Geceyi tüm karanlığıyla yorgun bedenine çeken çocuk, içindeki çığlıklara inat sabahın ilk ışıklarını yüreğine doldurarak uyanmıştı yine. Hiç yaşayamadığı çocukluğuna, boyacı sandığından ellerine, yüzüne bulaşan karalardan pek farkı olmayan alnındaki yazıya isyanı vardı. Her sabah yılmadan doğan güneş dünyaya yeni bir pencere açarken, belki de bir gün kaderine, el değmemiş umutlarına birileri dokunacaktı, kim bilir?
Ve işte...
''Çocuk İşçiliğine Hayır'' yazan afişler vardı her yerde. Neler oluyordu?
Çok geçmeden protestocu bisikletliler geldiler ve sessiz eylemlerine başladılar.
Eve ekmek götürme derdini unutmuştu çocuk. Fırtına adını verdiği ekmek teknesini ve konserve kutusundan taburesini kapıp onların yanlarında aldı soluğu.
''Varlığını farkedip'' ona da bir şapka ve bayrak verdiler. Bir de tişört...
Hepsinin üzerinde de ''Çocuk İşçiliğine Hayır'' yazıyordu.
Bir şeyler değişecek miydi şimdi hayatında?
Yoksa şairin '' Bütün derinlikler sığ, sözcüklerin hepsi iğreti. Değişen bir şey yok hiç, ölüm hariç. Aynı gökyüzü aynı keder,''dediği gibi miydi yine?
O mahzun gözlerinde dalga dalga dolanan bulutlar içime kötü işledi çocuk. Onların anlamını çözüp kelimelere dökebilmem ne mümkün? Söyle, bir anlığına da olsa mutlu edebildik mi seni o gün? Ama bil ki; sana olan çaresizliğim, o kalabalıkta beni farkedip şapkanı gözlerine indirmen, ''Çek Abla!'' deyişin yüreğime ömrüm boyunca unutamayacağım, silinmez bir iz bıraktı!