Masmavi gökyüzüne, denize ağ atmış balıkçı teknelerinin çokluğuna, azimli kürekçilere bir bakın. Her şey ne kadar da olması gerektiği gibi.
Tam bu noktada doğada gerçekleşen olguların insanoğlunun yaşam kıpırtılarına, ruh hallerine ne çok benzediğini düşündüm yine. Yaşananlar özümüzü, mevcut tüm evrensel değerlerle örtüştüğümüzü anlatır gibidir. Anlatmakla da kalmaz, devasa bir sahnede görsel olarak da yaşatır çoğu zaman.
Ben hep böyle düşünürüm. Aniden kapanan, uçuk maviden griye, griden siyaha hızla geçiş yapıp karardıkça kararan gökyüzünün bir şeylere kafası atmış, fena halde halde kızmış bir insandan farkı yoktur. Hiddetinden şimşekler, yıldırımlar çıkarır önce. Ardından gümbürtüler gelir peş peşe. Öfkesini boşaltmaktır niyeti.
Bir müddet bekler sonra. Sıra, yoğun biçimde gözyaşı dökmeye gelmiştir artık. Ağlar, ağlar, ağlar... Kendine gelinceye, iyi hissedinceye kadar kimi zaman birkaç saat, kimi zamansa günler, geceler boyu hiç durmadan ağlar. Sahi, var mıdır bu sıralamanın bir insanın yaşadıklarından farkı?
Bu yüzden ''Doğadaki olguların her birinde mucizevi titreşimler vardır, bilir misiniz? Eğer onları algılayabiliyorsak, ardında var olan ışıklı çağrıları da duyuyor, bu mistik yolculuğu olağanüstü kılan şeyin özünde direnmek olduğunu anlıyoruz demektir'' demiştim on yıl kadar önce.
"Bugünün berbat bir gün olması yarının hayatınızın en güzel günü olmayacağı anlamına gelmez," anlamında bir söz vardır (Just because today is a terrible day doesn’t mean tomorrow won’t be the best day of your life).
Mevlâna ise 'Umutsuz olsanız bile sabretmeye devam edin' diyor şu sözüyle:
''Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.''
Bu bir genç kız 👌