Kırların özgür çiçeği deyince ilk akla gelen papatya ile gelinciktir. Özellikle de gelincik. İncecik dalı, kırmızı saten görünümlü narin yaprakları ve üç-beş günlük kısacık ömrüyle doğadaki en zarif, en hassas çiçek belki de...
Geleneksel Türk gelinliklerinin kırmızı renkte olması ve taç yapraklarının duvağa benzetilmesi nedeniyle ''gelincik'' ismi verilen bu çiçeğin barındırdığı pek çok özellik insan yaşamı ile bağdaştırılmış. Ufacık bir yelde bile savrulup hasar görmesi hassas kimselerin en ufak bir olaydan dahi anında etkilenip kırılganlık sergilemesine benzetilmiş.
Dalından koparıldığında beş dakikaya kalmadan solmaya başlaması, canlılığını yitirip yok oluş sürecine girmesi ise sevdiğinden ayrılanların tıpkı gelincik gibi sararıp solmasına...
Çok eski zamanlardan beri çeşit çeşit meyvelerden ve çiçeklerden yapılan şerbetler Osmanlı'da saray mutfağının vazgeçilmezi, padişahların, özellikle de Kanuni Sultan Süleyman'ın gözdesiymiş. Yapım süreci daha zor ve hasat dönemi oldukça kısa olduğu için gelincik şerbeti ender bulunurmuş. Rivayet olunur ki Kanuni çok sıcak bir yaz günü Yeniçeri birliklerini teftiş ederken susayıp şerbet istemiş. Hemen bir tas soğuk şerbet getirmişler. Kanuni şerbeti içtikten sonra tasın içini altınla doldurup geri göndermiş.
O günden sonra bu durum bir gelenek haline gelmiş. Kanuni sonrasında da teftiş zamanı Yeniçeri ocağından padişaha bir tas şerbet sunulması ve içinin altınla doldurulup iade edilmesine devam edilmiş. Hatta Duraklama Dönemi'nde hazinede altın olmadığından taslar iade edilmeyince Yeniçeriler ayaklanıp savaşı bırakmış. Bunun üzerine sarayın altın kap kacakları acilen eritilip sikke yapılarak boş şerbet taslarının içine doldurulmuş ve cepheye gönderilmiş. Öte yandan, halk da hem serinlemek hem şifa bulmak adına, yaz aylarında sokaklarda dolaşan şerbet satıcılarını dört gözle beklermiş.
Şerbetler limon, vişne, kızılcık, kayısı, hurma gibi meyvelerin yanı sıra, menekşeden, gül yapraklarından,
demirhindi, meyankökü ve kısa bir dönem bulunduğu için çok değerli olan gelincikten yapılırmış.
Kim bilir, belki de insanların gelincikle daha uzun süre beraber olma isteğiydi bu.
Kavurucu bir yaz sıcağında yudumladıkları gelincik şerbetinin duyumsattığı bahar tazeliği, özgürlük,
kırılganlık ya da ''güzelliklerin gelip geçiciliği'' gibi duygulardı belki...
Üç gün önce topladığım gelinciklerle ben de kaybolmaya yüz tutmuş bu geleneksel şerbeti deneyimlemek istedim. Dallarından kopardığım için suçluluk duygusu var mı, var. Bugün yağan yağmur sonrası arkadaşlarının büyük hasar aldığını biliyor olmak bu duyguyu en aza indiriyor neyse ki. Hem onları tüm güzellikleriyle sayfamı süslemek üzere baki kıldım. Üstelik Osmanlı dönemine doğru, nostaljik bir yolculuğa çıkaracaklar beni.😊
Şimdi gelelim yapımına...
Yaklaşık iki avuç dolusu gelincik yaprağını bol suyla birkaç kez yıkadım. Suyunu iyice süzdükten sonra her bir yaprağı tek tek ikiye katlayıp dip kısımlarındaki siyah bölümü kopararak ayırdım (Sadece bu kısım biraz zor).
1 litrelik cam kavanozun içine 4 su bardağı su koyup içine 1 çay kaşığı limon tuzu ve yarım limon suyu ekledim. Bu suyu biraz karıştırıp içine ayıklanmış gelincik yapraklarını atar atmaz yaprakların hepsi birleşip yukarıya akın ettiler.
Kavanozun ağzını kapayıp güneş gören bir yere koydum. Üç saat içinde yukarıdaki aşamayı kaydettiler. Yani ilk üç saatin sonunda kavanozun altında çok güzel ve berrak bir renk oluştu.
Üç gün güneşte beklettiğim kavanozdaki yapraklar beyaza yakın açık pembeye dönüşmüş, alttaki renk bir hayli koyulaşmıştı. Bir an önce tadına bakıp merakımı gidermek istiyordum. Kavanozdaki gelincik suyundan bir miktar alıp içine biraz şeker karıştırdım. Gelincik şerbetim hazırdı. Gayet leziz bir şerbet elde etmiştim.👏😊
Kavanoz iki gün daha güneşte bekledikten sonra süzülüp içine 2 bardak şeker katılacak.
Şerbetimiz bu şekilde, konsantre kıvamda buzdolabında bekleyecek. İçileceği zaman bardaklara bir miktar konulup üzerine su ve buz ilave edilecek... Tarifi epey bir araştırma yaptıktan sonra uyguladığımı belirtmek isterim.
Hazır bu işe soyunmuşken birazcık da gelincik reçeli yapıp onun da tadına bakmalıydı. 1 su bardağı şeker ve 1 su bardağı suyu kaynatıp biraz koyulaşmasını sağladım. İçine 1 avuç dolusu ayıklanmış gelincik yaprağı ve
bir fiske limon tuzu atıp kısık ateşte 10 dk daha kaynattım.
İşte sonuç... Harikulade renkte, leziz mi leziz bir reçel oldu. Çok ama çok beğendim.😋😋
Gelincik mevsiminin bitmek üzere olduğunu hatırlatıyor,
yapacak olanlara kolay gelsin diyorum.
Sevgiyle...
Geleneksel Türk gelinliklerinin kırmızı renkte olması ve taç yapraklarının duvağa benzetilmesi nedeniyle ''gelincik'' ismi verilen bu çiçeğin barındırdığı pek çok özellik insan yaşamı ile bağdaştırılmış. Ufacık bir yelde bile savrulup hasar görmesi hassas kimselerin en ufak bir olaydan dahi anında etkilenip kırılganlık sergilemesine benzetilmiş.
Dalından koparıldığında beş dakikaya kalmadan solmaya başlaması, canlılığını yitirip yok oluş sürecine girmesi ise sevdiğinden ayrılanların tıpkı gelincik gibi sararıp solmasına...
Çok eski zamanlardan beri çeşit çeşit meyvelerden ve çiçeklerden yapılan şerbetler Osmanlı'da saray mutfağının vazgeçilmezi, padişahların, özellikle de Kanuni Sultan Süleyman'ın gözdesiymiş. Yapım süreci daha zor ve hasat dönemi oldukça kısa olduğu için gelincik şerbeti ender bulunurmuş. Rivayet olunur ki Kanuni çok sıcak bir yaz günü Yeniçeri birliklerini teftiş ederken susayıp şerbet istemiş. Hemen bir tas soğuk şerbet getirmişler. Kanuni şerbeti içtikten sonra tasın içini altınla doldurup geri göndermiş.
O günden sonra bu durum bir gelenek haline gelmiş. Kanuni sonrasında da teftiş zamanı Yeniçeri ocağından padişaha bir tas şerbet sunulması ve içinin altınla doldurulup iade edilmesine devam edilmiş. Hatta Duraklama Dönemi'nde hazinede altın olmadığından taslar iade edilmeyince Yeniçeriler ayaklanıp savaşı bırakmış. Bunun üzerine sarayın altın kap kacakları acilen eritilip sikke yapılarak boş şerbet taslarının içine doldurulmuş ve cepheye gönderilmiş. Öte yandan, halk da hem serinlemek hem şifa bulmak adına, yaz aylarında sokaklarda dolaşan şerbet satıcılarını dört gözle beklermiş.
demirhindi, meyankökü ve kısa bir dönem bulunduğu için çok değerli olan gelincikten yapılırmış.
Kim bilir, belki de insanların gelincikle daha uzun süre beraber olma isteğiydi bu.
Kavurucu bir yaz sıcağında yudumladıkları gelincik şerbetinin duyumsattığı bahar tazeliği, özgürlük,
kırılganlık ya da ''güzelliklerin gelip geçiciliği'' gibi duygulardı belki...
Şimdi gelelim yapımına...
Yaklaşık iki avuç dolusu gelincik yaprağını bol suyla birkaç kez yıkadım. Suyunu iyice süzdükten sonra her bir yaprağı tek tek ikiye katlayıp dip kısımlarındaki siyah bölümü kopararak ayırdım (Sadece bu kısım biraz zor).
Kavanozun ağzını kapayıp güneş gören bir yere koydum. Üç saat içinde yukarıdaki aşamayı kaydettiler. Yani ilk üç saatin sonunda kavanozun altında çok güzel ve berrak bir renk oluştu.
Kavanoz iki gün daha güneşte bekledikten sonra süzülüp içine 2 bardak şeker katılacak.
Şerbetimiz bu şekilde, konsantre kıvamda buzdolabında bekleyecek. İçileceği zaman bardaklara bir miktar konulup üzerine su ve buz ilave edilecek... Tarifi epey bir araştırma yaptıktan sonra uyguladığımı belirtmek isterim.
bir fiske limon tuzu atıp kısık ateşte 10 dk daha kaynattım.
İşte sonuç... Harikulade renkte, leziz mi leziz bir reçel oldu. Çok ama çok beğendim.😋😋
Gelincik mevsiminin bitmek üzere olduğunu hatırlatıyor,
yapacak olanlara kolay gelsin diyorum.
Sevgiyle...