Mete on yaşlarında, kimya mühendisi bir anne ve babanın üzerine titredikleri tek çocukları.
Maddi durumu son derece iyi olan ve İstanbul'un en lüks semtlerinden birinde yaşayan aile, özel bir okulda okuttukları oğullarına olabilecek, akla gelebilecek her türlü imkânı sağlıyor.
Ailenin Mete'nin gelişiyle neredeyse tamamen değişmiş olan yaşamı sadece ona endeksli. Gözlerinden bile sakındıkları oğullarının bir dediğini iki etmiyor, onu özenle, hatta modern pedagojiden ve uzmanlardan destek alarak, aynı zamanda huzurlu bir ortamda ve güven duygusu içinde yetiştiriyorlar. Sevgiyle ve şefkatle büyütülen Mete karşılığını fazlasıyla veriyor onlara. Daha o yaşında herkesin hayranlık duyduğu, kendiyle barışık, sevgi ve saygı dolu, ailesine çok fazla düşkün, harika bir çocuk oluyor. Derslerinde de son derece başarılı.
Ama tek bir sorun var:
Mete, henüz birkaç günlük bir bebekken Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan evlatlık olarak alınmıştır.
Bunu ona nasıl söyleyeceklerdir?
Psikologlarının yönlendirmeleri doğrultusunda artık bunun vakti gelmiştir.
Gerekli bilgiler ve talimatlar alınmış, hatta Mete yokken provalar bile yapılmıştır.
Ne kadar zor olursa olsun, önlerindeki birkaç hafta içinde bunun kesin uygulanması gerekmektedir.
Psikolog son olarak; Mete vakit geçirmekten çok hoşlandığı bir aktivite içindeyken (yani yarı meşgulken) konunun açılmasını istemiştir. Her şey hazırdır...
Ta ki birkaç gün sonra kapıları kılıksız ve nemrut bir adam tarafından peş peşe ve yumruklanırcasına çalınana dek...
Gelen adam Mete'nin babasıdır. Daha hamileliğinin başındayken boşayıp ortada bıraktığı eşinin izini sürmüş, çocuğun evlatlık verildiğini öğrenip, onu almaya gelmiştir.
Her şey kurallara uygun yapılmasına rağmen ''evlatlık verilme olayında babanın haberi ve imzası olmadığı'' şeklinde sonradan gündeme gelmiş bir gerekçe yüzünden kanunlar adamdan yanadır.
Başka bir kadınla evlenen, ilk karısı ve çocuğu yıllarca aklının ucundan bile geçmemiş olan bu adam, Afyon ilinde kasaplık yapmaktadır. Şimdiki eşinden yıllarca çocuğu olmayınca, aklına boşadığında hamile olan eski eşi gelmiş,
''Benim hazırda bir çocuğum olması lazım'' fikriyle yollara düşmüştür.
Bu terbiyesiz ve vicdansız insan müsveddesi, bırakın aileye teşekkür etmeyi, yapılan ricalara bile küfürlerle karşılık vererek, Mete'yi adeta söke söke alıp, yaşadığı şehre götürmüştür.
Şimdi ne oldu?
Özenle yetiştirilmekte olan nadide bir çiçek soldu. Evet, soldu...
Kaç kişinin hayalleri, emekleri ve umutları insanlıktan nasibini almamış, adına ''baba'' denilen iğrenç bir adamın ellerinde hoyratça paramparça edildi...
Kim bilir ne yapıyor şimdi Mete? O hassas kalbi kim bilir nasıl kan ağlıyor?
Ya İstanbul'daki ailesi? Psikolojik travmadan başka ne olabilir sonları?
Bir daha kendine gelebilecek mi hiçbiri?
(Hafta sonu görüştüğüm bir arkadaşımdan dinlediğim ve halen içimden atamadığım gerçek bir hikâyedir.)
Maddi durumu son derece iyi olan ve İstanbul'un en lüks semtlerinden birinde yaşayan aile, özel bir okulda okuttukları oğullarına olabilecek, akla gelebilecek her türlü imkânı sağlıyor.
Ailenin Mete'nin gelişiyle neredeyse tamamen değişmiş olan yaşamı sadece ona endeksli. Gözlerinden bile sakındıkları oğullarının bir dediğini iki etmiyor, onu özenle, hatta modern pedagojiden ve uzmanlardan destek alarak, aynı zamanda huzurlu bir ortamda ve güven duygusu içinde yetiştiriyorlar. Sevgiyle ve şefkatle büyütülen Mete karşılığını fazlasıyla veriyor onlara. Daha o yaşında herkesin hayranlık duyduğu, kendiyle barışık, sevgi ve saygı dolu, ailesine çok fazla düşkün, harika bir çocuk oluyor. Derslerinde de son derece başarılı.
Ama tek bir sorun var:
Mete, henüz birkaç günlük bir bebekken Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan evlatlık olarak alınmıştır.
Bunu ona nasıl söyleyeceklerdir?
Psikologlarının yönlendirmeleri doğrultusunda artık bunun vakti gelmiştir.
Gerekli bilgiler ve talimatlar alınmış, hatta Mete yokken provalar bile yapılmıştır.
Ne kadar zor olursa olsun, önlerindeki birkaç hafta içinde bunun kesin uygulanması gerekmektedir.
Psikolog son olarak; Mete vakit geçirmekten çok hoşlandığı bir aktivite içindeyken (yani yarı meşgulken) konunun açılmasını istemiştir. Her şey hazırdır...
Ta ki birkaç gün sonra kapıları kılıksız ve nemrut bir adam tarafından peş peşe ve yumruklanırcasına çalınana dek...
Gelen adam Mete'nin babasıdır. Daha hamileliğinin başındayken boşayıp ortada bıraktığı eşinin izini sürmüş, çocuğun evlatlık verildiğini öğrenip, onu almaya gelmiştir.
Her şey kurallara uygun yapılmasına rağmen ''evlatlık verilme olayında babanın haberi ve imzası olmadığı'' şeklinde sonradan gündeme gelmiş bir gerekçe yüzünden kanunlar adamdan yanadır.
Başka bir kadınla evlenen, ilk karısı ve çocuğu yıllarca aklının ucundan bile geçmemiş olan bu adam, Afyon ilinde kasaplık yapmaktadır. Şimdiki eşinden yıllarca çocuğu olmayınca, aklına boşadığında hamile olan eski eşi gelmiş,
''Benim hazırda bir çocuğum olması lazım'' fikriyle yollara düşmüştür.
Bu terbiyesiz ve vicdansız insan müsveddesi, bırakın aileye teşekkür etmeyi, yapılan ricalara bile küfürlerle karşılık vererek, Mete'yi adeta söke söke alıp, yaşadığı şehre götürmüştür.
Şimdi ne oldu?
Özenle yetiştirilmekte olan nadide bir çiçek soldu. Evet, soldu...
Kaç kişinin hayalleri, emekleri ve umutları insanlıktan nasibini almamış, adına ''baba'' denilen iğrenç bir adamın ellerinde hoyratça paramparça edildi...
Kim bilir ne yapıyor şimdi Mete? O hassas kalbi kim bilir nasıl kan ağlıyor?
Ya İstanbul'daki ailesi? Psikolojik travmadan başka ne olabilir sonları?
Bir daha kendine gelebilecek mi hiçbiri?
(Hafta sonu görüştüğüm bir arkadaşımdan dinlediğim ve halen içimden atamadığım gerçek bir hikâyedir.)
Görsel:Boy on the steps by perselus