saman gibi. Bunlarda flavonoid olmuyor ve büyümeyi karşılayamıyor.
Beynin ara geçiricileri için hammadde oluşturan bazı maddeler var. Bunları insan vücudu oluşturamıyor. Bunlar yalnız meyve ya da sebzenin doğal ve olgun formunda var.

• Olay ''Pirinç mi yenmeli, bulgur mu?'' meselesini çoktan aştı. Duyarlı olmak gerekiyor. Kaynaklar az. Kesinlikle ve mümkün olduğunca bilinçlenmek gerekiyor.