Karadeniz'in lacivert sularının, saklı kalmış eşsiz güzelliklerini kucaklayıp mavi ile yeşili birleştirdiği cennet gibi bir yarımada Sinop. Yurdumuzun en kuzey noktasında yer almış olan, ünlü filozof Diyojen'in diyarı, nice şair ve yazara ilham veren kentimiz.
Refik Halid Karay'ın "Memleket Hikâyeleri" adlı kitabında 'havası, suyu, yemeği istekler uyandıran' bu kentte kadınsızlıktan sızlanan üç arkadaşı anlatan "Şaka" adlı öykü 1915 Sinop'unda geçiyor örneğin:
"Kepenkleri yarı kaldırılmış loş meyhaneleri, müşterisiz, boş dükkânları, sessiz, uykulu evleriyle gündüzleri hareketsiz, şamatasız duran, akşama doğru meydana balık sergileri ve istiridye işportaları dizildikten sonra halk ve uğultu ile dolan'' Sinop'ta.
Tarihi Sinop Kalesi'nden limana bakış>
Doğanın cömertçe bahşettiği nimetlerin yanı sıra iki bin yıllık görkemli bir yapıyla da anılmakta olan, çok sayıda ünlünün, çok sayıda sanatçının, gazeteci ve yazarın yatmış olduğu bir ''mahpus'' kenti Sinop.
Tarihi cezaevi; sürgünleriyle, firar etmenin imkânsızlığıyla ve cezasını burada çekmiş tarihi kişilerle
birçok esere konu olmuş. Günümüzde ise ziyarete açık, görsel bir alan haline getirilmiş.
Adı Sinop Cezaevi ile en çok özdeşleşmiş olan Sabahattin Ali, orada kaldığı yılları ''Duvar'' isimli öyküsünde şu şekilde aktarıyor:
''Uzun zamanlar deniz kenarında ve surlar içindeki bir hapishanede kaldım. Kalın duvarlara vuran suların sesi, taş oralarda çınlar ve uzak yolculuklara çağırırdı. Tüylerinden sular damlayarak surların arkasında yükseliveren deniz kuşları demir parmaklıklara hayretle bakarlar ve hemen uzaklaşırlardı.''
Sabahattin Ali, 1936 yılında yazdığı, yarım kalan bir firarı anlatan ve kendisine kır saçlı bir mahkûm tarafından aktarılmış olan ''Duvar'' adlı bu öyküsünde tutukluluk günlerine sık sık geri döner:
" Fakat benim kaldığım hapishanede her şey, her ses, hürriyeti gözlerinin önüne kadar getirmek, sonra birdenbire çekip götürmek için yapılmış gibiydi. Surların üstünde büyüyen ufak ufak ağaçlar, yosunlu taşlardan aşağı sarkan sarı çiçekler, bir bahar havası içinde eli kolu bağlı olmanın bütün acılarını içime dökerdi. Uçsuz bucaksız gökte bir kuğu gibi ağır ağır yüzen bulutlar benden bir teselliyi; unutmayı alırlardı."
Sabahattin Ali ayrıca o dönemde yazdığı şiirlerini "Hapishane Şarkısı" başlığı ile bir araya getirmiştir.
20 yaşında girdiği Sinop Cezaevi'nde 10 yıl yatan Kerim Korcan da kızına yazdığı şiirde cezaevini şöyle anlatmış:
Dr.Rızanur Caddesi. Nam-ı diğer; Âşıklar Caddesi
Karakum Plajı yolu olağanüstü manzaralarla bezeli...
Karakum (akşamüzeri)
Ceviz ile mantı yakışır mı, yakışır. Sinop'a özgü bu leziz mantıdan ve nokuldan tatmadan dönülmez tabii...
Sinop Öğretmenevi son derece kaliteli hizmet veriyor, bilginize...
Ve Sinop Valisinin Dr. Rızanur Caddesindeki evinin bahçesindeki manolya ağacının boyuna dikkat edin lütfen.
(Bu ne kadar uzun bir tamlama oldu?!)
Sinop'a Şahin Tepesi'nden bir bakış.
Sana doymak, senden bıkmak asla mümkün değil.
Birgün yeniden görüşmek üzere hoşça kal güzel Sinop.
Refik Halid Karay'ın "Memleket Hikâyeleri" adlı kitabında 'havası, suyu, yemeği istekler uyandıran' bu kentte kadınsızlıktan sızlanan üç arkadaşı anlatan "Şaka" adlı öykü 1915 Sinop'unda geçiyor örneğin:
"Kepenkleri yarı kaldırılmış loş meyhaneleri, müşterisiz, boş dükkânları, sessiz, uykulu evleriyle gündüzleri hareketsiz, şamatasız duran, akşama doğru meydana balık sergileri ve istiridye işportaları dizildikten sonra halk ve uğultu ile dolan'' Sinop'ta.
Doğanın cömertçe bahşettiği nimetlerin yanı sıra iki bin yıllık görkemli bir yapıyla da anılmakta olan, çok sayıda ünlünün, çok sayıda sanatçının, gazeteci ve yazarın yatmış olduğu bir ''mahpus'' kenti Sinop.
Tarihi cezaevi; sürgünleriyle, firar etmenin imkânsızlığıyla ve cezasını burada çekmiş tarihi kişilerle
birçok esere konu olmuş. Günümüzde ise ziyarete açık, görsel bir alan haline getirilmiş.
Adı Sinop Cezaevi ile en çok özdeşleşmiş olan Sabahattin Ali, orada kaldığı yılları ''Duvar'' isimli öyküsünde şu şekilde aktarıyor:
''Uzun zamanlar deniz kenarında ve surlar içindeki bir hapishanede kaldım. Kalın duvarlara vuran suların sesi, taş oralarda çınlar ve uzak yolculuklara çağırırdı. Tüylerinden sular damlayarak surların arkasında yükseliveren deniz kuşları demir parmaklıklara hayretle bakarlar ve hemen uzaklaşırlardı.''
Sabahattin Ali, 1936 yılında yazdığı, yarım kalan bir firarı anlatan ve kendisine kır saçlı bir mahkûm tarafından aktarılmış olan ''Duvar'' adlı bu öyküsünde tutukluluk günlerine sık sık geri döner:
" Fakat benim kaldığım hapishanede her şey, her ses, hürriyeti gözlerinin önüne kadar getirmek, sonra birdenbire çekip götürmek için yapılmış gibiydi. Surların üstünde büyüyen ufak ufak ağaçlar, yosunlu taşlardan aşağı sarkan sarı çiçekler, bir bahar havası içinde eli kolu bağlı olmanın bütün acılarını içime dökerdi. Uçsuz bucaksız gökte bir kuğu gibi ağır ağır yüzen bulutlar benden bir teselliyi; unutmayı alırlardı."
Sabahattin Ali ayrıca o dönemde yazdığı şiirlerini "Hapishane Şarkısı" başlığı ile bir araya getirmiştir.
20 yaşında girdiği Sinop Cezaevi'nde 10 yıl yatan Kerim Korcan da kızına yazdığı şiirde cezaevini şöyle anlatmış:
"İşte sürgünler cehennemi olarak
Ün yapmış Sinop bu
Nelerin gelip
Deve kervanları misali
Nelerin göçtüğünü
Surlardan kalelerden
Ve genç pehlivanlar gibi
Dirice köprüye yatmış
Kemerlerden ibretle oku
Martılar
Çığlık çığlığa uçuşurken
Karadeniz asırlarca
Ağır toplarıyla döğmüş döğmüş kıyılarını ..."
* * *
Ve Sinop Valisinin Dr. Rızanur Caddesindeki evinin bahçesindeki manolya ağacının boyuna dikkat edin lütfen.
(Bu ne kadar uzun bir tamlama oldu?!)
Sana doymak, senden bıkmak asla mümkün değil.