

Genellikle Kazdağları'nda ekim -kasım aylarında baş gösteren ''melki'' yani Kanlıca mantarı mevsimi sona ermek üzere. Bu yıl her zamankinden çok daha fazla hasat alınmış. Bunun nedeni nem miktarındaki fazlalıkmış. Melki almaya bir türlü doyamayan, her seferinde en az 3 kilo tarttıran insanları en çok bu yıl görmem boşuna değilmiş. Üstelik kilosu ancak 150 TL'ye inebildi. Kültür mantarını bile çekinerek satın alan bendenizin ise hangi tezgâhta melki görse ürperdiği doğrudur. Her tarafı küflenmiş gibi görünen bu mantarı alan kişilere ağzım açık ve de korkuyla baktığımda. Ta ki geçen haftaya kadar. Herhalde bunca insanın bir bildiği vardı. Melkiseverler için hazırladığım tek soru kurtarıcı oldu. O küfe benzeyen lekelerin yıkarken çıkıp çıkmadığı. Çıktığını söylediler. Bir de nasıl pişirildiği. ''Yıkadıktan sonra una bulayıp yağda kızartılıyor. O kadar,'' dediler. Şeytanın bacağını kırıp yarım kilo almaya karar verdim.
Mutfağı nefis bir koku sarmaya başlamıştı. Kızaranları altında peçete olan bir tabağa alıp ikinci ve son turu da tamamladım. Zaten yarım kilocuktu.
Sonuç mu? Mükemmelden çok ama çok daha ötelerde. Olağanüstü bir lezzet. İnsanın aklını başından alacak kadar şahane. Melki korkusuyla geçen yıllarım heba olmuş resmen. Çok pişman oldum gerçekten.
Ne küfe benzeyen bir lekesi kaldı ne de alışılması zor bir tada sahip. Diyebilirim ki kuzu pirzola yanında sönük kalır.
Ne demişti Einstein? “Önyargıları değiştirmek atomu parçalamaktan zordur”. Bu yazıyı da zaten melki mantarıyla ilgili önyargısı olanlar için yazdım.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder