1932 yılında Konya'dan Sinop Cezaevi'ne nakledilmiş olan Sabahattin Ali,
''Eşkıya Dünyaya'' adlı şiirinin haricinde, içlerinde ''Leylim Ley'' ve 'Aldırma Gönül'' adlı şiirlerin de bulunduğu ve bugün bile dillerden düşmeyen
''Eşkıya Dünyaya'' adlı şiirinin haricinde, içlerinde ''Leylim Ley'' ve 'Aldırma Gönül'' adlı şiirlerin de bulunduğu ve bugün bile dillerden düşmeyen
5 hapishane şarkısını Sinop Cezaevi'nde yazar.
LEYLİM LEY Döndüm daldan düşen kuru yaprağa
Seher yeli dağıt beni kır beni
Götür tozlarımı burdan uzağa
Yarin çıplak ayağına sür beni
Aldım sazı çıktım gurbet görmeye
Dönüp yare geldim yüzüm sürmeye
Ne lüzum var şuna buna sormaya
Senden ayrı ne hal oldum gör beni
Ayın şavkı vurur sazım üstüne
Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne
Ay bir yandan sen bir yandan sar beni
Yedi yıldır uğramadım yurduma
Dert ortağı aramadım derdime
Geleceksen bir gün düşüp ardıma
Kula değil yüreğine sor beni
Koğuşun paslanmış demir kapısındaki küçük pencereden görünen ''Aldırma Gönül'' yürek burkuyor.
Sabahattin Ali'nin ''eli kolu bağlı olmanın bütün acıları içine döktüğü'' ve şiirlerini ve öykülerini yazdığı koğuş
İçeri girme izniniz yok. Koğuşun parmaklıklardan oluşan ikinci kapısı sürekli kilitli.
(Alt fotoğrafı, sol kolumu fotoğraf makinasıyla birlikte parmaklıklardan içeri sokarak çekebildim.)
Bu kapıyı kimler bu hale getirmiş? Biraz sorumluluk lütfen. Biraz saygı!
Koğuşun bulunduğu koridorda sergilenmekte olan pano
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma
Dışarıda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma
Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz gibidir gökyüzü
Aldırma gönül aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Mapus yata yata biter
Aldırma gönül aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma
Nice mahkûmun naralarıyla inlemiş dört bin yıllık kalın surların sakladığı bu devasa mekânda yer almış zindanlar ve onlarca disiplin hücresi, içinizi bugüne kadar asla yaşamadığınız derin bir ürpertiyle dolduruyor.
Duvarlarda çentikler...
Hangi yana dönerseniz dönün, binlerce mahkûmun ardında bıraktığı acı hikâyelerden biriyle yine de çarpışacak olan yüreğiniz paramparça!
Bir labirent gibi dizilmiş hücrelerde neler yaşandığını içlerindeki zifiri karanlığın gizlemesi ne mümkün?
Boyası dökülmüş rutubetli duvarlardan sızan, yalnızca kopkoyu bir keder ve acı...
Acı, hüzün... Haykırışlar, çığlıklar...
Sevdiğine dokunamamış, demir parmaklıklarda asılı kalmış eller!
Tüyleriniz diken diken...
Geçmişle bugün arasında, paslı bir zaman tünelindesiniz.
''Anadolu'nun Alcatraz'ı'' burası.
En soğukkanlı insanı bile darmadağın eden,
bambaşka bir boyuta geçiren Sinop Cezaevi!
Özgürlüğe duyulmuş o dayanılmaz özlemin sesi,
surlardan yükselen martıların kanatlarında halen...
Ancak, görebilmek ne mümkün?
Yalnızca sesi var,
Yalnızca sesi...
Martıların çığlıklarına karışan sesi...
Sinop'u tanıtan yazım için iskeleden şehrin görüntülerini almaya çalışırken bir de baktım kadraja girivermiş.
Pala, Pardon filminde de oynamış ünlü bir gardiyan. Cezaevi kapanınca emekli olmuş.
Kendisiyle konuşmak mümkün olamadı maalesef. Çünkü görüldüğü gibi sürekli telefonuyla meşguldü.