2017/12/02

Çürük Domatesler

Eve on dakika mesafede bulunan ve sebze-meyve gerektiğinde ürünlerini direkt köylüden satın aldıkları için tercih ettiğim bir market var. Reyonlarını adeta bir köy pazarına dönüştüren yöntemleri oldukça memnuniyet verici çünkü.

Burada her daim taze sebze- meyve bulmak mümkün. Mini mini dolmalık biberler, mis kokulu domatesler, yemyeşil maydanozlar, tereler. Dalından yeni toplanmış incirler, üzümler...

Marketin bu iş için köyleri dolaşmak üzere içinde 20-30 kadar kasa bulunan, arkası çadırla kaplı ufak bir kamyoneti var. Askerden gelir gelmez evlenmiş, 1 çocuk babası genç bir adam olan Serhan bu kamyonetin şoförü. Kamyoneti kullanmak dışında köylülerden satın aldığı malları ilgili reyonda düzenleyip başında durmak gibi aktif bir görevi var markette.

Olayımızın kahramanı Serhan (adının ilk hecesini değiştirdim) ile liseye başladığı ilk yıl tanışmıştık. Sessiz, sakin, efendi bir çocuktu. İyi bir aile terbiyesi aldığı belliydi. Tüm gayretiyle ders dinlemeye çalışır, ama üzülerek söylüyorum ki, en basit bir soruyu dahi yanıtlayamazdı. Neredeyse tüm dersleri zayıftı. ''Düz lise'' diye tabir edilen okulların elekten ilk düşenlerden oluşan sınıflarında ne yazık ki kendine benzer öğrenciler yabana atılamaz sayıdaydı.
Sekiz yıllık zorunlu temel eğitim sonrası geldikleri okulun birinci sınıfında tökezlemekti bunun adı. Olmuyordu. Karnede birkaç ders zayıf olsa dahi (0 ya da 1) sınıf geçmeyi sağlayan ''Ağırlıklı Ortalama İle Sınıf Geçme'' adlı sistem de bir işe yaramıyordu.
Böylece liseye başladıkları ilk yıl büyük bir başarısızlıkla sonuçlanıyor ve okulu bırakmak zorunda kalıyorlardı.

Serhan'la ilgili hiç yanılmamıştım. Ölçülü tavırları ve efendiliği artık evli barklı koskoca bir adam olmasına rağmen elindeki sigarayı saklamaya çalışacak derecedeydi halen. ''Teşekkür ederim; ama beni sevindirecek olan sigarayı saklaman değil, hayatından tamamen çıkarman olacaktır,'' cümlemle kızaracak kadar tertemiz bir çocuk. Her gördüğünde hal hatır sorar, insüline geçen annesinin hastalığına çok üzüldüğünden bahseder, teselli edecek birkaç kelime beklerdi benden sanki.

Biraz sözlü notundan biraz kanaat derken geçer not almıştı dersimden. E, kanaat notu zaten ne içindi? 4x2'nin ağırlıklı ortalamaya katkısı hiç de fena değildi. Mini sohbetlerimizin sonunda ''İyi ki ortalamasını 2 vermişim,'' derdim hep içimden.
Ta ki bundan birkaç gün öncesine kadar...

Kamyonetten yere indirilmiş domates kasalarının başında çömelmiş vaziyette duran Serhan beni görmedi önce.
İki dakikaya kalmadan şöyle bir ses duyuldu arkadan:
- Hocam, ortalamamı 3 verseydiniz şu an domates ayıklıyor olmayacaktım.
- ???!! Ciddi misin sen? Faturayı bana çıkardın yani??

Evet ciddiydi maalesef. Yüzünde şaka yaptığına dair en ufak bir işaret yoktu.
Daha fazla ne söyleyebilirdim ki? Hem söylesem anlayacak mıydı sanki?
Kafası yine çalışmamış, sadece dersleri değil, beni de hiç ama hiç anlamamıştı demek ki...

Üzgün ve kırgınım şu an. Bakmıyor, görmezlikten geliyorum artık. Bu tavrım rahatsız ediyor onu.
Belki bir gün yaşananları analiz eder de gerçeğin farkına varır, belki özür diler kim bilir...