Türkücülükten dizi oyunculuğuna geçiş yapan, sonrasında kariyerine hem senaristliğini hem yönetmenliğini yaptığı filmlerle bir film yapımcısı olarak devam etmekte olan Mahsun Kırmızıgül’ün vizyona yeni girmiş olan dördüncü filmi MUCİZE.
Bu film, izlediğim ilk Mahsun Kırmızıgül filmi.
Doğrusunu söylemek gerekirse başlangıç için ön yargılar içindeydim.
O nedenle; hemen girişte şunu söylemek istiyorum:
Mahsun Kırmızıgül kendini aşmış. Türkü söyleyen bir sanatçıdan son derece başarılı ve de hayran olunası bir film yapımcısı çıkar mı, çıkarmış. Bence uzun metrajlı film alanında değme yapımcılarla yarışabilecek biri o artık!
Adım adım ilerlemek ve zirveye oturmak bunun adı. İşini ciddiye alıp kendini sürekli geliştirme yoluyla tıpkı filmin adı gibi bir MUCİZE’ye imza atmak...
2,5 saate yakın süren bu film hiç ama hiç sıkmadan akıp gidiyor. Komedi ve dramın bir arada işlendiği filmin güldürü amaçlı kesitlerindeki diyaloglar bana göre ülkenin en başarılı komedyenini bile (isim vermiyorum) geride bırakacak nitelikte. Keyif veren, güldüren, filmin tamamına yayılarak duru biçimde işlenmiş olan ve ikinci bölümde ağırlaşan dramın etkisiyle zaman zaman ağlatan bir film...
Mucize, Hollywood ve dünya sinemasının ünlü filmlerinin mikslerini yapan Dolby Laboratuvarları'nın sinema salonları için geliştirdiği son sistem ses teknolojisini uygulatmak üzere Londra’ya götürülmüş. Final miksi de orada tamamlanmış. Türk sinemasında bu ses sisteminin kullanıldığı ilk film aynı zamanda. Kullanılan teknikler ve yüksek kalite açısından da oldukça başarılı bir film. Filme ait pek çok karenin değme yağlıboya tablolara taş çıkartacak kadar göz alıcı olduğunu söylemeden geçmemeliyim bu arada...
İzmir Foça’da başlayan kısa süreli çekimlerden sonra kalanı Kağızman’ın bir köyünde gerçekleştirilen filmin senaryosu 1960’lı yıllara ait gerçek bir hikâyeden alınmış.
Yılın sekiz ayı karlar altında kalıp, kendi insanlarının deyimiyle ''Allah’a teslim olan'', yalnızca dört ayında dış dünya ile zar zor bağlantı kurulabilen Doğu gerçeği ve oradaki insanların yaşam biçimi ilmek ilmek işlenirken, dört dağ aşılıp ulaşılabilen bu ücra köye tayinle gelen Egeli bir öğretmene köylüler tarafından sahip çıkılışı, birbirleriyle bütünleşmeleri, öğretmenin köylülerin tüm sıkıntılarına ''maddi'' ve manevi yönden nasıl merhem olduğu olabildiğince duygusal biçimde aktarılmış.
Oyuncu performansları çok başarılı. Özellikle de ''engelli oğul Aziz'' karakterini canlandıran Mert Turak harikalar yaratmış. Yok böyle bir performans! Bence bu başarısı ona kesinkez ödüllerle geri dönecek.
Bingöl doğumlu ve Zaza kökenli bir sanatçı olan Mahsun Kırmızıgül’ün bu filmle verdiği önemli mesajlara gelelim mi şimdi:
Halkların kardeşliği…
Öğretmenin fedakârlığı ve kutsallığı. Öğretmene duyulan saygı ve sevgi...
Köydeki okula öğretmenin ailesinden istediği para sayesinde kavuşulması. El birliği ve dayanışma ile bitirilen okul…
Ve... O okulun önüne dikilip sürekli dalgalandırılan Türk Bayrağı!
Adı gibi. ''Mucize'' gibi...
İzlenmesi gereken ve kesinlikle iz bırakacak muhteşem bir filme imza atılmış gerçekten.
Mahsun Kırmızıgül’ü tüm kalbimle kutluyorum.
Bu film, izlediğim ilk Mahsun Kırmızıgül filmi.
Doğrusunu söylemek gerekirse başlangıç için ön yargılar içindeydim.
O nedenle; hemen girişte şunu söylemek istiyorum:
Mahsun Kırmızıgül kendini aşmış. Türkü söyleyen bir sanatçıdan son derece başarılı ve de hayran olunası bir film yapımcısı çıkar mı, çıkarmış. Bence uzun metrajlı film alanında değme yapımcılarla yarışabilecek biri o artık!
Adım adım ilerlemek ve zirveye oturmak bunun adı. İşini ciddiye alıp kendini sürekli geliştirme yoluyla tıpkı filmin adı gibi bir MUCİZE’ye imza atmak...
2,5 saate yakın süren bu film hiç ama hiç sıkmadan akıp gidiyor. Komedi ve dramın bir arada işlendiği filmin güldürü amaçlı kesitlerindeki diyaloglar bana göre ülkenin en başarılı komedyenini bile (isim vermiyorum) geride bırakacak nitelikte. Keyif veren, güldüren, filmin tamamına yayılarak duru biçimde işlenmiş olan ve ikinci bölümde ağırlaşan dramın etkisiyle zaman zaman ağlatan bir film...
Mucize, Hollywood ve dünya sinemasının ünlü filmlerinin mikslerini yapan Dolby Laboratuvarları'nın sinema salonları için geliştirdiği son sistem ses teknolojisini uygulatmak üzere Londra’ya götürülmüş. Final miksi de orada tamamlanmış. Türk sinemasında bu ses sisteminin kullanıldığı ilk film aynı zamanda. Kullanılan teknikler ve yüksek kalite açısından da oldukça başarılı bir film. Filme ait pek çok karenin değme yağlıboya tablolara taş çıkartacak kadar göz alıcı olduğunu söylemeden geçmemeliyim bu arada...
İzmir Foça’da başlayan kısa süreli çekimlerden sonra kalanı Kağızman’ın bir köyünde gerçekleştirilen filmin senaryosu 1960’lı yıllara ait gerçek bir hikâyeden alınmış.
Yılın sekiz ayı karlar altında kalıp, kendi insanlarının deyimiyle ''Allah’a teslim olan'', yalnızca dört ayında dış dünya ile zar zor bağlantı kurulabilen Doğu gerçeği ve oradaki insanların yaşam biçimi ilmek ilmek işlenirken, dört dağ aşılıp ulaşılabilen bu ücra köye tayinle gelen Egeli bir öğretmene köylüler tarafından sahip çıkılışı, birbirleriyle bütünleşmeleri, öğretmenin köylülerin tüm sıkıntılarına ''maddi'' ve manevi yönden nasıl merhem olduğu olabildiğince duygusal biçimde aktarılmış.
Oyuncu performansları çok başarılı. Özellikle de ''engelli oğul Aziz'' karakterini canlandıran Mert Turak harikalar yaratmış. Yok böyle bir performans! Bence bu başarısı ona kesinkez ödüllerle geri dönecek.
Bingöl doğumlu ve Zaza kökenli bir sanatçı olan Mahsun Kırmızıgül’ün bu filmle verdiği önemli mesajlara gelelim mi şimdi:
Halkların kardeşliği…
Öğretmenin fedakârlığı ve kutsallığı. Öğretmene duyulan saygı ve sevgi...
Köydeki okula öğretmenin ailesinden istediği para sayesinde kavuşulması. El birliği ve dayanışma ile bitirilen okul…
Ve... O okulun önüne dikilip sürekli dalgalandırılan Türk Bayrağı!
İzlenmesi gereken ve kesinlikle iz bırakacak muhteşem bir filme imza atılmış gerçekten.
Mahsun Kırmızıgül’ü tüm kalbimle kutluyorum.