26/04/2012

Daha Ne Kadar Sürecek?

Sabahın köründe alelacele taradığı saçlarını, masasının üzerinde geceden kalmış dağınık kitapların ve testlerin arasında duran çok sevdiği pembe tokasıyla arkaya topladı.

Dersaneye yetişme telaşında bir genç kızdı. Nasıl göründüğü hiç önemli değildi. Mutsuz bir şekilde bir taraftan giyiniyor, bir taraftan da kısacık hayatı film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu.

Hayat mıydı şimdi bu? Bütün bir hafta okula gidip derslerle boğuşmuş, cumartesi gelmişti yine. Adı üstünde ''hafta sonu''. Uyumak, dinlenmek, biraz olsun dilediğini yapmak için bilinen kavram... Ama değildi işte. Kahrolası cumartesi ve pazar onun için her zamanki gibi yine, içinde ''sabahın köründe koşturma, ders dinleme, etüt, test çözme, deneme sınavları''nın bulunduğu, çoğu zaman okuduğu ya da dinlediği hiçbir şeyden kelime anlayamayacak kadar kötü hissettiği silsilenin günleriydi.

Bir parçacık daha uyku, azıcık tatil, biraz olsun dinlenmek, eğlenmek insanın en doğal hakkı değil miydi? Niçin bunları yok denecek ölçülerde yaşamak zorundaydı?
Bunca koşuşturma, yorgunluk, akşam eve sürünerek dönmek nedendi?
Dilediği kadar uyuyup dinlenmiş bir biçimde kalkmamıştı bir sabah olsun.
Hatta düşünüyordu da; hiç ama hiçbir şeyi olması gerektiği gibi yaşamamıştı!

Bezmişti hayattan. Onun bir çocukluğu olmuş muydu, arkadaşlarıyla doğru dürüst evcilik, saklambaç oynamış mıydı, hatırlamıyordu. Oynamış; ama unutmuş olabilir miydi?

Daha doğrusu çocukluğunu yaşamış mıydı?
Buna cevap ''Evet'' ise ne kadar da çabuk gelip geçmişti.
Zira adına ''çocukluk'' denen bu yaşanmamışlık onun için sadece hayal meyal birkaç görüntüden ibaretti. Anne-babası tarafından koşturmaca içinde kreşe yetiştirilişi geliyordu gözünün önüne en fazla. Başka da doğru dürüst bir şey hatırladığı söylenemezdi.

Yoksa omuzlarına bindirilen bu koskoca yük mü engel oluyordu?

Tüm bunlar kafasından hızla akmaya devam eder halde evden çıktı. Gerilim içinde, yarı uykulu ve yorgun biçimde dersaneye geldi. Çantasını bir tarafa hızla savurup öfke içinde sırasına oturdu. Başını pencereye yasladı. Anlam veremediği bu hayatı sessizce düşünmeye devam ediyordu.

Her şey tüm hızı ve çekilmezliğiyle sonsuza kadar hep bu şekilde mi devam edecekti?

Bir ara başını sağa çevirdi.
Alper...
Gözlerini dikmiş, dikkatle ona bakıyor ve anlamlı bir şekilde tebessüm ediyordu.
O da hayatından pek memnun görünmüyordu. Yorgun ve solgundu.

Alper'i dikkatle incelerken, az önce düşündükleri bir sinema perdesi gibi onun yüzünde şekillenmeye ve hüzmeler halinde ona doğru yansımaya başladı...
Ürperdiğini hissetti. Kendine gelmeliydi.
Bu noktada bir an duraksadı. Onu isyanlara sürükleyen, mutsuzluğun tam ortasına düşüren şartların hepsi Alper, hatta sınıftaki tüm arkadaşları için de geçerliydi.

Evet, öyleydi...
Bunları düşününce biraz hafifleyip Alper'in tebessümüne karşılık verdi.
Biyoloji öğretmeni derse başlamıştı...