Tatil rotamıza katıp üç-beş gün kalmayı ve isimlerini not ettiğimiz güzelliklerinden birkaçını ziyaret etmeyi düşündüğümüz Şehr-i İstanbul’dayız. Öncelikle, Prens Adaları olarak adlandırılan dokuz adanın en büyüğü olan Büyükada’ya gitmeye karar veriyoruz. Bu, aşağı yukarı bütün günümüzü alacak.
Hava yine inanılmaz sıcak. Ancak, birazdan vapura bindiğimizde Boğaz’dan gelen esintilerle iliklerimize kadar serinleyeceğimizi bildiğimizden sabrediyor, hatta mutlu oluyoruz. Kabataş’tan kalkacak olan ve Büyükada’ya her gün saat 11.30’da bir kez sefer yapan vapurumuzu bir gün önce, kalkış saatini bilmediğimiz için on dakikalık gecikmeyle kaçırdık. Bugün vaktinde yetişiyoruz.
İçeriye geçip yerimizi aldığımızda yolcuların yarıdan fazlasının Arap olduğunu görmek oldukça şaşırtıcı. Bu kadınlar üzerlerindeki kıyafetlerle nasıl nefes alıyorlar acaba? Üstelik bu sıcakta!
Hani bazen gazetelere ''Arabistan sıcakları geliyor!'' diye başlıklar atılır. Anladım ki o sıcaklar kara çarşaflı Arap kadını görseliyle bütünleşmiş olan bu sıcaklar! Gık demeden geziyorlar her yerde. Ee, ülkelerinde şu anki hava sıcaklığı yalnızca 10 derece olan İngiliz turistlerle yolculuk edecek değildik tabii. Bu havada, genleri itibariyle çöl sıcaklarına alışkın Arap milletinden başka kimle yolculuk edilirdi ki zaten. Diğer ülkelerden gelmiş turist sayısının taş çatlasa 3-5 kişiyi geçmemesi inanılacak gibi değil!
Arap kadınları teknolojiyle ve sosyal medyayla oldukça yakından ilgili. Görüldüğü gibi ellerinden cep telefonları hiç düşmüyor.
Bazı ailelerin özel rehber tutmuş olmaları da ilgi çekiciydi.
Büyükada’nın ağırlıklı olarak Akdeniz iklimi ve karakteristik yaz kuraklığı özelliği sergilediğini, buradaki hava sıcaklığının İstanbul’a göre çok daha yüksek olduğunu biliyor muydunuz? Buna bir de ulaşımın yaklaşık 1 saat 10 dk sürdüğünü, adaya varış saatinizin güneşin ışıklarını direkt tepenize gönderdiği 12.40 civarı olduğunu eklerseniz, gezilmesi gereken pek çok yerin neden daha serin bir mevsimde görülmek üzere ertelendiğini anlarsınız.
Diyeceğim o ki; siz Büyükada’ya sakın ola ki bizim gibi aşırı sıcaklarda gitmeyin.
Boğaz'ın doyumsuz manzaraları eşliğinde Büyükada'ya yaklaşırken gümüş renkli kubbeleri ve kırmızı panjurlarıyla göze ilk çarpan binaların başında Splendid Palas Oteli var.
Vee... İşte karşımızda doğayla eşsiz ve tarihi bir paylaşım içinde olan, muhteşem ahşap işçiliklere sahip asırlık konakları, begonvillerle kaplı bahçeleri, faytonları, plajları, Roma dondurmalarıyla ünlü Büyükada…
Şimdi bisiklet ya da fayton kiralama seçeneklerinden birini kullanıp hemen bir tura çıkabilirsiniz. Adada motorlu taşıt yasağı olduğundan (resmi araçlar hariç), ulaşım bisiklet ve faytonlarla sağlanıyor. Burada nüfusun ortalama 7.500 kişi olduğu, bu rakamın yaz aylarında turistler sayesinde epeyce katlandığını öğreniyoruz.
Görülmesi gereken yerlerin başında Aya Nikola Manastırı ve dünyanın hem ilk çok katlı binası hem de en büyük ahşap binası olma özelliği taşıyan Büyükada Rum Yetimhanesi geliyor. Tepede, çan kulesinin arkasında kesme taştan 1905’te inşa edilip 1909’da kullanıma açılan bina Aya Yorgi Manastırı. Bu manastır ve kilisesi için 23 Nisan ve 24 Eylül günleri özelmiş. Çünkü binlerce insan bu iki özel günde 200 metrelik tepeyi tırmanıp kiliseye ulaşıyor ve inancı doğrultusunda dua edip niyet tutuyor ya da şifa umuduyla dua ediyormuş. Siyah cübbeli bir Ortodoks papazdan dua isteyenler de oluyormuş. Bu dilekler tuttuğu takdirde daha sonra hediye olarak zeytinyağı alınıp kiliseye götürülmesi gerekiyormuş.
Ada ziyaretçilerinin ilgisini çekenler arasında; Kızıl Ordu'nun kurucusu ve komutanı Lev Troçki’nin, Stalin tarafından sürgün edildikten sonra 1929-1933 yılları arasında yaşadığı Nizam Mahallesi'ndeki evi ile ünlü yazar Reşat Nuri Güntekin'in Maden Mahallesi'ndeki evi de var.
Adada kalış süremiz yaklaşık 4 saat. Faytonların götürdüğü son duraktan sonra epey bir tırmanmak gerektiğini öğreniyor ve ne yazık ki böylesi bir sıcakta manastırları görmeyi göze alamayıp bu süreyi adanın içinde gezerek geçiriyoruz.
Onca kurabiye tarifi bilirim, buradakilerin çoğunu hayatımda ilk kez gördüm. Dondurma külâhlarını da öyle. Nefis görünüyorlar...
Ünlü Taş Fırın'a, Sarıyer Börekçisi'ne girmeden dönmemek gerek. Kuş üzümlü, çam fıstıklı, kıymalı börek kesinlikle 10 numara.
Deniz kıyısındaki balık restoranlarında ise fiyatlar oldukça makul. Üstelik masanıza martılar da eşlik ediyor...
Bu ikiz apartman öyle ilgimi çekti ki. Zihni Bey ve Sadiye Hanım Apartmanı
Hemen bir araştırma yapıyor ve Sadiye Hanım'ın 1930 yılında, bugün Artvin ili Yusufeli ilçesine bağlı Kılıçkaya beldesinden seçilerek “Türkiye’nin İlk Kadın Belediye Başkanı” olan ve bu görevi 2 yıl yürüten hanım olduğunu, Zihni Bey'in ise 1880-1965 yılları arasında yaşamış, ülkemizde çay tarımının başlamasına ve yayılmasına önderlik eden,
''çayın babası'' olarak bilinen Zihni Derin olduğunu öğreniyor ve çok etkileniyorum. Adada satın alabileceğiniz pek çok hediyelik eşya seçeneği var. Çiçekli taçlar, sembolik bisikletler, faytonlar, vb...
Ve Ada'da yaşayan çok renkli bir kimlik: Kâmil Tekbaş. Bir zamanlar tekvando kralı olan ve basında sık sık yer alan Kâmil Bey kâhinlikte çok iddialı. Kendisi şu an adaya gelen ziyaretçilerin el falına bakıyor ve isteyenlerin karikatürlerini çiziyor.
Fotoğraf sayısı epey fazla olduğundan kalanları yine bir videoda toplamanın en iyisi olacağını düşündüm.
Fikir sahibi olmak adına adanın sokaklarında turlamak isteyenler buradan buyursunlar o halde.
Görüşmek üzere. Sevgiyle...
* * *
Hava yine inanılmaz sıcak. Ancak, birazdan vapura bindiğimizde Boğaz’dan gelen esintilerle iliklerimize kadar serinleyeceğimizi bildiğimizden sabrediyor, hatta mutlu oluyoruz. Kabataş’tan kalkacak olan ve Büyükada’ya her gün saat 11.30’da bir kez sefer yapan vapurumuzu bir gün önce, kalkış saatini bilmediğimiz için on dakikalık gecikmeyle kaçırdık. Bugün vaktinde yetişiyoruz.
İçeriye geçip yerimizi aldığımızda yolcuların yarıdan fazlasının Arap olduğunu görmek oldukça şaşırtıcı. Bu kadınlar üzerlerindeki kıyafetlerle nasıl nefes alıyorlar acaba? Üstelik bu sıcakta!
Hani bazen gazetelere ''Arabistan sıcakları geliyor!'' diye başlıklar atılır. Anladım ki o sıcaklar kara çarşaflı Arap kadını görseliyle bütünleşmiş olan bu sıcaklar! Gık demeden geziyorlar her yerde. Ee, ülkelerinde şu anki hava sıcaklığı yalnızca 10 derece olan İngiliz turistlerle yolculuk edecek değildik tabii. Bu havada, genleri itibariyle çöl sıcaklarına alışkın Arap milletinden başka kimle yolculuk edilirdi ki zaten. Diğer ülkelerden gelmiş turist sayısının taş çatlasa 3-5 kişiyi geçmemesi inanılacak gibi değil!
Bazı ailelerin özel rehber tutmuş olmaları da ilgi çekiciydi.
Büyükada’nın ağırlıklı olarak Akdeniz iklimi ve karakteristik yaz kuraklığı özelliği sergilediğini, buradaki hava sıcaklığının İstanbul’a göre çok daha yüksek olduğunu biliyor muydunuz? Buna bir de ulaşımın yaklaşık 1 saat 10 dk sürdüğünü, adaya varış saatinizin güneşin ışıklarını direkt tepenize gönderdiği 12.40 civarı olduğunu eklerseniz, gezilmesi gereken pek çok yerin neden daha serin bir mevsimde görülmek üzere ertelendiğini anlarsınız.
Diyeceğim o ki; siz Büyükada’ya sakın ola ki bizim gibi aşırı sıcaklarda gitmeyin.
Boğaz'ın doyumsuz manzaraları eşliğinde Büyükada'ya yaklaşırken gümüş renkli kubbeleri ve kırmızı panjurlarıyla göze ilk çarpan binaların başında Splendid Palas Oteli var.
Vee... İşte karşımızda doğayla eşsiz ve tarihi bir paylaşım içinde olan, muhteşem ahşap işçiliklere sahip asırlık konakları, begonvillerle kaplı bahçeleri, faytonları, plajları, Roma dondurmalarıyla ünlü Büyükada…
Şimdi bisiklet ya da fayton kiralama seçeneklerinden birini kullanıp hemen bir tura çıkabilirsiniz. Adada motorlu taşıt yasağı olduğundan (resmi araçlar hariç), ulaşım bisiklet ve faytonlarla sağlanıyor. Burada nüfusun ortalama 7.500 kişi olduğu, bu rakamın yaz aylarında turistler sayesinde epeyce katlandığını öğreniyoruz.
Görülmesi gereken yerlerin başında Aya Nikola Manastırı ve dünyanın hem ilk çok katlı binası hem de en büyük ahşap binası olma özelliği taşıyan Büyükada Rum Yetimhanesi geliyor. Tepede, çan kulesinin arkasında kesme taştan 1905’te inşa edilip 1909’da kullanıma açılan bina Aya Yorgi Manastırı. Bu manastır ve kilisesi için 23 Nisan ve 24 Eylül günleri özelmiş. Çünkü binlerce insan bu iki özel günde 200 metrelik tepeyi tırmanıp kiliseye ulaşıyor ve inancı doğrultusunda dua edip niyet tutuyor ya da şifa umuduyla dua ediyormuş. Siyah cübbeli bir Ortodoks papazdan dua isteyenler de oluyormuş. Bu dilekler tuttuğu takdirde daha sonra hediye olarak zeytinyağı alınıp kiliseye götürülmesi gerekiyormuş.
Ada ziyaretçilerinin ilgisini çekenler arasında; Kızıl Ordu'nun kurucusu ve komutanı Lev Troçki’nin, Stalin tarafından sürgün edildikten sonra 1929-1933 yılları arasında yaşadığı Nizam Mahallesi'ndeki evi ile ünlü yazar Reşat Nuri Güntekin'in Maden Mahallesi'ndeki evi de var.
Adada kalış süremiz yaklaşık 4 saat. Faytonların götürdüğü son duraktan sonra epey bir tırmanmak gerektiğini öğreniyor ve ne yazık ki böylesi bir sıcakta manastırları görmeyi göze alamayıp bu süreyi adanın içinde gezerek geçiriyoruz.
Ünlü Taş Fırın'a, Sarıyer Börekçisi'ne girmeden dönmemek gerek. Kuş üzümlü, çam fıstıklı, kıymalı börek kesinlikle 10 numara.
Deniz kıyısındaki balık restoranlarında ise fiyatlar oldukça makul. Üstelik masanıza martılar da eşlik ediyor...
Hemen bir araştırma yapıyor ve Sadiye Hanım'ın 1930 yılında, bugün Artvin ili Yusufeli ilçesine bağlı Kılıçkaya beldesinden seçilerek “Türkiye’nin İlk Kadın Belediye Başkanı” olan ve bu görevi 2 yıl yürüten hanım olduğunu, Zihni Bey'in ise 1880-1965 yılları arasında yaşamış, ülkemizde çay tarımının başlamasına ve yayılmasına önderlik eden,
''çayın babası'' olarak bilinen Zihni Derin olduğunu öğreniyor ve çok etkileniyorum. Adada satın alabileceğiniz pek çok hediyelik eşya seçeneği var. Çiçekli taçlar, sembolik bisikletler, faytonlar, vb...
Fikir sahibi olmak adına adanın sokaklarında turlamak isteyenler buradan buyursunlar o halde.
Görüşmek üzere. Sevgiyle...