Olaylar ve İnsanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Olaylar ve İnsanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10/03/2009

Fikir Atölyesi 'nden ''Faili Meçhul Kıyak''

Dünden beri hayata başka bir gözle bakmaya başladım. Bir arkadaşımın blogunda rastladığım bu link gerçek anlamda inanılmazdı.
Blogun sahibi öylesine güzel ve görülmemiş bir fikir üretmişti ki hayata dair tüm olumsuz görüşlerim silindi o an. Dünyadan henüz umut kesmememiz ve bu güzelliği hemen sizin de öğrenmeniz gerektiğine inandım.
Lafı fazla uzatmadan bir an önce sizin de bu linke ulaşmanızı diliyorum..
İnanın hayatınız değişebilir. Hatta hayata çok daha mutlu bir insan olarak devam edeceğinize kesin gözüyle bakıyorum.
Tunç Kılınç, FİKİR ATÖLYESİ adını verdiği ve olağanüstü fikirler ürettiği blogunda bakın bu kez ''FAİLİ MEÇHUL KIYAK'' adında nasıl bir güzelliğe imza atmış:

''Hadi bir oyun oynayalım :)
Adı da “Faili Meçhul Kıyak” olsun. Veya “FMK Hareketi!”
Ufak şeylerle insanları mutlu ederek mutlu olmak…
Hem de anonim biri olarak!
Tanımadığımız birilerine ufak bir iyilik yapıyoruz ve o kişi bunu kimin yaptığını bilmiyor. Çıkar düşünmeksizin kıyak yapmak ve o kişinin mutlu olmasını sağlamaktan söz ediyorum...'' Devamı için tıklayın lütfen...

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *


Hazır mutlu olmaya endekslenmişken bunları da ben derledim...

BUNLAR SENİ MUTLU EDECEK :
- Her gün üç kişiye iltifat et. Yılda en az bir kez güneşin doğuşunu seyret.
- Bir müzik aleti çalmayı öğren. Herhangi bir konuda öğretmenlik yap.
- Herhangi bir konuda öğrenci de ol. Sır sakla. Sevinçlerini erteleme.
- Hiç kimseden asla umut kesme. Hergün bir mucize gerçekleşebilir.
- İlk önce sen ''Merhaba!'' de. Olanaklarının altında yaşa, sık sık ''Teşekkür ederim!'' de.
- Sana uzatılmış bir eli daima kabul et. Büyük düşün ama küçük zevklerin de tadına var.
- Birgün geriye dönüp baktığında yaptıklarından çok yapmadıkların için pişmanlık duyacaksın. Onurunu koru, en büyük servetin odur.
- "Bilmiyorum" demekten çekinme. Zamanı ve sözleri dikkatsizce kullanma, ikisi de geri alınmaz.
- İyi arkadaş grubun olsun. Kendini değiştirebilme gücünü hafife alma, başkalarını değiştirebilme gücüne de çok fazla güvenme!
- ''Yeterli zamanım yok!'' deme, büyük insanların da günleri 24 saattir. Atak ve cesur ol.
- Hayat arkadaşını çok dikkatli seç. Mutluluğun ya da mutsuzluğun %90'ı bu karara bağlıdır.
- İş ve aile ilişkilerinde en önemli şeyin güven olduğunu aklından çıkarma.
- Asla birilerinin umudunu kırma, belki de sahip oldukları tek şey budur.
- Yeterli paranın olmamasını asla dert etme. Sınırlı olanaklar bazen bir lütuftur. Belki de çalışman için seni başka hiç bir şey bu kadar teşvik edemez.
- Olabildiğinden daha sevecen ol. Daima bir adım ileri gitmek için kendine söz ver.
- Herkesin önünde öv. Eleştirilerini bir kenara çekerek söyle. Asıl savaşı kazanmak için küçük bir çarpışmayı yitirmeyi göze al.
- Köprüleri atma, aynı nehri kaç kez daha geçmek zorunda kalacağına şaşacaksın.
- Bir gecede olmuş gibi görünen her başarının ardında genellikle 15 yılın yattığını unutma.



26/02/2009

Garip Bir Misafirlik

Doğum ve ölüm...

İnsanoğlunun hayat çizgisinin başı ve sonu. Dünyaya geliş ve geri dönüş.

Kısaca, tuhaf bir misafirlik ve tanımları işte....

Bu süreç nelerle dolacak, kim neyi yaşayacak? Nelere sevinip üzüleceğiz, başımıza neler gelecek bilmiyoruz. Koskoca bir bilmece. Davetsiz geldik bu dünyaya. Daha doğrusu bize hiç sormadan getirdiler. Süremiz ne kadar onu da bilen yok.

Cem Karaca'nın bir parçası geldi aklıma şimdi :

''Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete...''


İşte böyle işi gücü bırakıp da kafayı sırf bu sorulara ve cevaplarına takacak olursak işin içinden çıkamıyoruz. Bırakın cevap bulmayı, durduk yerde üç kuruşluk neşemiz de kaçıyor....
Ben böyle derin şeylerle kafayı yormayı pek sevmiyorum ama üst üste gelen üç olay bu ara bu konulara yoğunlaşmama neden oldu. İstemesem de gelip duruyor aklıma :(

... 

Kısa sürmüş hayat çizgisinin sonunda yazgısı ''kalp krizinden dünyayı terketmek'' olarak yazılmış bir öğretmen...

*Bundan kısa bir süre önce bir öğretmen komşumuz arabasına atlayıp okuluna gideceği sırada balkondaydım. Tam arabasının kapısına anahtarı soktu ki oraya yığılıverdi gözümün önünde. Boylu boyunca sokağın ortasında yatıyordu hareketsiz, toz toprak içinde. Üç beş saniye süren bir şok durumundan sonra avazım çıktığı kadar bağırıp yardım istedim. Hemen ambulans çağırdık. Bir hemşire komşu suni teneffüs yaptırmaya çalıştı bu arada. Ama nafile... Kaybettik Ali Bey'i. İnanılacak gibi değil. Hala inanamıyorum. Sanki bir filmden acı dolu ve kısacık bir kesitti izlediğim...

... 

Hayat çizgisinin başında etrafa güzel gülücükler saçan, masmavi gözleriyle tatlı bir bebek, dünyaya yeni gelmiş minnacık bir misafir...

* Geçenlerde genç bir meslektaşım ikinci bebeğini getirdi dünyaya. Maviş gözlü dünya tatlısı bir bebek. Nasıl bir sevinç evin içinde. Her iki tarafın akrabaları, anneler, babalar kalkmış gelmişler bulundukları şehirden. Ailenin bu yeni elemanının sevinciyle doluydu hepsi.

... 

Hayat çizgisinin ortasında kaderlerinin ara kesitinden bir yerlerden zaman ve yer açıp eğlenen, eş dost, akrabalarına görevlerini yerine getirmeye çalışan, daha doğrusu dünyanın belirli kurallarına uymaya çalışan insanlar...


* Ve bir hafta kadar önce de bir düğüne davetliydik. Düğünde şöyle bir baktım da millet takmış takıştırmış, coşmuş da coşmuş pistte döktürüyor durmadan.

''Nedir ki bu böyle?'' dedim, sinirlendim...

O akşam orada o düğün bana bir gereksiz, bir acayip geldi, bir teferruatlar silsilesi olarak göründü anlatamam.
Pistten saatlerce inmeyen insanlara kızdım bu kez. Kızdım,evet... İnsanoğlunun en doğal haklarından biri olan eğlence özgürlüğü battı durdu bana o gece işte, ötesi yok...

Doğum, ölüm, düğün...
Ve bunları düşünürken kafası dağılmış, kendini sürekli başka boyutlara geçmek üzereyken yakalayıp durduran ben...

Dünyaya gelmiş bir garip misafir...

14/02/2009

Bazıları Farklıdır (Sarı Tarihçi)

Tanıdığımız insanları bir düşünelim. Çeşit çeşit karakter yapısındadırlar. Bazıları sessiz, sakin, içine kapanık ve çekingendir. Konuşmaktan çok dinlemeyi sever. Bazıları istemediğimiz halde kafa şişirmeye bayılır. Üstelik anlattıkları çekilir türden şeyler değildir.

Fakat kişilik özelliği ne olursa olsun aslında herkesin içinde bir ışık mevcuttur. Parlak ya da sönük...
Belirli çekinceler yaşayan, sinmiş ya da sindirilmiş, birilerinin kendilerini farketmesini bekleyen kişiler vardır bir de. İçlerindeki enerjiyi dışarıya akıtmak, ışık yaymak için küçük bir ilgiye gereksinim duyarlar, karşılık bulduklarında yaymaya başlarlar o ışığı. Bulamadıklarında sönüp gidecektir belki de hem kendileri hem ışıkları, kimseler anlamadan. Sonsuza kadar...

Bazıları ise içinde öylesine bir ışık taşımaktadır ki sanki gittiği her yere yansıtarak gezmektedir.
Üstelik bu ışık anlaşılmaz bir biçimde güçlüdür ve taşıyan insan sanki bir güneş sistemi oluşturmuşcasına tüm insanları kendine çeker. Çekmekle de kalmayıp onların içini mutlulukla doldurarak tatlı bir bahar sabahı güneşi gibi ısıtır. Aydınlatır her yanı...
Bana göre bu tür bir insan özeldir. Ondaki ışığı sadece görmezsin üstelik, tüm varlığınla hissedersin. Böyle bir insana rastladığında asla bırakmak istemeyip, her fırsatta birlikte olmaya can atarsın.
Çünkü verecek çok şeyi vardır sana ve gördüğü herkese...

Emekli Tarih Öğretmeni Nihat Bey, nam-ı diğer ''Sarı Tarihçi'' bu türden bir insan işte. 65 yaşına gelmiş olmasına rağmen emekli olduğu liseye uğramadan duramayan, kalın çerçeveli gözlüklere sahip, ağzından bal damlayan, konuşmasının bitmesini hiç istemeyeceğiniz şeker gibi bir adam.
Işık saçıp her yanı aydınlatan bir insan yani...
Tek çocuğu olan kızı da aynı okulda öğretmen ve bu şehirden biriyle evli olduğundan gidememiş kendi memleketine ya da başka bir şehre...

Can sıkıntısından olacak, sık sık okula gelip etrafı şenlendiriyor. Ve o yaşa gelmesine rağmen anlattıklarını zevkle dinlemeyen tek bir kişi yok, olamaz.
Özelliklerinden biri boğazına çok düşkün olması. Döner yapmak için evine teşkilat kurduracak kadar çok seviyor yemeyi-içmeyi.
Dolayısıyla yemek yapmayı da çok seviyor ve kendi tarifleri var. Örneğin ben hiç bilmediğim bir tarz omlet yapmayı ondan öğrendim.
Yumartaları çırpıp tavaya döktükten sonra alt yüzü pişene kadar bekleyip sonra üst kısmın yarısına peynir koyarak omletin diğer yarısını üstüne kapamak. Hem görüntü hem lezzet olarak şahane oluyor.

Yaşamış olduğu ilginç hikayelerden seçmeler yapıp anlatmayı çok seviyor.
Bunlardan bir tanesini eklemek istiyorum şimdi.
...

''Sarı Tarihçi''nin akşamüstleri uğrayıp birkaç saat geçirdiği, gazetelere baktığı, bir iki arkadaşıyla konuşup, etrafına çay kahve ısmarladığı bir lokal var.
Birgün çarşıda gezerken belediye hoparlöründen bir ölüm ilanı duyar. Merak edip yanındakilere sorar,
- Kim bu ölen ?
- Hani lokalde hep sağ köşedeki masada oturan beyaz saçlı, kısa boylu bir adam vardı ya, işte ölen o, der sorduğu kişiler...Etkilenip üzülür Nihat Hoca. Uzun zamandır akşamları aynı mekanı paylaştığı, çayını kahvesini içtiği bu şahsın cenaze namazına gitmeye karar verir ve son görevini yerine getirir.

O gün morali bozuk gezer bütün gün.
Akşam olduğunda yine lokale gider, bu kez kederli bir şekilde..

Ama içeriye girdiğinde bir de bakar ki; cenaze namazını kıldığı kişi her zamanki yerinde, yani sağ köşedeki masada oturuyor...???!!! ''

03/01/2009

Gaf'ın Böylesi


Bilmeden,farketmeden yersiz bir davranışta bulunmak, başkasını kıracak incitecek türden sözler konuşmak durumuna ''gaf yapmak'' diyoruz. Bildiğiniz gibi diğer anlamları ''pot kırmak' ya da ''çam devirmek''.
Kimi zaman ''baltayı taşa vurmak'' da aynı kapıya çıkıyor.
Ne kadar zengin bir dilimiz var. Canım Türkçem.. İçine düştüğümüz her türlü durum için istemediğimiz kadar deyim ve atasözü sermiş önümüze. Tepe tepe kullanmamız için.
Bu arada ''tepe tepe kullanmak'' deyimini de ''sakınmadan,dilediği gibi,hoyratça kullanmak'' anlamıyla yeri gelmişken kullanayım dedim.
Ben size söylemiştim. Neredeyse anlatacağımız her konu için bir deyim ya da atasözü mevcut dilimizde.

Gaf yapmayan insan var mıdır ki? Hiç sanmıyorum.
Bir kere tarih ünlülerin gaflarıyla dolup taşmış durumdadır.
İlk aklıma gelen Bush'un ''Nijerya önemli bir kıtadır'' demesi.
Daha sonra aklıma hemen başbakanlığı gaflarla tepeleme dolu olan Tansu Çiller geliyor. Belediye zabıtasını ''Merhaba asker! '' diye selamlamasını duymayan var mıdır? Ya da ''Trabzon'u Akdeniz'in incisi yapacağız!'' sözlerini.
Çiller'in bence en komik gafı Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'e Haydar Ali Bey demesidir :)

Gelelim Recep Tayyip Erdoğan gaflarına. Onun gafları nedense az önceki örneklere pek benzemiyor. Yani pek masumane değil. Karşısındakini küçümsemenin yanısıra bir an önce başından savma telaşına girerek söylenmiş,yani sinirlendiği için nispeten bilinçle sarfedilmiş sözler.
Onunla ilgili ilk aklıma gelen ; yoksulluk nedeniyle böbreğini satmak zorunda kalan bir vatandaşın açtığı pankartı okuyup:''Burası sakatatçı değil kardeşim!'' demesi. Daha sonra başka bir vatandaşa ''Ananı al git buradan!'' şeklinde sinirlenmesi, ''Memur zeytini bir lokmada yemesin'' şeklindeki bir gafla memurun tasarrufa yönlendirilmek istenmesidir ki sanırım Fransız tarihindeki ''Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler'' gafından çok daha içler acısı bir örnektir bu..

Bu konu nereden mi aklıma geldi? Geçen akşam katıldığımız bir aile toplantısında konu ''gaf'' idi çünkü. Kısa bir süre önce yaşanmış öyle ilginç bir örnek anlattılar ki gülsek mi ağlasak mı bilemedik önce. Tabii ben duramayıp dakikalarca güldüm :)

Birbirleriyle sık sık görüşüp samimi olmuş iki bayan bu kez eşleriyle birlikte akşam ziyaretlerinde de görüşmeye karar vermişler. Ve kocalarına da karşı tarafla ilgili ön bilgiler vermişler tabii. Eşlerin, çocukların ismi nedir, kaç kişidirler, ne iş yaparlar türünden bilgiler..

O akşam gidilecek evdeki hanımın adı Funda, dört yaşındaki kızlarının adı ise ''Ayşe'' imiş. İlk etapta herkesin aklına aynı şey geliyor. Yani annenin adı Ayşe, kızının adı Funda imiş gibi, değil mi?
İşte Funda Hanım'lara o akşam ilk kez ailece ziyarete gelen arkadaşının eşi de koltuğa oturur oturmaz böyle bir yanılgıya düşüp annesinin kucağında oturmakta olan küçük kızı sevmek isterken nasıl bir söz sarfetmiş dersiniz :
-''Fundaa !! Gel, hadi gel bakayım, gel kucağıma otur, seveyim..
Ve daha komiği adamın hemen yanında oturmakta olan eşi bacaklarını durmadan çimdikleyip uyarmasına rağmen adam dizlerini göstererek devam ediyormuş,
- Fundaaa !! Hadi bak gel,koş dizime otur :)


16/11/2008

Kafedeki İlginç Çift

Ankara'nın en lüks semtlerinden birinde bir kafeydi burası.Sabahın erken saatleriydi. Yapılması gereken bir sürü işimiz olduğundan erken kalkmış ve hafif bir kahvaltı yapmak üzere buraya gelmiştik.
Özelliğimdir; bir yere gittiğimizde etrafımda ilginç insan profilleri arar ve fazla farkettirmeden incelemeye alırım. Tabii bunu vaktim varsa yapıyorum. Çünkü boş boş beklemektense yapılacak en güzel iştir bana göre.
Üstelik oldukça keyiflidir.

Sipariş ettiğimiz kahvaltıyı beklerken bir hayli vaktimiz olacağı belliydi, çünkü içerisi çok kalabalıktı. Kafenin içinde değil de,hemen önünde çok işlek bir cadde olan açık alandaki masalardan birine oturmayı tercih ettik. Buraya gelmiş insanlar mesai saati biraz sonra başlayacağından bir an önce bir şeyler atıştırabilmenin telaşıyla bariz bir acele içindeydiler.

Bu arada düşünmeye başladım. Bu insanlar da bizim gibi evlerinden çok uzaklarda birtakım resmi işlerini halletmek üzere burada bulunuyorlarsa gayet normaldi. Fakat her Allah'ın günü ya da biraz daha iyimser düşünürsek sık sık dışarıda yiyip içmeyi adet haline getirmemeliydi bir insan. Aile düzeni bozulur, nasıl alışıldıysa öyle giderdi.
Günümüzde evlerde kahvaltı alışkanlığı unutulmaya yüz tuttuğundan çocuklar okullarda daha ilk teneffüste kantinlerde uzun kuyruklar oluşturuyorlar. İlk derste algılama bozukluğu yaşatıyor bu onlara ve başarısızlığa zemin hazırlıyor. Bu kuyruklarda anneleri ev hanımı olan çocuklar en öndeler üstelik.. Akıl alacak gibi değil doğrusu.

Her neyse. Kahvaltımızın getirilmesini beklerken ve ben bunları düşünmekteyken son derece şık bir çift içeriye girdi. Kırk yaşından büyük olduğu gözlemlenen kadın kuaförden yeni çıkmış gibiydi. Kabartılmış uzun saçları sarının beyaza çok yaklaşmış bir tonundaydı ve suratında son derece ağır bir makyaj vardı. Dar siyah bir pantalon, üzerine beyaz ve oldukça kaliteli bir gömlek giymişti. Ayaklarında yürürken onu hafifçe zorlayan ama yine de feminen bir hava katıp hoş yapan, kaliteli ve yüksek topuklu ayakkabılar vardı. Genel anlamda dönüp herkesin bakacağı oldukça güzel bir kadındı. Yanındaki erkek yaz sabahı olmasına rağmen takım elbiseler içindeydi ve o da son derece kaliteli ve şık görünüyordu. Onlar da bizim gibi kafenin kaldırımdan cam bir bölmeyle ayrılmış açık alanını tercih ettiler ve hemen yanımızdaki masaya oturdular. Bu arada ortalığı yoğun bir parfüm kokusu kaplamıştı. Ben de incelemeyi sona erdirmiştim.

İçeriye girdiği andan itibaren suratına yerleştirdiği ters ifadeyle durmadan konuşan kadın masaya oturduktan sonra da hiç susmayıp dikkat edildiğinde her şeyden memnuniyetsizlikle bahsediyor ve karşısındaki adamın kafasının etini yiyordu. Adama bir göz atıldığında kadını pek de dikkate alır bir hali yoktu. Hatta hiç dinlemiyor, ama dinliyor görünmeye çabalıyordu.
Kadın tam bu esnada gelen servis elemanını serviste bulunanların istediği türden olmadığı benzeri bir gerekçeyle yüksek bir sesle azarladı. Dikkatim tamamen bu kadına yoğunlaşmıştı.
Nasıl bir kadındı bu? Bununla hayat geçer miydi? Geçse bile çok zor olmalıydı. Dışarıda böyleyse evde kimbilir nasıldı davranışları? Tek bildiği giyinip kuşanıp süslenmek olmalıydı...

Tüm bunları düşünürken karşısında oturan adama yoğun bir acıma hissi duydum. Eşi olmalıydı, bir ömür geçireceği eşi. Yazıktı bu adama...

Artık kadınla her türlü ilgimi kesmiştim. Anlattıklarına da kulak vermiyordum. Zaten kahvaltımız çoktan gelmişti. Önümüzdekileri bir an önce bitirip kalkmalıydık.
Birden bir bağırmayla irkildik. Kaldırımdan geçmekte olan bir dilenci kadın, camlı bölmenin önünde bu kadını görüp durmuş ve para istiyordu. Kadın da vermeyeceğini ima ederek bağırmış olmalıydı. O andan itibaren kafede bulunan herkes sesleri duyup olayı incelemeye almış, kalan kısım bir tiyatro gibi izlenmeye başlamıştı:

-Ablacığım, Allah rızası için..
-Defol demedim mi ben sana geri zekalı !
-Ablacığım Allah çoluğuna çocuğuna bağışlasın.
-Ne biliyorsun sen benim çocuğum olduğunu? Söyle nereden biliyorsun? Hadi söyle! Salak kadın..! Defol buradan!

Aralarında geçen ve hepimizin duyduğu diyalog buydu. Kadın şiddeti gittikçe artan bir sesle ve çılgın bir şekilde bağırıyor, tüm hırsını dilenciden çıkarıyor, hatta diyafram kullanıyordu. Gözlerimize inanamıyorduk.

Birden, geldiğinden beri karşısına oturtup kafasını didik didik yediği adam daha fazla dayanamayıp ayağa kalktı. Kadını sert bir hareketle kolundan çekip kaldırdı ve sürükleye sürükleye oradan uzaklaştırdı.
Kadın hala bağırıyor ve gitmemek için direniyordu..

Kahvaltıları yarım kalmıştı.
Gördüklerimiz gerçek olamayacak kadar tuhaftı...

27/10/2008

Yetsin artık !

Off..off!! Sıkıntıdan patlıyorum.Hangi yolla olursa olsun bloguma gelip yazmadan duramayacağım,bunu anladım.Kaç gündür yoğun bir sıkıntının içindeyim.Bu olayın beni bu kadar etkileyeceğini söyleseler inanmazdım.Resmen elim ayağım bağlandı,hatta psikolojim bozuldu..Gerçekten..
Birçok blog yazarı arkadaş gibi yazdıkça can sıkıntısının geçtiğini farkeden biriydim ben.Henüz birkaç ay olmuştu.Ne kadar şanssızmışım.
Nedir bu yasakçı zihniyet? Kaç gündür merak etmekteydim ''Suçumuz nedir,hangi Ortaçağ zihniyeti böyle bir cezayı layık görmüştür? '' diye..Cevabı dün akşam saatlerinde bulabildim:''Digiturk''..Digiturk ile uzaktan yakından ilgisi olmayanlar neden cezalandırılıyorlar ki? Neden?..Nasıl bir ülkede yaşıyoruz biz ? Demokrasi ile yönetilen Türkiye Cumhuriyeti idi değil mi yaşadığımız ülkenin adı?
Az önce bilgisayarımın dns ayarlarını değiştirdim.Oh ya..! Yasak kalkmış gibi oldu.Blogumun her tarafı eskisi gibi tıkır tıkır çalışıyor.Resim ekleme ve müzik dahil.Hiçbir şifreye gerek olmaması şahane.Tavsiye ediyorum..Bunu ne kadar çok kişi yaparsa o kadar iyi galiba.En azından şu yasak sona erene kadar.
Buraya kadar yazdıklarım bariz bir rahatlama hissettirdi.Sanırım ben ömür boyu blog yazacağım.Aksi mümkün değil,hastalanırım..
Şimdilik bu kadar..Blogger'e bağlı tüm yazar arkadaşlara sevgiler,saygılar sunuyor ve başka adreslere ayrılmamalarını diliyorum.Blogger'ı seviyorum.Çünkü kelimenin tam anlamıyla burası ikinci adresim benim.
Bu konu ile ilgili fikirlerin ve tepkilerin diğer okurlarla saygı çerçevesinde ve serbestçe paylaşılması için www.serbestyazarlar.com diye bir adres var.Tepkilerin burada birikmesi ve ses verilmesi için güzel bir site.Tavsiye ediyorum.
Ve bir de blogspotyazarlari@gmail.com adresine blog adresinizle birlikte isminizi yazarak bir mail atıp imza listesine blogunuzu ve isminizi ekleyebilirsiniz.
Kampanyayı buradan izlemeniz mümkün.