2021/07/26

Çocukluktan Bir Anı

Yaşadığım kentte ülke çapında isim yapmış bin bir çeşit meyvenin tam da en olgun ve leziz halleriyle tezgâhlarda boy gösterdiği zamanlar. Mis gibi çilekler, sarıdan bordoya uzanan renk renk kirazlar, vişneler, Bayramiç beyazı, nektarin, sulu sulu şeftaliler, boy boy armutlar, elmalar, kayısılar...

Kayısı deyince bir ES vermeli. Meyvelerden en sevdiğim kayısıdır benim. Reçellerden de. ''İflah olmaz bir kayısı hastasıyım'' desem daha doğru olacak. Çocukluğumdan beri anılarımda da hep yerini almıştır. Merak edenler için bir tanesi ŞURADA örneğin.

Dolayısıyla, bayram öncesi Migros'ta satılan Iğdır kayısılarına da kayıtsız kalamayıp kilo kilo almam yetmedi. Reçelini yapmam da sırf bu yüzden. Şekerle aram iyi değil. Ancak, kayısı reçeli olsun da kavanozda öylece dursun, o bile yeter:) Çekirdek içleri de dahil edilmiş, yoğun kıvamda, mis kokulu, nefis...

O nedenle; blogunda bu aralar askerlik anılarını anlatmakta olan değerli arkadaşımız, usta kalem buraneros'tan özenmiş olmalıyım, ben de ilkokul yıllarıma inip bir anımı anlatmak istiyorum bugün.

Efendim, Sevgi yediğimiz, içtiğimiz ayrı gitmeyen, beş yıl aynı sırayı paylaştığım, teneffüslerde bile hiç ayrılmayıp kol kola gezdiğim, sözün özü; en sevdiğim, en samimi sınıf arkadaşım. Annelerimiz de tanışıyor, ama evlerimiz çok yakın değil. Bu arada Sevgi'nin adı Ayşe Karaman diye geçiyor. Göbek adı mı Sevgi idi, neden öyleydi tam bilemiyorum. Eğer bir gün nette adını aratır da bu yazıya ulaşırsan ben buradayım Sevgi:)

Okuduğumuz ilkokula bir-iki dakika mesafede, çok yakın bir çıkmaz sokak vardı. Sokağın içinde ise her birinin küçücük birer bahçesi olan beş-altı adet eski model, ''yıkık dökük'' diyebileceğimiz küçük, müstakil, ahşap evler sıralıydı. Bu evlerden birinde Sevgi'nin anneannesi tek başına yaşamaktaydı. Hemen karşı sıradaki evlerden birinde ise ne ilginçtir ki dedesi (babasının babası) tek başına yaşıyordu. 

Sevgi'yle bazı teneffüslerde ya anneannesine ya dedesine gitmeyi adet edinmiştik. Giderdik ve onlarla konuşmaktan, bulundukları mekânlarda 5-10 dakika geçirip sınıfa dönmekten çok mutlu olurduk. Hatta bir gün dedesinin oturma odasının penceresinin önünde öylece oturup kaldığını, bize neden hiç bakmadığını merak edip yanına iyice yaklaştığımızda artık yaşamadığını o ziyaretimizde, ilk biz öğrenmiştik.

Günlerden bir gün yine bir teneffüs vakti ve biz yine Sevgi'nin anneannesinin tek göz odalı evindeyiz. Anneanne evde yok ama bahçe kapısını, evin kapısını isteyen herkes girip açabiliyor bakar mısınız? Burada bir ürperdim şimdi. Ne zamanlarmış ama. Şimdi olsa nerde böyle rahatlık? Sonra, bizim ne işimiz var o kimse olmayan evde? Hadi kötü niyetli birileri takip etseydi?

Sevgi, anneannesinin tel dolabının önünde durup ''Ben acıktım. Hadi şuradan bir şeyler yiyelim,'' dedi. Sıkı bir kahvaltı yapmadan ömrümde okula gitmedim. O nedenle ''Ben hiç acıkmadım ki. Hadi sen çabucak ye de gidelim,'' dedim.

Oyy, bir de baktım ki Sevgi tel dolabından kayısı reçeli de çıkarıyor. Ve tok olduğunu unutan pisboğazlı Zeugma'nın gözleri parlıyor:) Sırf kayısı reçeli gördüm diye oturup kocaman bir dilim de ben yedim iyi mi? Utanmasam tabakta ne var ne yok, hepsini silip süpürecektim.

Hey gidi günler hey...

Ah çocukluğum. Ah, ta o zamandan beridir var olan kayısı sevdam. 

Öyle böyle değil...