Blog sözcüğü köken olarak İngilizcede web+blog birleşimi olan weblog'dan türemiş. Tam çevirisi olmasa da ''kişisel günlük'', ''ağ günlüğü'', ''günce'' benzeri anlamlar taşıyor.
Günlük deyince her gün yazılacak diye bir kural yok tabii. Her hafta, haftada iki kez gibi şartlarınızın elverdiği ölçüde oluşan yazma aralığınıza, okurları alıştırdığınız biçimde devam edin.
Her gün blog yazısı giren bir blogger bu periyoda devam etmeli. Yazma aralığı ne olursa olsun, olağan dışı bir durum yaşayan bir blog yazarı bir müddet yazamayacağını ya da artık yazmayacağını okurlara bildirmeli. Birdenbire ortadan kaybolup ''meçhule giden bir gemi'' misali yok olursanız, merak içinde bıraktığınız okurların bu tavrı olumlu karşılayacağı pek söylenemez:
Mola dönemlerinizi haber verin
Pandemi dönemini saymazsak, yazma rutinim onca yıldır haftada - on beş günde 1 kez aralığında seyretti. Sık yazan bir blogger değilim. Özel hayatımı da yazmadığım için her gün yazmak bana göre değildi. Bu dönem daha sık yazıyorum.
Bir önceki yazıdan buraya takip/takipçi konusunu havale etmiştim. Hiç kimseyi takip etmeden binlerce takipçi toplayan blog yazarlarından bahsedecektim ve bileğinin hakkıyla takipçi toplayanları bir kenara ayırmıştım.
Devamı da şöyle: Bu duruma çok özenip birdenbire tüm takibe aldıklarını takipten çıkarma modası başladı. ''Hiç kimseyi takip etmiyorum; ama takipçi sayıma baksana!'' Ne kadar da havalı değil mi?
Bir taktik olarak 20'li yaşlardaki yeni blog açmış bloggerlar da yaptı bunu. Hatta herkesi bir anda silkeleyip takipçi eklentisini de sitelerinden kaldırdılar ki kimse takipten çıkamasın:))
Üçüncü ve son taktik sanırım en inanılmaz olanı. Cinsiyet değiştirip ergen dili kullanan bir genç kız olarak, gördüğü her bloga gece gündüz demeden yorum bırakarak hem sempati hem takipçi toplayanlar.
Blog yazmaya başladığım yıllarda ne takipçi olayı vardı ne de eklentisi. Bilenler bilir. Google-Blogger işbirliğiyle ve GFC (Google Friend Connect) adıyla birkaç yıl sonra kondu takipçi eklentisi. Blog yazarlarının birbirinden ve yazdıklarından haberdar olması, aralarında dostluk duyguları içinde olumlu bağlantılar kurulması amacıyla... Ben de hiç ayrım yapmadan bu bağlamda hareket ediyorum. Bir blogger blogumu keşfedip takibe almışsa blogunu inceleyip kesinlikle ben de onu takibe alıyorum. Tabii yazdığı blogun içeriğinde olumsuz faktörler yoksa. Olumsuz faktörler deyince; daha bir-iki hafta önce hayatımda gördüğüm en olumsuz, en korkunç sayfayla karşılaştım. İçinizden birileri de mutlaka görmüştür o sayfayı. Yorum bırakan arkadaşın bloguna girdiğimde ''HAKKINDA'' yazan kısımda ne vardı bilemezsiniz:(
Yazı uzamaya başladı. Toparlamaya çalışayım. Aslına bakarsanız kaliteli blog demek her zaman takipçisi ve yorumcusu bol olan blog demek değil. Bu bir kıstas değil. Gazeteci Orhan Bursalı'nın 10 yıl önce açtığı blogunu örnek vereyim. Adam ülkenin sayılı gazetecilerinden; ama 177 takipçisi var. Ve yazılarının neredeyse hiçbirinde yorum yok. Sanırım anlatabilmişimdir.
Bir de kendimden örnek vereyim:
Bundan 10 yıl önce yani 2011'de, takipçi sayım bugünkünün üçte biri bile değilken, gazeteler Şafak Pavey'in milletvekili olmak için aday gösterileceğinden bahsediyordu. Sayın Pavey'in hayat hikâyesini biliyordum. Her zamanki gibi, sağlam kaynaklar vasıtasıyla araştırma yaparak ''Şafak Pavey'in Öyküsü'' başlıklı bir yazı hazırlayıp yayına verdim.
Bilin bakalım o yazı itibarıyla neler yaşandı?
Bunu blogda ilk kez açıklıyorum. Blog sayacım o güne kadar ve o günden sonra asla görmediğim biçimde çılgın gibi çalışmaya başladı. Dakikada 200-1000 kişi arası giriş oluyordu. Nereden mi? Sayın Pavey'in Facebook sayfasında ilk paylaşım olarak yer verdiği o yazıdan. Ömrüm oldukça unutamayacağım anıların başında gelir.
Sayfanın linki: https://www.facebook.com/SafakPavey/posts/225256667490563
* * *