Alıştığımız her şeyde olduğu gibi, günlerdir derin bir sessizlik içinde olan ve ortalama on beş dakikada bir yalnızca kargo arabalarının geçtiği sokağımız da sıra dışı bir görünüme bürünmüş, yeni rutinimiz olarak çoktan benimsenmişti bile.
Ta ki o gün "Patates, soğan var, patates vaar!!" diye bağıran ses günlerdir sürmekte olan rutini değiştirene kadar. Sanki herkes dört gözle bu sesin sahibini bekliyordu. Pencerelere ve balkonlara çıkan insanlar satıcıya işaret edip aracı durdurduktan sonra birkaç dakika içinde maskelerini ve eldivenlerini takmış biçimde aşağıya ışınlandılar. Satıcı da maskeli ve eldivenliydi zaten. Daha önce bahsettiğim şekilde; "bilim kurgu filminin oyuncuları olarak" üzerine düşenleri yapmalıydı herkes. Satıcının standart biçimde üçer kiloluk çuvallara doldurup aracına yüklediği patates ve soğanlardan satın almalıydı. Her evin temel ihtiyaç malzemeleriydi bunlar. Ayağımıza kadar gelmişti. Evdekiler bitmek üzereydi. Aramaya çıksak bulamama gibi olasılığı yüksek bir riskle karşı karşıyaydık. Benzer olasılıkların hepsine hazırdık ki zaten. Ön kabullerimizin sınırları yoktu asla. Bize sunulacak ''mevcut'' seçeneklerin her birine hazırdık. Bu durumda "komplo teorisi" diye nitelendirip inanmak istemediğimiz bazı haberlerde geçen yapay zeka ve çipler devrede olabilir miydi?
Neyse, ben daha fazla kaptırıp karantina günlerinin olağan hale gelmiş olağan dışı sahnelerine ürkütücü anlamlar yüklemeyi bırakıp sadete geleyim şimdi. Ayağımıza kadar geldiğine sevinip uçarak satın aldığımız patatesler üzerlerinde toprak olmasına rağmen geçen senenin ürünüymüş meğer. Adam sağından solundan çıkan mini tomurcukları ovalayıp gelmiş demek ki. Soğanlar da birkaç güne kalmadan yeşil soğan olma yarışına girdiler. Bir an önce bitirmeye çalışıp "Bunu bulduğumuza da şükür," diyelim en iyisi. Bu işten epey kazançlı çıkan var neyse ki. Ah, oysa pazarda mis gibi yeni mahsul taze patates vakti şimdi. Mümkün mü artık o eski pazarlar, "Elinin beğendiğini seç ablacım!" diyen pazarcılar?
Patateslerin çabucak bitmesi için çoktandır denemek istediğim bir tarif çözüm oldu. Onu burada paylaşayım. Gayet lezzetli oluyor. Garnitür ya da öğün olarak kolay bir seçenek. İki kez daha yaptım mı bitti gitti. Tavsiye ederim.
Aslında bu tarifte patatesleri kabuklarıyla birlikte dilimlemek esastı. Ancak, ben önce iyice yıkayıp toprağından arındırmak zorunda olduğumdan kabuklarını soydum ve tekrar yıkayıp bir buzdolabı poşetinin içine dilimledim. Kabuklar sert ve biçimsizdi maalesef. İçine bir miktar sıvı yağ ve baharat ilave edip iyice karıştırdığım poşeti yağlanmış kağıtla kaplı fırın tepsisine döküp 200 dereceye ayarlı fırında yirmi dakika kadar tutup üzeri kızarıncaya kadar beklettim. Bu günler için ideal bir çözüm.
Aslında bu dönem en çok ekmekle haşır neşirim. Üç günde bir un oranı ve biçim değiştirerek ekmek yapıyorum. Bunlar yarısı beyaz diğer yarısı tam buğday + kepekli un karıştırarak yaptıklarım...
Sıklıkla ekmek yapan biriyim. Ancak bu dönem virüse karşı yorucu bir savaş halinde olduğumdan yorgun düşüyordum. O yüzden siparişlerime ekmeği de eklemek ve virüs varsa yok etmek adına fırına atıp yüksek ısıda bekletip çıkarmak gibi bir çözüm düşündüm; ama bu işlem daha yorucu geldi bana. Yalnızca bir kez yaptım bunu...
Market siparişlerimi balkonda üç gün bekletmeme kararı aldım bu arada. Sebze meyveler için özellikle. Üç günün sonunda maydanozların yarısı sararabiliyor mesela. Ya da domatesler yumuşayabiliyor. Zaten profesörlerden biri geçen gün ''Sebze ve meyveleri bekletmeniz, sabunla falan yıkamanız gereksiz. Virüsün bu yolla geçmesi milyonda bir ihtimal'' dedi. Güzelce yıkamak yeterliymiş. Ben yine de sirkeli suyla bekletiyorum.
Bunun hamurunu kalınca bir pide olarak olarak mayalayıp koydum tepsiye. Bayağı kabarıp ekmeğe benzedi. Tam buğdaylı ve çörekotu karışımlı.
En kolay bunu yapmak galiba. Ekmek modeli yaptığımda genellikle ızgaraya kadar kabarıp üst kısmı yanıyor. Fırın boşluğundan da kaynaklı.
Kahvaltılık tahinli çörekler, kahvaltıda ekmek sorununu güzel çözüm. Tahinde çinko var üstelik. Bundan vazgeçmek yok. Bu arada mutfağın balkonuna çıkıp uzaklardaki bir bahar ağacını zumladım. Şeftali ağacıymış:) Oralardaki kedi de geldi yakına. Kafesten bakan hallerini bize benzettim. İçeri girdiğimde çörekler yanıyormuş tabii...
Kurabiyeye merak sardım yıllar yıllar sonra. İş fena. Kiloların gelmesi kaçınılmaz, aman dikkat!
Portakallı, üzümlü, çatlayan kurabiye. Çok kolay ve enfes ötesi. Bir daha yapmama kararı aldım lakin.
Karantina sonrası unlu mamüller dükkanı mı açsam acaba? Ekmek, çörek, kurabiye, pizza...
Yok yok, en iyisi şapkacı olayım ben. Merserize iplerden yazlık model şapka örüyorum dinlenirken. Artık ne zaman giyebiliriz meçhul. Yazın olmasa bile umarım sonbahar sezonu rahat rahat dışarı çıkabiliriz artık.
Dış dünyaya açılmanın en iyi yolu kitaplar tabii. Okumak için bol bol vakti oluyor insanın.
Bunlar karantinaya girmeden önce çektiğim kayısı dalları. Kayısının bahar çiçeği haline bayılırım ben.
Harikadırlar....
Bu güzel bahar çiçekleriyle bitiriyorum o halde. Kendinize iyi bakın ve #EvdeKalın lütfen.
Sevgilerle...
Ta ki o gün "Patates, soğan var, patates vaar!!" diye bağıran ses günlerdir sürmekte olan rutini değiştirene kadar. Sanki herkes dört gözle bu sesin sahibini bekliyordu. Pencerelere ve balkonlara çıkan insanlar satıcıya işaret edip aracı durdurduktan sonra birkaç dakika içinde maskelerini ve eldivenlerini takmış biçimde aşağıya ışınlandılar. Satıcı da maskeli ve eldivenliydi zaten. Daha önce bahsettiğim şekilde; "bilim kurgu filminin oyuncuları olarak" üzerine düşenleri yapmalıydı herkes. Satıcının standart biçimde üçer kiloluk çuvallara doldurup aracına yüklediği patates ve soğanlardan satın almalıydı. Her evin temel ihtiyaç malzemeleriydi bunlar. Ayağımıza kadar gelmişti. Evdekiler bitmek üzereydi. Aramaya çıksak bulamama gibi olasılığı yüksek bir riskle karşı karşıyaydık. Benzer olasılıkların hepsine hazırdık ki zaten. Ön kabullerimizin sınırları yoktu asla. Bize sunulacak ''mevcut'' seçeneklerin her birine hazırdık. Bu durumda "komplo teorisi" diye nitelendirip inanmak istemediğimiz bazı haberlerde geçen yapay zeka ve çipler devrede olabilir miydi?
Neyse, ben daha fazla kaptırıp karantina günlerinin olağan hale gelmiş olağan dışı sahnelerine ürkütücü anlamlar yüklemeyi bırakıp sadete geleyim şimdi. Ayağımıza kadar geldiğine sevinip uçarak satın aldığımız patatesler üzerlerinde toprak olmasına rağmen geçen senenin ürünüymüş meğer. Adam sağından solundan çıkan mini tomurcukları ovalayıp gelmiş demek ki. Soğanlar da birkaç güne kalmadan yeşil soğan olma yarışına girdiler. Bir an önce bitirmeye çalışıp "Bunu bulduğumuza da şükür," diyelim en iyisi. Bu işten epey kazançlı çıkan var neyse ki. Ah, oysa pazarda mis gibi yeni mahsul taze patates vakti şimdi. Mümkün mü artık o eski pazarlar, "Elinin beğendiğini seç ablacım!" diyen pazarcılar?
Yok yok, en iyisi şapkacı olayım ben. Merserize iplerden yazlık model şapka örüyorum dinlenirken. Artık ne zaman giyebiliriz meçhul. Yazın olmasa bile umarım sonbahar sezonu rahat rahat dışarı çıkabiliriz artık.
Harikadırlar....
Sevgilerle...