22/04/2020

Balkondaki Çifte Kumrular

Sokaklarda insan yok. Dolayısıyla sadece bizlerin değil, hayvanların da alıştığı düzen bozuldu.

Kumrular, serçeler, kargalar arada balkonlara gelip konuyorlar. Muhtemelen karınları aç. Bir tabağa evde pek itibar görmeyen kepekli bulgurdan koysam yerler mi acaba diye düşünüp eyleme geçtim. Hem de nasıl yerlermiş...

Bakar mısınız, hayvanlar açmış. Dün akşam saatlerinden beri balkona koyduğum köpükten yem tabağının başına konan konana. Balkondan hiç ayrılmıyorlar. Malum, #EvdeKal günlerindeyiz. Kimse kimseyi ziyaret edemiyor, misafirliğe gidip gelemiyor. Ama bakın benim misafirlerime. Hem de en sevdiğim kuşlar geldi.

O dünya sevimlisi masum suratlarıyla kumrular ve cingöz kargalar artık hep balkondalar. Ben de içeriden keyifle onları gözlemliyorum. Böylece birbirinden pek de farkı olmayan sıradan günlerime renk gelmiş oldu. İnsanlar ve hayvanlar birbirine muhtaç. Bunu da anlamış oldum. Çifte kumrulardan bir tanesinin beni farkedip camın önüne kadar gelişine bakar mısınız? Kumru demek anneannem demektir benim için. Çünkü ötüşlerini ezgisiyle birlikte kelimelere dökerdi rahmetli. Derlermiş ki: ''Kız kumru, yağ döktü, kim döktü. Ben dökmem, kim döktü?'' Şimdi bu kelimeleri ötüşlerindeki melodiye yerleştirin. Hah işte. Kumru demek, anneannem ve bu tarz bir nakaratla söylenen melodi demektir benim için.

Şu tatlışın masum suratına bakar mısınız? Camın önüne gelip hiç ürkmeden neler yapıyor. 
Dilimize yerleşmiş olan ''çifte kumrular'' nitelemesi boşuna değildir, bilirsiniz. Kumrular hep çift olarak gezerler. Bunun asıl nedenini sorgulayacak olursanız kumruların eşlerine bağlılığı ile ünlü olduğunu, asla eş değiştirmediğini öğrenirsiniz. Bir yerde tek başına bir kumru görürseniz bilin ki eşi ölmüştür. Çünkü kalan eş ömrü boyunca başka bir kumruyla eşleşmiyor. Asla başka bir kuşun yuvasına girmiyor. İçinde bulunduğu şartlara uyum gösteriyor.

Anneannemden öğrendiğim kumru melodisinin anlamını yıllar yılı çözemedim. Muhtemelen o da bilmiyordu. Bilse anlatırdı mutlaka. Demek ki bu bir halk anlatısıymış ve o sadece bu kadarcığını biliyormuş. Kim yağ dökmüş? Ne yağı? Ne olmuş da sen mi döktün, ben dökmem, vb. sözler adeta bir ağıtmış gibi nakarat haline getirilmiş? Eh be, birazcık araştırınca çocukluğumdan beri süregelen bu sırrı çözmez miyim?!

Bir zamanlar biri kız diğeri erkek iki kardeş varmış. Anneleri erkenden öldüğünden babaları yeniden evlenip üvey ana getirmiş. Üvey ana tıpkı Külkedisi masalında olduğu gibi evin tüm işlerini bu iki kardeşe yaptırır, üstüne üstlük de onlara yapmadığı eziyet bırakmazmış. Günlerden bir gün çocuklar mutfakta temizlik yaparken kardeşlerden kız olanı yeni alınan kilimin üzerine elindeki yağ fıçısını devirmez mi? Oğlan da tuz kabını! İki kardeş korkudan ne yapacaklarını bilememiş, Allah’a dua etmişler: ''Allahım ne olur kuş olup kaçalım. Yoksa üvey annemiz bizi çok feci döver, eziyet eder'' diye ağlamışlar. Ve... O an duaları kabul olmuş, iki çocuk birer kumru olmuş, evden uçup gitmişler. Babaları çocukların kaybolduğunu zannetmiş. Üvey ana mı? Her gün pencereye gelip konan bir çift kumrunun onlar olduğunu bilirmiş. O yüzden de çifte kumrular ötmeye başlayınca biri ''Yağ döktüm'' derken öteki ''Tuz döktüm, ben korktum'' dermiş sürekli. Velhasıl, çok acıklı bir halk hikâyesiymiş bu, çok :((

İşte böyle. Söyler misiniz, şimdi ben kumruları eskisinden daha çok sevmeyeyim de ne yapayım?
En iyisi balkona çıkıp biraz daha yem dökeyim....


* * *