Baharı ve blogun yıldönümlerini birleştirip yazı yapıyordum kaç yıldır. Tam bu zamanlarda muhteşem bahar çiçekleri açan ve harika pozlar veren bir kayısı ağacım vardı. İki yıl oldu, artık yok.
Betonlaşma uğruna gerçekleşen ağaç katliamlarına o bile kurban gitti, düşünün...
Onun boşluğunu geçen yıldan beri sakuralarla dolduruyorum. Samuray ruhu taşıyan Japonlar tarafından kutsanmış olan ve insan hayatını temsil eden kiraz çiçeklerinin açma zamanı.
Birkaç gündür sakuralarla haşır neşirim. Bu ağaçları huşu içinde seyrederken ve fotoğraflarken, tam da Japonların yaptığı gibi yaşamı uzun uzun irdeliyorum.
Yalnızca on gün kadar süren kısacık bir zaman diliminde harikulade çiçekler açan sakuralar Japonlara tarifsiz bir heyecan ve mutluluk verdiği kadar, uzun gibi görünen, ancak özünde çabucak biten hayatı simgeliyor. Her şeyin gelip geçici olduğunu, güzelliklerin değerini bilmemiz gerektiğini...
Bir çırpıda biten hayatın, yani ölüm gerçeğinin böylesi güzel bir çiçekle özdeşleştirilmesi biraz garip. Çoğu insan için ölümü düşünmek sonsuz bir girdapta kaybolmak gibiyken, mantıklı nedenler bulup ölümü ''olağan karşılamak'' sanırım bilge insanlara mahsus. O yüzden, Sisamlı Epikür'ün ölüme dair sarfettiği ''Ölümden korkmak anlamsızdır. Çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur. Ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz,'' sözünü hatırlamak iyi gelir bana...
Aynı konuda mantığın yanı sıra kalbi de devreye sokan, ölüme bambaşka bir boyut kazandıran Mevlâna'ya göre de ölüm korkusu yenilmeli. Bunu başarmak mutluluğun anahtarlarından biri. Ölümü sevgiliye kavuşma gecesi olarak görmesi ve ''Düğün Gecesi'' (Şeb-i Aruz) olarak isimlendirmesi boşuna değildi tabii.
Bir hafta öncesine kadar insanların çoğu evinden çıkmaya çekiniyordu. Şehirlerde cadde ve sokaklar neredeyse bomboştu. Tedbir uğruna evden çıkmamak nereye kadardı?
Diyeceğim o ki, ölümü bir korku olarak ensende hissetmeden yaşamak iç denge ve huzurun kaynağı. Mutluluk ve huzur kişinin içinde, özünde saklı. Gittiğimiz yer neresi olursa olsun, iç denge ve huzuru sağladıysak eğer, dışarıdan gelen hiçbir olumsuz koşul üzerimizde yıkıcı etki yapamayacaktır.
Epikür ve Mevlâna'dan söz açmışken; farklı asırlarda yaşamış bu iki bilgenin ''huzur'' konusunda da çok benzer fikirlere sahip olduğunu farkettim. Epikür, yanına bir grup arkadaşını alıp şehirden çok uzakta, kırsal bir bölgede mütevazı bir yaşam tercih etmiş. Hep birlikte kendi elde ettikleri yiyeceklerle beslenmiş ve dünyevi zevklerden uzak durmuşlar. Kendisi bu durumu ''İnsanın bir ekmeği ve bir yudum suyu olunca mutlulukta Zeus ile yarışabilir,'' sözüyle özetlemiş. Tasavvufta geçen ''bir lokma bir hırka'' felsefesiyle ne kadar benzeşiyor.
Sonuç olarak, erdemli ve bilge bir insan olmakla ruhsal doyuma ulaşmanın mümkün olduğu sonucu çıkıyor hep. Epikür'e göre mutlulukla ilgili en temel şart neymiş biliyor musunuz? Dost edinme yetisi... İnsanın dostlara sahip olması gerektiği, onlarla paylaşımda bulunmanın, fikir alışverişi yapmanın mutluluk üzerindeki etkisine dikkat çekmiş sürekli.
( Music: Homeless Man - Tribute)
Sakuralar eşliğinde yaşamı bu kadar irdelemek yeter galiba....
Blog yazarlığında bugün itibariyle tam sekiz yılı doldurdum.
Dokuzuncu yılın başında izninizle biraz mola vermek durumundayım.
Sevgiyle kalın...
Betonlaşma uğruna gerçekleşen ağaç katliamlarına o bile kurban gitti, düşünün...
Onun boşluğunu geçen yıldan beri sakuralarla dolduruyorum. Samuray ruhu taşıyan Japonlar tarafından kutsanmış olan ve insan hayatını temsil eden kiraz çiçeklerinin açma zamanı.
Birkaç gündür sakuralarla haşır neşirim. Bu ağaçları huşu içinde seyrederken ve fotoğraflarken, tam da Japonların yaptığı gibi yaşamı uzun uzun irdeliyorum.
Yalnızca on gün kadar süren kısacık bir zaman diliminde harikulade çiçekler açan sakuralar Japonlara tarifsiz bir heyecan ve mutluluk verdiği kadar, uzun gibi görünen, ancak özünde çabucak biten hayatı simgeliyor. Her şeyin gelip geçici olduğunu, güzelliklerin değerini bilmemiz gerektiğini...
Bir çırpıda biten hayatın, yani ölüm gerçeğinin böylesi güzel bir çiçekle özdeşleştirilmesi biraz garip. Çoğu insan için ölümü düşünmek sonsuz bir girdapta kaybolmak gibiyken, mantıklı nedenler bulup ölümü ''olağan karşılamak'' sanırım bilge insanlara mahsus. O yüzden, Sisamlı Epikür'ün ölüme dair sarfettiği ''Ölümden korkmak anlamsızdır. Çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur. Ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz,'' sözünü hatırlamak iyi gelir bana...
Aynı konuda mantığın yanı sıra kalbi de devreye sokan, ölüme bambaşka bir boyut kazandıran Mevlâna'ya göre de ölüm korkusu yenilmeli. Bunu başarmak mutluluğun anahtarlarından biri. Ölümü sevgiliye kavuşma gecesi olarak görmesi ve ''Düğün Gecesi'' (Şeb-i Aruz) olarak isimlendirmesi boşuna değildi tabii.
Bir hafta öncesine kadar insanların çoğu evinden çıkmaya çekiniyordu. Şehirlerde cadde ve sokaklar neredeyse bomboştu. Tedbir uğruna evden çıkmamak nereye kadardı?
Diyeceğim o ki, ölümü bir korku olarak ensende hissetmeden yaşamak iç denge ve huzurun kaynağı. Mutluluk ve huzur kişinin içinde, özünde saklı. Gittiğimiz yer neresi olursa olsun, iç denge ve huzuru sağladıysak eğer, dışarıdan gelen hiçbir olumsuz koşul üzerimizde yıkıcı etki yapamayacaktır.
Epikür ve Mevlâna'dan söz açmışken; farklı asırlarda yaşamış bu iki bilgenin ''huzur'' konusunda da çok benzer fikirlere sahip olduğunu farkettim. Epikür, yanına bir grup arkadaşını alıp şehirden çok uzakta, kırsal bir bölgede mütevazı bir yaşam tercih etmiş. Hep birlikte kendi elde ettikleri yiyeceklerle beslenmiş ve dünyevi zevklerden uzak durmuşlar. Kendisi bu durumu ''İnsanın bir ekmeği ve bir yudum suyu olunca mutlulukta Zeus ile yarışabilir,'' sözüyle özetlemiş. Tasavvufta geçen ''bir lokma bir hırka'' felsefesiyle ne kadar benzeşiyor.
Sonuç olarak, erdemli ve bilge bir insan olmakla ruhsal doyuma ulaşmanın mümkün olduğu sonucu çıkıyor hep. Epikür'e göre mutlulukla ilgili en temel şart neymiş biliyor musunuz? Dost edinme yetisi... İnsanın dostlara sahip olması gerektiği, onlarla paylaşımda bulunmanın, fikir alışverişi yapmanın mutluluk üzerindeki etkisine dikkat çekmiş sürekli.
( Music: Homeless Man - Tribute)
Blog yazarlığında bugün itibariyle tam sekiz yılı doldurdum.
Dokuzuncu yılın başında izninizle biraz mola vermek durumundayım.
Sevgiyle kalın...