tehlike etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tehlike etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

07/02/2025

Kolumbo Yanardağı...

Az önce Yunanistan'ın günlerdir deprem sarsıntıları yaşayan ve volkanik patlama tehlikesi bulunan adası Santorini'de OHAL ilan edildiği ve 1 Mart'a kadar yürürlükte kalacağı duyuruldu. 

Biliyorsunuz, söz konusu olan masmavi, ışıl ışıl bir koyda beyazlı mavili ikonik evleriyle ünlü, masalsı görünümde bir ada olan Santorini'nin çevresinde bulunan sualtı yanardağı Kolumbo. Şu an Ege Denizi'ndeki en aktif volkan. Adanın 8 kilometre kuzeydoğusunda bulunan ve bir ucu Kos’a bir ucu Sousaki’ye dayanan Güney Ege Volkanik Yayı üzerindeki sayısız volkandan biri. Kolumbo en son M.Ö. 1400 yılında patlamış, oluşan tsunami Kıbrıs’a kadar ulaşmış. Öyle ki, bu büyük patlama Minos medeniyetinin tamamen yok olmasına da sebep olmuş.

Tarihçiler tarafından aktarılan ve "tüm deniz alevler içinde kalmadan önce körfezin sularının kaynamaya başladığı, sonrasında da sağır edici patlamalarla gökyüzünün külle ve toprağın ponza taşlarıyla kaplandığı, gökten yağan küllerin ve taşların Anadolu topraklarına ulaştığı'' şeklindeki betimlemelerden oluşan korkutucu anlatımlar var. Ve Santorini bize sadece 170 km. uzaklıkta! 

Peki bu şartlar altında ve Santorini'deki ürkütücü hareketlilik karşısında neden bu kadar sessiz, dahası neden bu kadar rahatız? Lav püskürten yanardağlar, deprem ya da tsunamiler şehirlerin ya da ülkelerin sınırlarını tanıyıp durur ya da yön değiştirir mi sizce? Bu büyük tehlike karşısında ülkelerin kendi özel sorunlarını bir yana bırakıp insanlık adına birleşme vakitleri gelmedi mi?

08/10/2023

Sigara İzmaritiyle Savaşmak

Gözüyle de görmek isteyen Google'lasın lütfen. Bu yaz üst üste çıkan orman yangınlarının ilk sıralardaki nedenlerinden biri sigara izmariti. 
Hani şu son bir fırt çekip ateşli ateşli öylece sağa sola fırlatılan, sahibi tarafından ''fırlatmazsa ölecek'' hastalığı haline getirilmiş izmaritler. 

Güzelim ormanlarımızın yangınlarda yok olmasından sonra bende adeta hastalık haline geldi. Dışarıya çıktığımda bu konuya yoğunlaşıp çevreyi dikkatle incelemeden duramıyorum artık. Sandığımdan çok daha fazla ve de şaşılası görüntülerle karşılaşıp yine yeniden geriliyorum.

Artık kararımı verdim. Bu durum bir ''gelenek''. Anlam olarak çok örtüşüyor çünkü (Bkz. TDK). Oradaki anlama şöyle bir cümle örnek kullanım olarak verilirse şahane olur bence: ''İzmarit fırlatmak, nedeni konusunda yanıt bulunamayan dünyanın en şaşılası, en berbat geleneğidir.''

Şehrin en işlek caddesinde yürürken yerlere dikkatle bakmayı denediniz mi hiç? Otobüs duraklarına, bankların etrafına, hatta bankın kenarlıklarına, oturulacak kısımlarına... Şaşkınlığıma şaşkınlıklar ekleniyor. Bir insan nasıl olur da bunu yapar ki?! Cevabını bulmak gerçekten zor. İçiyorsun madem o ölüm çubuğunu, önlemini alıp ona göre iç. Sokaklar, caddeler, kaldırımlar, bu banklar senin sigara küllüğün değil. Onları temizleyecek olanlar da babanın uşağı değil!

05/06/2021

Üç Yanı Salyayla Kaplı Ülke

Fotoğrafçı Özcan Yüksek'in 29 Mayıs'ta attığı tweette ''Erdek'te deniz manzarası. Ne yazık ki!'' notuyla paylaştığı Erdek sahilinin müsilajla kaplanmış fotoğrafları dehşete düşürmüştü hepimizi.

Dün yine korkunç bir başlık düştü gündeme: ”Deniz salyası Ege Denizi'ne doğru akmaya başladı!” Bu kez Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Ayaz tarafından "Müsilaj Karadeniz suyunun içinden 15 metre kalınlıkta Ege Denizi'ne doğru akıyor" bilgisi veriliyordu. Suyun üzerindekileri rüzgârın etkisiyle kıyılara yığıldığı için göremediğimiz belirtilirken, esasında suyun alt kısmındaki müsilajın önemli olduğu ve 15 metre kalınlıkta aktığına dair bir echo-sounder görüntüsü olduğu bildiriliyordu. Sonunda denizlerimiz nefret kusmaya başladı bence.
Geçen günlerde başka ülkelerden çöp satın aldığımız ve Akdeniz'in belirli noktalarına döktüğümüzle ilgili inanılmaz bir haber okumuştum. Bir de yukarıdaki tweete bakın. Böyle bir şey olabilir mi? Kendi çöplerimiz, atıklarımız, çocuk bezleri, plastikler yetmezmiş gibi!

01/06/2017

Gök Denizlerin Ak Kuşları: Martılar

Geçtiğimiz hafta sonu martılarla biraz fazlaca haşır neşir olunca buraya yazmadan olmazdı. Daha önceleri uzak mesafeden zar zor fotoğraflarını çekebildiğim martılara bir haller olmuş, nasıl denir, evcilleşmişlerdi sanki. İnsanlardan zerre ürkmüyorlardı. Nasıl güzel, nasıl sevimliydiler öyle.
Bana da bol bol yakın plan fotoğraflamak düştü...

Bu şaşırtıcı değişimde sahilde gezinen güvercinlere bisküvi, yemek, ekmek kırıntıları getirme gibi bir gelenek başlatan insanların payı büyük olmalıydı. Martılar daha yem poşetlerini görür görmez anında güvercinlerin arasına ışınlanıyor, dahası devamının geleceğini biliyor, bir sonraki yemleri beklemek adına uçup gitmiyorlardı. Aklıma geçtiğimiz kış Fatih'te karnı her acıktığında sosis istemek için hep aynı eve gidip camına bir ağaçkakan gibi gagasıyla vurarak haber veren sevimli martı gelmedi değil.

Ya şehir hatları vapurlarının peşine her seferinde adeta kadrolu bir görevliymişcesine düşen martılar? İnsanların tükettiği yiyeceklere karşı alışkanlık geliştiren etçil, balıkçıl bir hayvanın ülkemiz şartlarında ''simitçil'' yapılması ayrı bir tebessüm sebebi aslında. Yoksa ''Değişmeyen tek şey değişimdir,'' mi demeliydi? Becerikli oldukları bilinen martıların özellikle büyük türlerinin üst düzey zekaya sahip oldukları gerçeğini unutmamalı en iyisi...

26/05/2016

Trafik Magandaları İle Yolculuk

Aslında sadece fotoğraf bile anlatıyor; ama ben yine de detay vereceğim. Basında sürekli yer alan alkollü ve hız tutkunu trafik magandaları ne kadar çoğaldılar. Üstelik çoğu ünlü isimlerin çocukları çıkıyor.

En korktuğum şeydir, trafikle şaka olmaz. Gece yolculuğu yapmayı sırf bu yüzden hiç sevmem. Biz uzun yolculuklara gündüz çıkarız.
Zifiri karanlıkta kör noktalar çoğalır, sarhoşlar, uykusuzlar ve ağır tonajlı araçların en yoğun görüldüğü saatlerdir diye düşünür, korkarım açıkçası.

Resmi bir iş çıktığında sabah erkenden ulaşmak ve günden tasarruf etmek adına gece yolculuğu gerektiğinden, sayemde özel araç yerine otobüs tercih ediyoruz. Hem rahat hatlarla yolculuklar gerçekten çok rahat...

Sabahın ilk saatleri. İstanbul'a giriş. TEM Otoyolu, Büyükçekmece yakınları. Birden otobüsün ani fren hareketiyle sarsılıyoruz...

Gördüğümüz sahne aynen bu!
Neler olduğunu kimse anlayamıyor. Yedek kaptan polisi arıyor. Kaçarlar diye ben de alelacele bu kareyi çekiyorum.
Önümüzde seyir halinde olan lüks Mercedes'te 4 genç var. Arabalarıyla otobüsü bir sağdan bir soldan sıkıştırıyorlar. Trafiğin akışını ne tür bir tehlikeye soktukları umurlarında bile değil. Camlardan tek tek çıkıp öfkeyle el- kol hareketleri yapıyor, bağırıp çağırıyorlar. Etraf korna ve fren seslerinden yıkılıyor!
Fotoğrafta gördüğünüz an, önümüze fırlamış ve özellikle yakın mesafe bırakarak tacizi devam ettirme halleri.
Vazgeçmeye de hiç niyetleri yok. Gözleri dönmüş bir kere. Belli ki alkollüler. Belli ki şehir dışında bir gece kulübünden eğlenceden dönüyorlar. Ben dahil çoğu panik içindeki yolculardan fikirler yükseliyor. ''Polisi arayın hemen!'', ''Kameraya çekin de ispatlansın.'', ''Ya silahları da varsa? Bu kadar kızdıklarına göre ya otobüsü de tararlarsa?''
10 dakikadan fazla aynen bu şekilde trafiğin içinde seyir halindeydik. Siz deyin macera filmi, ben diyeyim korku filmi :(

Ve ileride sağda bizi bekleyen polis aracını görüyor, otobüsle yanaşıyoruz. Magandaların Mercedes'i de orada.
Taraflar aşağı iniyor. Bağrışmalar devam...

Dertleri neymiş acaba? Önce bizim otobüs başlatmış. Öyle kötü sıkıştırmışız ki, ölüyorlarmış!!!
Neyse ki anlaşma sağladılar da sabahın köründe oralardan karakola çekilmedik, diz boyu rezillik ve gerilim devam etmedi. Çünkü görünen köy ortada. Olayın bambaşka bir boyuta girip can kaybı yaşanması da büyük olasılıktı.

Hoş bulmadık İstanbul :(