12/02/2013

Stockholm Sendromu

Yıl 1973...
İsveç'in başkenti Stockholm’de bulunan Kreditbanken, soyguncular tarafından kuşatılır ve bankada bulunan 4 kişi rehin alınır. 
Soyguncular bankanın içinde tam altı gün boyunca direnir. 
Polis, altıncı günün sonunda operasyon başlatılmasına karar verir. Bu esnada şok bir olay yaşanır: 
Rehineler de soyguncularla birlik olmuş, operasyona karşı aktif biçimde direnmektedirler. 
Sonrası mı? 
Rehineler dava süresince soyguncular aleyhine ifade vermeye, tanıklık etmeye asla yanaşmaz, tam tersine; onları savunurlar. Dahası, aralarında para toplayarak soyguncuların da kendilerini savunmaları için yardımcı olmak isterler.
Bitmedi… Rehineler arasında bulunan bir kadın, eylem sırasında soygunculardan birine âşık olmuştur.
Nişanlısından ayrılır ve âşık olduğu adam cezaevinden çıkınca evlenirler…

Hayatta kalma içgüdüsü ile gelişen bu olay psikolojik bir travma olarak İsveçli psikiyatr Nils Bejerot tarafından ‘’rehin ya da tutsak alınan kişilerin, tutsak alanlara direnmek yerine, sağlıklı düşünme yetisini kaybedip destek vermesi, duygusal manada körü körüne bağlanması'' anlamında ''Stockholm Sendromu'' olarak tanımlanmış ve literatüre geçmiş. ''Kişinin kendisini zora sokan şartları benimsemesi, savunması ve bu koşulları yaratan nedenleri görmeyip EZEN'in YANINDA GÖNÜLLÜ KURBAN olarak yer alması'' diye de tanımlanabilir.

Olayı toplumsal bir bakış açısıyla irdelediğimizde; ‘’Yaşamı tehdit eden işgal güçlerine, yönetimlere katlanmak, zor koşullara şaşılası derecede boyun eğmek, koşulları yaratan asıl nedenleri görememek, kendini ezenlerin arkasında yer alıp destek olmak’’ gibi tanımlarla da birebir örtüştüğünü görmekteyiz.

Dolayısıyla; ekonomik sıkıntılar ve gelecek kaygısı içinde yaşayan, bu nedenle bezginlik ve endişe içinde olan kitleler, başlarında bulunan yönetimlere ''katlanarak'' onları var oluşlarının ve hayatta kalmalarının tek nedeni olarak görebilmekte, hastalık, işte bu bağlamda toplumsal boyutta da anlam kazanmaktadır.

Dünya tarihi baştan aşağı bu semptomdan kurtulamayan tepkisiz toplumların trajik çöküşleri ile doludur. Diktatörlere başkaldıran ya da direnen, demokratik eylemler gerçekleştiren toplumlar ise var oluşlarını sürdürmüş, ulusumuzun Kurtuluş Savaşı ve Fransız halkının Nazi işgaline direnişi örneklerinde görüldüğü üzere adlarını tarihe altın harflerle yazdırmışlardır…

Stockholm Sendromu gerçekten de -ülkemizin son yıllarda içinde bulunduğu durum bu bakış açısıyla değerlendirildiğinde- kafamızın içinde uçuşan sorulara ve tanımsızlıklara verilebilecek en iyi yanıttır…