komik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
komik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14/11/2013

Komik Olmak

İnsan inanmak istediğine inanır kimi zaman.
Gerçeği herkesten çok bilmesine rağmen tam tersine inanmak ister.
Ve inanır da. Ya da inanmış görünmek zorundadır.

Bir sebebi vardır elbette...
Misal; ortada akıl almaz bir hata vardır. Korkunç bir hata.
Lâkin bu hatayı yapan kişi senin toz kondurmak istemediğin, belki de geçmişte sadece ''sana özel'' yalakalık yapmış biridir. Buraya kadar amenna. Beynine istediğin komutu verebilir, geçmişe dair nedenlerin sana o kişiyle ilgili çizdirdiği imajı hiçbir etkiyle değiştirmek istemez, kimsenin değiştirmesine de izin vermezsin. Bu senin sorunun...

Ancak... Kulakla duyulan seslere, kelimelere, gözle görülen görüntülere, resimlere itiraz etme be kardeşim!
Hiddetlenip, tam tersi olduğuna 80 milyonu inandırmaya kalkma, debelenip durma bunun için!
Aksine inandırabilmen için elinde zerre kadar kanıt yokken üstelik.
Bu kaçıncı?! Feci şekilde komik oluyorsun... Yeter!


Görsel:buradan


19/04/2009

Alman Misafiri Kıskanmak


Mesleğimin ilk yıllarıydı. Tayinim sahil kentlerinden birine çıkmıştı. Turistik bir yerdi burası. Yazın özellikle, iğne atsan yere düşmüyordu. Deniz, orman ve şehir muhteşem bir şekilde iç içe geçmiş, şahane bir manzara oluşturuyordu.

Okula gittiğim yol kartpostalları kıskandıracak güzellikte, girdiğim sınıflar full deniz manzaralıydı. Çocukluğumun geçtiği ve üniversite okuduğum şehirlerde deniz olmadığından bu bana ilahi bir lütuf gibi geliyor, gözlerime inanamıyordum.
Arkadaşlarımın çoğunun tayini mahrumiyet bölgelerine çıkmıştı. Güzel yurdumda bayrağımın dalgalandığı her köşeye heyecanla gitmeye hazır olan ben, yine de bu harika şehirde çalıştığım için her sabah şükretmekten kendimi alıkoyamıyordum.

O yıl aynı okulda çalıştığım bir meslektaşımla bir daire kiralamıştık.
Ev sahiplerimiz Almanya’dan kesin dönüş yapmış, bizimle her yönden ilgilenip ailemizi aratmamaya çalışan orta yaşlı bir çiftti. Apartmanın giriş katında pastane işletiyorlardı ve kızları da öğrencimizdi.

* * * *

Bir hafta sonu kapı zilimiz uzun uzun çaldı. Heyecanlı bir durum vardı sanki. Hemen koşturup açtık. Karşımızda ev sahibimiz Hüseyin Bey ve yanında kocaman sırt çantasıyla gözleri gülen güzel bir Alman genç kız vardı.
Hüseyin Bey gülerek aynen şu cümleyi kurdu ve koşarak uzaklaştı:
- Alın, bu sizin olsun!

Oy oyy! Çok sevindik bu işe. Hazirandı ve sınav dönemiydi. Canımız sıkılıp duruyordu. Nilgün’le birbirimize baktık ve gözlerimiz parladı. Ben zaten lise yıllarımdan beri turistlerle sohbete, onlara yardım etmeye bayılan biriydim.

Evde 3 kişi olmuştuk artık. Ben, Nilgün ve Kerstin.
Nilgün’de Almanca hiç yok, çok az İngilizce biliyordu. Kerstin’de de çok az İngilizce var. Bu yüzden ikisinin anlaşması mümkün görünmüyordu. Aralarında tercümanlık yapmaktan canım çıktı ama değdi doğrusu. O yaz birlikte geçirdiğimiz 10 günün her saati ve dakikası ayrı bir zevk, ayrı bir komediydi. Hiç o kadar güldüğüm bir kesit yoktur hayatımda.
Yaşadıklarımızın hepsini buraya yazsam sayfalar almaz. Şimdi kısacık bir pasaj:

Geceleri dışarı çıkmadığımız için canımız sıkılıyordu. Televizyon Kerstin anlamadığı için zevk vermiyordu. İşte öyle bir akşam;
Nilgün -Ayy şuna bak. Ne kadar güzel bir kız ya! Bir de makyaj yapsak kimbilir nasıl şahane olur! Afet olur valla...
Ben -Sana makyaj yapmak istiyormuş, kabul eder misin?
Kerstin -Eveet !! Canımız sıkılmaz. Merak ettim, nasıl olacağım, yapsın !!
Ben -Kabul ediyor Nilgün, hadi o zaman başla !
Makyaj yapmak Nilgün’ün en büyük hobisiydi. Koşa koşa gidip malzemelerini getirdi.
Önce krem çıkardı. Yerde halının üzerinde işe başladık. Kerstin ortaya bir gelin edasıyla oturdu. Ağzı kulaklarındaydı. Nilgün hemen önüne dizüstü, bense tercüman seyirci rolü üstlenmiştim yanıbaşlarında.
Nilgün kremi eline alıp;
- Önce güzeelce bir kremleyelim. Ayy..Cilde bak yav kaymak gibi. Bir de benimkine bak, sivilce kaynıyor. Ey Allahım beni de göör!
Ben - Cildinin çok güzel olduğunu söylüyor.
Kerstin - Wie ein Baby!
Ben - Nilgüün..! ''Bebek gibi'' diyor bak ..
Nilgün - Anladım, anladım, tercümeye gerek yok. Hııhh! Hattirsin ordan!

Nilgün o an sinirlenip bu sözleri sarfederken Kerstin ile göz gözeydi ve aralarında sadece 5 cm kadar bir mesafe vardı. O kadar komik bir andı ki, gülmekten ölecektik neredeyse.

Tabii neden güldüğümüzü Kerstin'e açıklamak zor oldu...


03/01/2009

Gaf'ın Böylesi


Bilmeden,farketmeden yersiz bir davranışta bulunmak, başkasını kıracak incitecek türden sözler konuşmak durumuna ''gaf yapmak'' diyoruz. Bildiğiniz gibi diğer anlamları ''pot kırmak' ya da ''çam devirmek''.
Kimi zaman ''baltayı taşa vurmak'' da aynı kapıya çıkıyor.
Ne kadar zengin bir dilimiz var. Canım Türkçem.. İçine düştüğümüz her türlü durum için istemediğimiz kadar deyim ve atasözü sermiş önümüze. Tepe tepe kullanmamız için.
Bu arada ''tepe tepe kullanmak'' deyimini de ''sakınmadan,dilediği gibi,hoyratça kullanmak'' anlamıyla yeri gelmişken kullanayım dedim.
Ben size söylemiştim. Neredeyse anlatacağımız her konu için bir deyim ya da atasözü mevcut dilimizde.

Gaf yapmayan insan var mıdır ki? Hiç sanmıyorum.
Bir kere tarih ünlülerin gaflarıyla dolup taşmış durumdadır.
İlk aklıma gelen Bush'un ''Nijerya önemli bir kıtadır'' demesi.
Daha sonra aklıma hemen başbakanlığı gaflarla tepeleme dolu olan Tansu Çiller geliyor. Belediye zabıtasını ''Merhaba asker! '' diye selamlamasını duymayan var mıdır? Ya da ''Trabzon'u Akdeniz'in incisi yapacağız!'' sözlerini.
Çiller'in bence en komik gafı Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'e Haydar Ali Bey demesidir :)

Gelelim Recep Tayyip Erdoğan gaflarına. Onun gafları nedense az önceki örneklere pek benzemiyor. Yani pek masumane değil. Karşısındakini küçümsemenin yanısıra bir an önce başından savma telaşına girerek söylenmiş,yani sinirlendiği için nispeten bilinçle sarfedilmiş sözler.
Onunla ilgili ilk aklıma gelen ; yoksulluk nedeniyle böbreğini satmak zorunda kalan bir vatandaşın açtığı pankartı okuyup:''Burası sakatatçı değil kardeşim!'' demesi. Daha sonra başka bir vatandaşa ''Ananı al git buradan!'' şeklinde sinirlenmesi, ''Memur zeytini bir lokmada yemesin'' şeklindeki bir gafla memurun tasarrufa yönlendirilmek istenmesidir ki sanırım Fransız tarihindeki ''Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler'' gafından çok daha içler acısı bir örnektir bu..

Bu konu nereden mi aklıma geldi? Geçen akşam katıldığımız bir aile toplantısında konu ''gaf'' idi çünkü. Kısa bir süre önce yaşanmış öyle ilginç bir örnek anlattılar ki gülsek mi ağlasak mı bilemedik önce. Tabii ben duramayıp dakikalarca güldüm :)

Birbirleriyle sık sık görüşüp samimi olmuş iki bayan bu kez eşleriyle birlikte akşam ziyaretlerinde de görüşmeye karar vermişler. Ve kocalarına da karşı tarafla ilgili ön bilgiler vermişler tabii. Eşlerin, çocukların ismi nedir, kaç kişidirler, ne iş yaparlar türünden bilgiler..

O akşam gidilecek evdeki hanımın adı Funda, dört yaşındaki kızlarının adı ise ''Ayşe'' imiş. İlk etapta herkesin aklına aynı şey geliyor. Yani annenin adı Ayşe, kızının adı Funda imiş gibi, değil mi?
İşte Funda Hanım'lara o akşam ilk kez ailece ziyarete gelen arkadaşının eşi de koltuğa oturur oturmaz böyle bir yanılgıya düşüp annesinin kucağında oturmakta olan küçük kızı sevmek isterken nasıl bir söz sarfetmiş dersiniz :
-''Fundaa !! Gel, hadi gel bakayım, gel kucağıma otur, seveyim..
Ve daha komiği adamın hemen yanında oturmakta olan eşi bacaklarını durmadan çimdikleyip uyarmasına rağmen adam dizlerini göstererek devam ediyormuş,
- Fundaaa !! Hadi bak gel,koş dizime otur :)