Bozcaada’ya gezmeye gelenler, kedilerden sonra (bazen de önce) kargaların bolluğunu farkederler. Hele fırtına öncesinde kalenin üzerinde rüzgâr dansı yapan yüzlerce karganın toplu uçuş gösterisi turistik yerlerde yapılan ses ve ışık gösterilerine fark atar.
O ne cayırtılı korodur, o ne ani dönüşlerle bezenmiş koreografidir, akrobasidir…
Sonra, özellikle meydana yakın kahvelerde otururken, etrafta gezinen kargaların samimiyeti dikkatleri çeker. Masaların üzerinde, sandalyelerin kenarında, ayakların dibinde dolaşırlar.
Oysa normalde kargalar ürkek, pimpirikli kuşlardır. Yemek yerken yaptığınız sert kol hareketlerinden bile korkup kaçarlar. Ama Bozcaada kargaları epey evcilleşmiştir. İnsandan pek çekinmezler. Kedilerden de!
Ki, bu gaflet bir çoğunun sebebi felaketidir! Son günlerde Itırlı Bahçe’de sabahleyin bulduğumuz parçalanmış üç karga ölüsünden biliyorum.
Kendine güvenmek iyi bir şey ama, doğaya meydan okuma derecesine gelmemeli. “Akrep akrepliğini yapacak” cümlesiyle biten kurbağa ile akrebin hikâyesini hatırlayınız!
Oysa kargalar akıllılıklarıyla bilinirler. Kedinin pususu karganın usunu bastırabiliyor demek ki!
Bozcaada kargaları farklıdır. Görece küçük ve gevezedirler. En tiz perdeden gark gurklarken birbirlerine neler dediklerini hep merak etmişimdir. Belki de, o sese yakışmayacak kadar güzel konuşmalar geçer aralarında!
İçlerinde mavi gözlü olanları da vardır. Ressam Solmaz Aksoy salt mavi gözlü kargaların portrelerinden oluşan bir sergi bile açmıştı birkaç yıl önce. Mavi gözlülük bir cinsin belirtisi midir, yoksa Van kedilerinde olduğu gibi kalıtımsal bir bozukluk işareti midir, bilmiyorum. Bildiğim, mavi gözlü kargaların insanı şaşırttığı…
Gene de, sesleri bu kadar çirkin olmasaydı “güzel” diyebilirdik kargalar için diye düşünüyorum. Bet sesli ve sözlü bir çok insan için de böyledir. Neyse ki, bu ikincilere pek rastlamazsınız poyrazaltındaki adamızda. Bağrış çığrış bir yer değildir Bozcaada. Meğer ki kalabalık yaz günlerinde İstanbullu ziyaretçiler park yeri kavgası yapıyor olsun!
Kargaya adayla ilgili en eski mitolojik öykülerde bile rastlarsınız. Homeros’un İlyada’sında da hatırlattığı üzere, adanın koruyucu tanrısı Apollo’dur. Apollo’nun başlangıçta kargayı çok sevdiği, ancak bir konuda kendisini aldatmaya çalıştığı için beyaz kuşu karaya boyadığı anlatılır.
Sesinin bu kadar çirkin olmasının nedeni de belki budur!
Öyle ya da böyle, o gün bugün adanın öykülerinde kargasız gün yok gibidir. Adanın simgeleri arasına girmesi boşuna değildir. Ada şarapçılığına çok şeyler katan Reşit Soley, firması için Corvus adını boşuna seçmedi herhalde!
Adalıların adaya geldiğimiz günlerde, yani çeyrek yüzyıl önce, kedileri sevmemesinin nedeninin 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanmış yoksulluk günleri olduğunu yazmıştım. Kıtlık günlerinde, kediler , köpekler ve kargalar aç midelerini doyurmaya çalışırken, kendileri de pek tok olmayan adalıların lokmalarına taliptiler.
Yiyecekleri onlardan korumak amacıyla bu rakipleri taşla, tekmeyle, sopayla kovalamak neredeyse bir refleks haline gelmişti adalılar için.
Bu refleksi gerçek bir öyküyle örnekleyeyim:
Adanın en üst sokağındaki eski evimizin komşusunun oğlu Süha anlatmıştı. 1960’lı yıllarda ortaokul öğrencisi olan Süha kalede dolaşırken bir yavru karga bulmuş. Eve getirip bir kutuya koymuş; günlerce beslemiş, dost olmuşlar. Gelin görün ki, bir gün, kargasını kapı komşuları Madam Sofiya’ya göstermek gafletinde bulunmuş. Aklı sıra kuşu yaşlı kadına sevdirecek. Kutudan çıkartıp, Madam’a uzatmış.
Ne olmuş biliyor musunuz? Madam Sofiya “Aaa karga!” diye korku dolu bir çığlık attıktan sonra zavallı kuşu iki eliyle bacaklarından ayırıp yere atmış! Süha’nın yaşadığı dehşeti düşünebiliyorum...
Artık kargalardan eskisi kadar korkulmuyor ama, özellikle bostan sahiplerinden şikayet sesleri yükseldiği de oluyor hâlâ.
“Cin fikirli” kuşlar tamamını yemeseler de gagalarını batırıp çürütebiliyorlar kavun karpuzları. Olgun incirleri de gagalıyorlar…
Ada tarlalarında karşınıza çıkacak ender korkuluklar genellikle onlar içindir. Ben çocukluğumdan beri hep, korkuluğun koluna konmuş bir karga karikatürü çizmeyi hayal etmişimdir! Pervasız karganın yüzüne bir gülümseme koymak isterdim!
Karga sayısı bazen çok artar. Çeşitli yöntemler önerilir. 10 yıl kadar önce elinde çifte karga avına çıkanlar da olmuştu ama kimi adalılar hoş görmediler karga katliamını. Kaymakama şikayet edip durdurdular…
Buraya kadar daha çok küçük kara kargalardan söz ettik.
Oysa adanın içlerinde iri yarı, çift renkli, gri siyah kargalara da rastlayabilirsiniz.
Tabii bir de kargagiller familyasından uzun kuyruklu, siyah beyaz saksağanlar var.
Adadaki tüm hayvanların dostu ve ada hayvanseverlerinin ecesi Remziye Hanım anlattı. Bir zamanlar altını ıslatan çocuklara saksağan eti ilaç niyetine verilirmiş. Evet, şu dam başında otururken beline kazma vurulan saksağanın eti!
“Sidikli” çocuğa avlanmış saksağanın pişmiş eti yedirilir, sonuç beklenirmiş. Sorun devam ederse, kuşun kemikleri fırında kızartılıp öğütüldükten sonra balla karıştırılarak verilirmiş! Şıp diye kesermiş yatak ıslatmalarını!
Mini-evren dediğim adamızın kollektif belleğinde buna benzer ne kocakarı ilaçları var kim bilir. Türk Rum ayrımı yapmadan herkesin kuşaktan kuşağa aktardığı hikâyeler… Umarım çok geçmeden, daha doğrusu çok geç olmadan, birileri konuyu derinlemesine inceler. K.Ege’nin binlerce yıllık yaşamının zayıflamış kalp atışlarını yakalarız.
5 K 1 N ana başlıklı yazımızın Kediler ve Kargalarla ilgili ilk iki K’sını anlatmış olduk. Daha sırada Keçiler, Kirpiler, Kumrular da var. Altıncı olarak, Remziye Hanım'ın Kaplumbağası Azime’ye de sıra gelebilir. Ve hatta tavşanlar ve tilkilerden de söz edebiliriz. Onların da hikâyeleri var. Madem bu ada hepimizin!
Bozcaada'da gördüğüm mavi gözlü, sevimli kargaları bir de uzun yıllar Bozcaada'da yaşamış olan
Prof. Dr. Haluk Şahin'in kaleminden okumanızı istedim.
Hocanın 2012 yılında yazdığı Çanakkale Olay Gazetesi'ndeki köşesi ve arşivi birkaç ay önce kaldırılmış.
Çok severek okuduğum ve buram buram yaşanmışlık kokan bu muhteşem yazı yok olup gitmesin istedim.
O nedenle, burada paylaşmayı görev addediyorum.
Keyifli okumalar...
O ne cayırtılı korodur, o ne ani dönüşlerle bezenmiş koreografidir, akrobasidir…
Sonra, özellikle meydana yakın kahvelerde otururken, etrafta gezinen kargaların samimiyeti dikkatleri çeker. Masaların üzerinde, sandalyelerin kenarında, ayakların dibinde dolaşırlar.
Oysa normalde kargalar ürkek, pimpirikli kuşlardır. Yemek yerken yaptığınız sert kol hareketlerinden bile korkup kaçarlar. Ama Bozcaada kargaları epey evcilleşmiştir. İnsandan pek çekinmezler. Kedilerden de!
Ki, bu gaflet bir çoğunun sebebi felaketidir! Son günlerde Itırlı Bahçe’de sabahleyin bulduğumuz parçalanmış üç karga ölüsünden biliyorum.
Kendine güvenmek iyi bir şey ama, doğaya meydan okuma derecesine gelmemeli. “Akrep akrepliğini yapacak” cümlesiyle biten kurbağa ile akrebin hikâyesini hatırlayınız!
Oysa kargalar akıllılıklarıyla bilinirler. Kedinin pususu karganın usunu bastırabiliyor demek ki!
Bozcaada kargaları farklıdır. Görece küçük ve gevezedirler. En tiz perdeden gark gurklarken birbirlerine neler dediklerini hep merak etmişimdir. Belki de, o sese yakışmayacak kadar güzel konuşmalar geçer aralarında!
İçlerinde mavi gözlü olanları da vardır. Ressam Solmaz Aksoy salt mavi gözlü kargaların portrelerinden oluşan bir sergi bile açmıştı birkaç yıl önce. Mavi gözlülük bir cinsin belirtisi midir, yoksa Van kedilerinde olduğu gibi kalıtımsal bir bozukluk işareti midir, bilmiyorum. Bildiğim, mavi gözlü kargaların insanı şaşırttığı…
Gene de, sesleri bu kadar çirkin olmasaydı “güzel” diyebilirdik kargalar için diye düşünüyorum. Bet sesli ve sözlü bir çok insan için de böyledir. Neyse ki, bu ikincilere pek rastlamazsınız poyrazaltındaki adamızda. Bağrış çığrış bir yer değildir Bozcaada. Meğer ki kalabalık yaz günlerinde İstanbullu ziyaretçiler park yeri kavgası yapıyor olsun!
Kargaya adayla ilgili en eski mitolojik öykülerde bile rastlarsınız. Homeros’un İlyada’sında da hatırlattığı üzere, adanın koruyucu tanrısı Apollo’dur. Apollo’nun başlangıçta kargayı çok sevdiği, ancak bir konuda kendisini aldatmaya çalıştığı için beyaz kuşu karaya boyadığı anlatılır.
Sesinin bu kadar çirkin olmasının nedeni de belki budur!
Öyle ya da böyle, o gün bugün adanın öykülerinde kargasız gün yok gibidir. Adanın simgeleri arasına girmesi boşuna değildir. Ada şarapçılığına çok şeyler katan Reşit Soley, firması için Corvus adını boşuna seçmedi herhalde!
Adalıların adaya geldiğimiz günlerde, yani çeyrek yüzyıl önce, kedileri sevmemesinin nedeninin 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanmış yoksulluk günleri olduğunu yazmıştım. Kıtlık günlerinde, kediler , köpekler ve kargalar aç midelerini doyurmaya çalışırken, kendileri de pek tok olmayan adalıların lokmalarına taliptiler.
Yiyecekleri onlardan korumak amacıyla bu rakipleri taşla, tekmeyle, sopayla kovalamak neredeyse bir refleks haline gelmişti adalılar için.
Bu refleksi gerçek bir öyküyle örnekleyeyim:
Adanın en üst sokağındaki eski evimizin komşusunun oğlu Süha anlatmıştı. 1960’lı yıllarda ortaokul öğrencisi olan Süha kalede dolaşırken bir yavru karga bulmuş. Eve getirip bir kutuya koymuş; günlerce beslemiş, dost olmuşlar. Gelin görün ki, bir gün, kargasını kapı komşuları Madam Sofiya’ya göstermek gafletinde bulunmuş. Aklı sıra kuşu yaşlı kadına sevdirecek. Kutudan çıkartıp, Madam’a uzatmış.
Ne olmuş biliyor musunuz? Madam Sofiya “Aaa karga!” diye korku dolu bir çığlık attıktan sonra zavallı kuşu iki eliyle bacaklarından ayırıp yere atmış! Süha’nın yaşadığı dehşeti düşünebiliyorum...
Artık kargalardan eskisi kadar korkulmuyor ama, özellikle bostan sahiplerinden şikayet sesleri yükseldiği de oluyor hâlâ.
“Cin fikirli” kuşlar tamamını yemeseler de gagalarını batırıp çürütebiliyorlar kavun karpuzları. Olgun incirleri de gagalıyorlar…
Ada tarlalarında karşınıza çıkacak ender korkuluklar genellikle onlar içindir. Ben çocukluğumdan beri hep, korkuluğun koluna konmuş bir karga karikatürü çizmeyi hayal etmişimdir! Pervasız karganın yüzüne bir gülümseme koymak isterdim!
Karga sayısı bazen çok artar. Çeşitli yöntemler önerilir. 10 yıl kadar önce elinde çifte karga avına çıkanlar da olmuştu ama kimi adalılar hoş görmediler karga katliamını. Kaymakama şikayet edip durdurdular…
Buraya kadar daha çok küçük kara kargalardan söz ettik.
Oysa adanın içlerinde iri yarı, çift renkli, gri siyah kargalara da rastlayabilirsiniz.
Tabii bir de kargagiller familyasından uzun kuyruklu, siyah beyaz saksağanlar var.
Adadaki tüm hayvanların dostu ve ada hayvanseverlerinin ecesi Remziye Hanım anlattı. Bir zamanlar altını ıslatan çocuklara saksağan eti ilaç niyetine verilirmiş. Evet, şu dam başında otururken beline kazma vurulan saksağanın eti!
“Sidikli” çocuğa avlanmış saksağanın pişmiş eti yedirilir, sonuç beklenirmiş. Sorun devam ederse, kuşun kemikleri fırında kızartılıp öğütüldükten sonra balla karıştırılarak verilirmiş! Şıp diye kesermiş yatak ıslatmalarını!
Mini-evren dediğim adamızın kollektif belleğinde buna benzer ne kocakarı ilaçları var kim bilir. Türk Rum ayrımı yapmadan herkesin kuşaktan kuşağa aktardığı hikâyeler… Umarım çok geçmeden, daha doğrusu çok geç olmadan, birileri konuyu derinlemesine inceler. K.Ege’nin binlerce yıllık yaşamının zayıflamış kalp atışlarını yakalarız.
5 K 1 N ana başlıklı yazımızın Kediler ve Kargalarla ilgili ilk iki K’sını anlatmış olduk. Daha sırada Keçiler, Kirpiler, Kumrular da var. Altıncı olarak, Remziye Hanım'ın Kaplumbağası Azime’ye de sıra gelebilir. Ve hatta tavşanlar ve tilkilerden de söz edebiliriz. Onların da hikâyeleri var. Madem bu ada hepimizin!
14 Ağustos 2012
Haluk Şahin
MAVİ GÖZLÜ KARGALAR
Prof. Dr. Haluk Şahin'in kaleminden okumanızı istedim.
Hocanın 2012 yılında yazdığı Çanakkale Olay Gazetesi'ndeki köşesi ve arşivi birkaç ay önce kaldırılmış.
Çok severek okuduğum ve buram buram yaşanmışlık kokan bu muhteşem yazı yok olup gitmesin istedim.
O nedenle, burada paylaşmayı görev addediyorum.
Keyifli okumalar...