Doğum ve ölüm...
İnsanoğlunun hayat çizgisinin başı ve sonu. Dünyaya geliş ve geri dönüş.
Kısaca, tuhaf bir misafirlik ve tanımları işte....
Cem Karaca'nın bir parçası geldi aklıma şimdi :
''Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete...''
İşte böyle işi gücü bırakıp da kafayı sırf bu sorulara ve cevaplarına takacak olursak işin içinden çıkamıyoruz. Bırakın cevap bulmayı, durduk yerde üç kuruşluk neşemiz de kaçıyor....
Ben böyle derin şeylerle kafayı yormayı pek sevmiyorum ama üst üste gelen üç olay bu ara bu konulara yoğunlaşmama neden oldu. İstemesem de gelip duruyor aklıma :(
...
Kısa sürmüş hayat çizgisinin sonunda yazgısı ''kalp krizinden dünyayı terketmek'' olarak yazılmış bir öğretmen...
...
* Geçenlerde genç bir meslektaşım ikinci bebeğini getirdi dünyaya. Maviş gözlü dünya tatlısı bir bebek. Nasıl bir sevinç evin içinde. Her iki tarafın akrabaları, anneler, babalar kalkmış gelmişler bulundukları şehirden. Ailenin bu yeni elemanının sevinciyle doluydu hepsi.
...
Hayat çizgisinin ortasında kaderlerinin ara kesitinden bir yerlerden zaman ve yer açıp eğlenen, eş dost, akrabalarına görevlerini yerine getirmeye çalışan, daha doğrusu dünyanın belirli kurallarına uymaya çalışan insanlar...
* Ve bir hafta kadar önce de bir düğüne davetliydik. Düğünde şöyle bir baktım da millet takmış takıştırmış, coşmuş da coşmuş pistte döktürüyor durmadan.
O akşam orada o düğün bana bir gereksiz, bir acayip geldi, bir teferruatlar silsilesi olarak göründü anlatamam.
Pistten saatlerce inmeyen insanlara kızdım bu kez. Kızdım,evet... İnsanoğlunun en doğal haklarından biri olan eğlence özgürlüğü battı durdu bana o gece işte, ötesi yok...
Doğum, ölüm, düğün...
Ve bunları düşünürken kafası dağılmış, kendini sürekli başka boyutlara geçmek üzereyken yakalayıp durduran ben...
Dünyaya gelmiş bir garip misafir...