12/09/2022

Âşıklar Bayramı

Halk âşığı ''Heves Ali'' birbirlerini hiç görmeden geçen 25 yılın ardından bir gece oğlu Yusuf'un kapısını çalar. Hastadır, Kırşehir'e hastane için gelmiştir. Sağlık durumu son derece kötüdür. Asıl amacı hastalığını saklayarak bir geceliğine de olsa oğlunda kalmak, onu görmeden ölmemektir.  

Babasının durumunun ciddiyetini uyumadan önce üzerinden çıkardığı belgeleri ona fark ettirmeden inceleyerek öğrenen Avukat Yusuf, Heves Ali'nin biletini almış olduğu ertesi günkü yolculuğunda ona yardım etmeyi seçer. İşlerini bir avukat arkadaşına devredip kendi arabasıyla yola çıkar ve babasının içinde olduğu otobüse yetişip onu Kars'taki Âşıklar Bayramı'na kendi aracıyla götürmek ister.

Bu uzun yolculukta ister istemez eski yaralar üzerinde farklı biçimde çalışmalar başlar. Yusuf yol boyunca hakkında pek çok şey öğrendiği babasına olan duygularıyla çatışır. Zaman zaman hiddetlenir, ancak çabucak kendine gelir. 

Başrolleri Kıvanç Tatlıtuğ ve Settar Tanrıöğen tarafından paylaşılan Özcan Alper imzalı filmde baba oğulun uzun süre ara verilmiş ilişkilerine oldukça fazla odaklanılmış. Kim bilir, katettikleri yol belki de uzlaşabilmek adına hayli uzun. Yusuf yolculuk esnasında babasının hayal kırıklığına uğrattığı, daha doğrusu terk ettiği kişinin sadece kendisi olmadığını öğreniyor. Sonuçta o bir sanatçı, ünlü bir halk ozanı. Bu gerçeği de izleyiciye anlatı aracı olarak bildirme görevini oğul üstlenmiş. İkisini de yaşadıkları hayatlar şekillendirmiş. Bunu öğrenmemize rağmen hikâyedeki ana tema birbirleriyle ilişkilerinde ne tür bir uzlaşmaya girdikleri. 

Y- Sence adalet diye bir şey var mı dünyada?
A- Bu dünyada mı, ötekinde mi?
Y- Her ikisinde de.
A- Bu dünyada olmadığını görecek kadar yaşadım. Ötekinden de şüpheliyim.

Hastalık haricinde baba ve oğul arasındaki hikâye gerilimden uzak, hatta rahatlatıcı diyebiliriz. Her ikisinin hayatının da babanın başarısızlık ve yanlışları sayesinde şekillendiği çıkıyor ortaya ve hatta Yusuf'un kızgınlığının bariz biçimde hafiflediği hissediliyor.

Heves Ali yaşadığı toplum yapısından dolayı çocuklarını sevmeyi ayıp saymış bir kuşaktan belli ki. Çocuğunu seven; ama fazlasıyla otoriter. Zaten çıktıkları yolculukta her ikisi de birbirlerine dokunamama sorunu yaşıyor. Bir de sazı eline alıp hem karısını hem 13 yaşındaki Yusuf'u terk etme nedenini ''Ben yokken rahat edersiniz sandım,'' şeklinde açıklaması cehalet mi masumiyet mi nedir bilemedim. Ancak, Heves Ali'yi iyi biri olarak yazdım zihnime. Ayrıca, bu bir Alevi filmi değil; Alevi kültürüne saygı duruşu olarak nitelenen bir film. Heves Ali'nin gittiği Alevi köylerinde kendini çok rahat hissetmesi, onları akrabadan, dosttan öte görüp özel bir hürmet göstermesi gibi detaylara sahip. 

Şu sahnede çok ağladım :( 
Finale doğru benzer bir sahne daha vardı. Bir de orada. Gözyaşlarım hiç kurumadı. Şimdi bile yine aynısı olacak, hissediyorum. Bu sahnede babam ve ben varım çünkü. Bundan altı yıl önce kalp ameliyatından çıkıp yoğun bakıma alınan rahmetli babamın başında tıpatıp böyleydim ben de. Sağ tarafına oturup cevap veremese de onunla konuşuyor, zaman zaman sıvı gıdalar veriyordum. Film sırf buradaki benzerliğiyle bile beni derinden etkiledi :((

''Baba dediğin zaten yarım kalmış bir kelimedir. Babalar hep yarım kalır...''

Yusuf'un merak, özlem, öfke ve pişmanlık dolu hikâyesinin gerisi, izlemek isteyenlere kalsın. Bakalım aynı adlı kitaptan uyarlama yapılarak çekilmiş, eşsiz doğa görüntüleri ve müziklerle bezeli bu filmle ilgili sizin duygu ve düşünceleriniz neler olacak?

İyi seyirler...