02/03/2015

Asistanlar: Akademinin Ağır İşçileri

Okumaya ve araştırmaya gönül vermiş, akademik kariyer yapmak, modern dünyaya ve bilime katkıda bulunmak isteyen, ömrünün sonuna kadar öğrenci kalmaya hazır idealist gençler! Bu yolda sizleri neler bekliyor, başınıza neler gelecek, biliyor musunuz?
Geleceğin doçent ve profesörlerinin daha yolun başında nasıl örselendiğinden, ruh sağlıklarının nasıl bozulduğundan haberiniz var mı?

Şu ya da bu üniversite demiyorum. Kurduğum cümleler geneli kapsıyor farkındaysanız. Çünkü ülkemizdeki birkaç üniversite dışında durum ne yazık ki aynen budur! Çünkü kapalı kapılar ardında neler olup bittiğinden haberiniz yok!

Peki asiste edilecek, olması gerektiği gibi iyi niyetli hocalar yok mu memlekette?
Var elbette. Ancak sayıları bir elin parmaklarını geçmiyor ne yazık!

Evet, bilim adamı olmak üzere üniversitelerde göreve başlayan asistanların, namıdiğer araştırma görevlilerinin durumları kendilerini ''akademik köle'' olarak adlandıracakları kadar vahim ne yazık ki (Bu tabirlere ''emir eri'' ve ''mahkûm'' sözcüklerini de ekliyorlar). Onlar daha göreve adım atar atmaz yıpratılmaya ve örselenmeye başlıyor. Zekâları, aldıkları eğitimin kalitesi, bilimsel yayınlarının yeterliliği ne kadar üst seviyede olursa olsun, farkeden hiçbir şey yok!..

''Kutsal'' bildiğimiz bu akademik yolda yitip giden değerleri bir bilseniz!
Tam dokuz yıl insanüstü çabalar sarfetmesine rağmen bir türlü doktorası bitirilmeyenleri mi ararsınız, akıl sağlığını yitirenleri mi, yoksa intiharın eşiğine gelenleri mi? İhtimallerin içinde en iyisi ne, biliyor musunuz? Her şeyden vazgeçip onca birikimi çöpe atarak daha yolun başında sıradan bir memur olmayı tercih etmek… Ve daha ilk yılda bunu yapanların sayısı azımsanmayacak kadar büyük. Araştırın!
İnanın yazdıklarımda en ufak bir abartı yok. Ben özet cümleler halinde geçiyorum. Gerisi için yetkili ağızlara başvurun. Sorunun büyüklüğünü ve vahametini bizzat öğrenin ki yolunuzu ona göre çizin…

Çalışacağınız üniversite ilim irfan yuvası mı, yoksa cadı kazanı mı iyi öğrenin. İlk kural mı? Hakaretler karşısında incinmemeyi öğrenmek. Olayın özü yıpratma politikasına, kendisinin de o yoldan geçtiğini unutan hocaların bunu bir kısır döngü olarak ''değişmez biçimde'' sürdürmesine dayanıyor. Adeta geçmişin intikamını alırcasına asistanını bir köle gibi kullanmak için ant içmesine! Örneğin sekiz aylık hamile misiniz? Gözünüzün yaşına bakan olmaz. Zamanında ona da kimse acımamış, aynısını yapmıştı. Saatlerce ayakta dikilip gözetmenlik yapacaksın, unutma!..

Sakın ola ki asistanı olduğunuz hocanın sevmediği kişilerle konuşmayın, hatta selam bile vermeyin. Ayrıca kulaklarınızı dört açıp hakkında duyduklarınızı bir an önce kendisine yetiştirmeli, eteklerini tutup iyi öpmelisiniz ki hocanın koruyucu kanatları altına girip ilim irfan yolunda hızla ilerleyebilesiniz. Çünkü akademik kadroya atanmak, görevinde yükselmek, önemli projelerde yer almak için akademik ehliyetin değil, yöneticilere olan yakınlığın belirleyici, unutma!..
Ve hoca pek bir şey yapmayacak, bunu da unutma! Artık onun tüm görevleri sana ait. Kayıtsız şartsız itaat etmek zorundasın. Dersleri sen anlatacak, sınav sorularını sen hazırlayacak ve sınavı da sen yapacaksın.

Bundan sonrası şansına kalmış artık...
Unvanın ''araştırma görevlisi'' ama sen alanınla ilgili araştırma yapmayı tamamen unutmalısın.
Yeni buluşlara imza atmak mı? Aklından bile geçirme!
Hocanın gözüne girmeyi başarırsan muhtemelen sekiz-on yıl falan sonra yar.doç’luk unvanı hak edenlerden olacaksın…
Daha neler, ne detaylar...
Maaşların biraz olsun iyileştirilmesi bile bu çekilmez döngüyü asla çekilir kılmıyor, unutma!..


Görsel: paraforex.net