Koskoca şehirde, binlerce ağaç arasından yalnızca onu seçmiştim. Varoluş süresince gerekli olan nüveyi içinde sımsıkı saklayan ağaç.
Bahar geldiğinde yansıttığı kıpırdanmaları dikkatle izlemeyi çok sevdiğim, içindeki güneşi ruhunun en aydınlık sabahında doğurmak üzere bekleyen ağaç. Kayısı ağacı, benim ağacım...
O yapayalnız bir ağaçtı. Her gün önünden geçen yüzlerce arabayı sessizce izler, belki de içlerindeki insanlar için mutlu öyküler yazardı.
Şehirler arası bir yola bakan pahalı bir arsanın tek ağacıydı.
Etrafındaki bütün arsalar inşaatla; evler, okullar, insanlarla dolmuş, yanı başına kadar gelip dayanmış, yine de yalnızlığını alamamışlardı. Sahibi kimdi, nerelerdeydi?
Onu halen kesmeye kıyamayan eller kimlerin eliydi?
Köklerini yıllardır güvenle salıverdiği toprak çimlerle kaplı değildi artık.
Birkaç hafta önce hiç tanımadığı adamlar eski püskü bir kamyonla yanaşıp turuncu renkli iri çakıl taşları atıp gitmişlerdi etrafına.
Nefes almakta hiç bu kadar zorlandığını hatırlamıyor, bu baharın artık sonuncu baharı olduğunu hissediyordu.
Kış şartları ağır geçmediği için miydi, geçen yılkinden haftalarca önce çiçekler açış? Yoksa varlığı sona ermek üzere olduğu için miydi üzerindeki bu erkenden giyilmiş gelinlik?
Sebebi ne olursa olsun damarlarında gezinen sihirli güç hiç duraksamamalı, hayat vermek üzere dallara akmalıydı.
O, insanlığa sevgiyle hizmet etmiş, emektar bir kayısı ağacıydı.
Üzerindeki tüm çiçekleri yemyeşil yapraklarıyla büyütüp meyveye dönüştürmeli, son kez sunmalı,
varoluş sürecini olması gerektiği şekilde, onurla noktalamalıydı...
(8 Haziran 2013)
Bahar geldiğinde yansıttığı kıpırdanmaları dikkatle izlemeyi çok sevdiğim, içindeki güneşi ruhunun en aydınlık sabahında doğurmak üzere bekleyen ağaç. Kayısı ağacı, benim ağacım...
O yapayalnız bir ağaçtı. Her gün önünden geçen yüzlerce arabayı sessizce izler, belki de içlerindeki insanlar için mutlu öyküler yazardı.
Şehirler arası bir yola bakan pahalı bir arsanın tek ağacıydı.
Etrafındaki bütün arsalar inşaatla; evler, okullar, insanlarla dolmuş, yanı başına kadar gelip dayanmış, yine de yalnızlığını alamamışlardı. Sahibi kimdi, nerelerdeydi?
Onu halen kesmeye kıyamayan eller kimlerin eliydi?
Köklerini yıllardır güvenle salıverdiği toprak çimlerle kaplı değildi artık.
Birkaç hafta önce hiç tanımadığı adamlar eski püskü bir kamyonla yanaşıp turuncu renkli iri çakıl taşları atıp gitmişlerdi etrafına.
Nefes almakta hiç bu kadar zorlandığını hatırlamıyor, bu baharın artık sonuncu baharı olduğunu hissediyordu.
Kış şartları ağır geçmediği için miydi, geçen yılkinden haftalarca önce çiçekler açış? Yoksa varlığı sona ermek üzere olduğu için miydi üzerindeki bu erkenden giyilmiş gelinlik?
Sebebi ne olursa olsun damarlarında gezinen sihirli güç hiç duraksamamalı, hayat vermek üzere dallara akmalıydı.
Üzerindeki tüm çiçekleri yemyeşil yapraklarıyla büyütüp meyveye dönüştürmeli, son kez sunmalı,
varoluş sürecini olması gerektiği şekilde, onurla noktalamalıydı...