Karşılığını bulan her sevgi ışıklı bir yolda aydınlanarak ilerlerken, yüreklere sığmayacak kadar büyür ve hatta taşar. Dışarıdan gelebilecek hiçbir faktörle bozulamayacak kadar güçlüdür artık...
Bir anlamda sevginin nirvanasına ulaşmışsınızdır.
Kimi zamansa taraflardan birinin egoları uğruna yaptığı düşüncesiz bir davranış yaşam boyu iz bırakacak kadar güçlüdür...
Bahar aylarına yaklaşıldığında okullarda bir gezi furyasıdır başlar. Genellikle öğretmenler karar verir nereye gidileceğine. Bana sorarsanız bir oylama yapılması ve tüm öğrencilerin fikirlerine de başvurulması gerektiğidir. Fakat dinletemezsiniz. Hayatın her alanında olduğu gibi böyle bir durumda bile ''ayrıcalıklı'' olduğunu zannedenlerin menfaatleri ön plana çıkar. Gezi yapılacak yer her seferinde baskın çıkan birkaç öğretmenin en çok görmek istediği yer neresiyse ona göre şekil alır.
Diyelim ki bunu okullardaki birçok kural gibi ''Böyle gelmiş, böyle gider,'' deyip kabullendiniz. Ha, bir de ''Cennet vatanımızın her köşesi güzeldir. Hiç farketmez,'' diye algılamaya çalıştınız. Fakat bahsedeceğim gezide öğrenci seçimi de yapıldı. Evet, yanlış duymadınız. Gezi için başvuran öğrenciler arasından beş tanesinin gelmesi ''kesinlikle sakıncalı'' bulundu...
Bu beş öğrencinin derslerine ben de giriyordum. Biraz haylazca oldukları doğru idi. Notları da pek güzel sayılmazdı. Fakat özünde o kadar insancıl, o kadar dürüst ve iyi çocuklardı ki! Tek ihtiyaçları yüreklerindeki ışığın ve sevgiye olan ihtiyaçlarının görülmesi gerektiğiydi.
Bunu bulamadıklarında ya da sert bir şekilde uyarıldıklarında agresifleşiyorlardı.
Biraz da haftalık ders saatimin diğer öğretmenlerden fazla olması nedeniyle, bu çocuklarla resmen iyi birer arkadaş olmuştuk. Sadece ''sevildiklerini'' bilmeleri bana karşı davranışlarını kontrollü bir hale getirmelerinde yeterli oluyordu. Dersimde asla gürültü yapmıyor, gerektiği yerde gerektiği kadar konuşuyor, fakat notlarını bir türlü yükseltemiyorlardı.
Bu onlara kızıp sevmemek için bir neden olabilir miydi? Asla değildi. Yapılabilecek hiçbir şey yoktu, ellerinden gelen o kadardı.
Geziye gidecek öğrenciler içinden elendiklerini duyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Ne dediysem, ne yaptıysam kar etmedi. Onlarsız bir gezi planı uygulamaya hazırdı, imzadan çıkmıştı.
Gezi günü geldi çattı. Sabah erkenden tüm öğretmen ve öğrenciler yanlarında gezi boyunca atıştıracakları yiyeceklerle gözlerini oğuşturarak otobüsün yanında yerlerini aldılar. Ve otobüsümüz hareket etti.
Gezi başlamıştı...
Okul gezilerini bilirsiniz. On dakikaya kalmadan otobüsün içinde şarkılar, türküler, darbuka eşliğinde koridor ve koltuk aralarında oynamalar, dans etmeler... Benim aklımda ise sürekli, geziden dışlanan o öğrenciler vardı. ''Keşke sildirseydim adımı ve gelmeseydim!'' deyip duruyordum içimden.
Haksızlıktı bu, hiç neşem yoktu.
Bir ara bizi sollayan kırmızı bir minibüs dikkatimi çekti. Biraz önce de sollamıştı. Otobüsün camından dikkatimi verip baktığımda; minibüsün içinde sağ tarafa, bize doğru yığılmış vaziyette bakan on-on beş genç görünüyordu.
''Allahım! Bunlar da kim böyle?'' demeye kalmadan aralarında gülümseyen bazı yüzler gördüm. Ve anladım ki bunlar bizimkiler !
Evet, geziye götürülmeyen o öğrencilerle göz göze gelmiştim.
Karşılıklı el salladık.
Çok sevinmiştim bu duruma. ''İyi yaptınız!'' dercesine elimle işaret verdim.
Anladım ki özel minibüs tutmuşlar ve yanlarına da dışarıdan istedikleri arkadaşlarını çağırarak aynı istikamete bizle birlikte, fakat daha özgür bir gezi yapmaya karar vermişler. Asıl amaç da onca kişinin içinde dışlanmanın ezikliğini, kırılan gururlarını nasıl onardıklarını hepimize göstermek!
Kırmızı minibüs bir süre daha bize eşlik etti. Bazen geri kalıyor, bazen sollayarak ileri geçiyorlardı. Maksat bütün otobüse kendilerini iyice göstermekti.
Yaklaşık yarım saat kadar bu şekilde devam edip, birden hız yaptı ve kayboldular.
Kısa bir süre sonra bir de baktık ki ileride, yolun en sağına parketmiş kırmızı bir minibüs var. Ve gençlerin hepsi aşağı inip tıpkı bir asker gibi ''Hazırol'' vaziyetine geçmiş, bizi bekliyor. Otobüs iyice yaklaştığında da hepsi aynı anda selam durmazlar mı?
Bu kadar mı sevimli olunur, saygıyı hiç elden bırakmadan bu kadar mı ders verilir?
Ben o gün bu çocuklara ve uyguladıkları plana hayran olmuş ve yaptıklarında da en ufak bir kusur bulamamıştım. Olsa olsa eğitimci olduğunu aklına bile getirmeden kendi egoları uğruna gencecik yürekleri yaralayanlara şamar gibi bir cevaptı bu!
Zaten bu mesele ondan sonraki günlerde asla gündeme gelmedi. Belki de ben yokken kızıp eleştirmişlerdi kim bilir?
İşte bu yüzden de hiç unutamadığım okul anılarımdan biri olarak kalmıştır.
Olay kahramanı çocuklar lise biter bitmez esnaf, vb. olup hayata atıldılar. Hala saygıda kusur etmez, ceketlerini düğmeleyip hal hatır sorarlar. Ve tabii ardından da o kırmızı minibüsü hatırlar, ama sadece bakışlarımızla anlatır ve tebessüm ederiz.