ego etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ego etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23/09/2022

Sosyal Medyada Sıfır Kişiyi Takip Etmek

On gün önce başıma gelen tuhaf bir olay ve devamında gelen merak duygusuyla yaptığım araştırmalardan oluşan kısa bir yazı giriyorum bu akşam. Ağırlık görsellerde.

Efendim, on gün önce Twitter sayfamı açtığımda tanıdık bir blog yazarının beni takibe aldığını gördüm. Kendisinin yazılarıma bıraktığı ve hatta ''Ben de beklerim'' diye bitimlediği birkaç yorumu da var bu blogda. 

Blogger'da kimseyi takip etmeyen birini takip etmek prensibim değildir. Ancak, davetine icabet edip ben de onun yazılarına yorum bırakmıştım. Bu kez de Twitter'daki takibine karşılık verip ben de onu takibe aldım. Ancak, ertesi sabah bir de ne göreyim? Daha 24 saat geçmeden terki diyar eylemiş. Sadece beni değil, sayısız kişiyi çıkarmış takipten. Profilindeki ''tanıdığın takipçiler'' başlığından anladığıma göre takip ettiğim çok değerli birkaç arkadaşı da aynı akıbete uğratmış. O kadar şaşırdım ki bu rezalete. İnsan böyle bir şeyi nasıl yapar? Nasıl cesaret etmiş ya da ne tür bir menfaat gözetmiştir? 
Blogger'da sıfır kişiyi takip eden birinin bu mecrada da ''kurnazca'' bir tavır sergilemesi normal midir?

İlk görseli dikkatle inceleyiniz lütfen. Konuyla ilgili ''NASA'nın bile takip ettiği 181 hesap var'' şeklinde füze atışı bir görüşe de rastladım çünkü; ama o sayfayı bulamadım. Bulunca eklerim.

26/03/2022

Mütevazı Olmak ve Kibir Üzerine

Bugünkü yazıda alçak gönüllülük ve kibir arasında gidip geleceğiz. Başka bir deyişle; mütevazı olmak ile ego sahibi olmak kavramlarını irdeleyeceğiz ufak çapta. 

"Başkasından üstün olmanın asil bir tarafı yoktur. Gerçek asalet, önceki benliğinden üstün olmandan gelir." 

Ernest Hemingway'e ait olduğu söylenen bu söz için tüm zamanların en sevilen alıntısı diyebiliriz. Belki de yazarlık yaptığı dergide isimsiz olarak yayınlandığından kendisine atfedildi. ''Başkasından üstün olmamız önemli değildir. Asıl önemli olan şey, dünkü halimizden üstün olmamızdır'' şeklinde aynı kapıya çıkan bir Mevlâna sözü ve Hint atasözü de var çünkü. Neyse, konumuz bu değil. Konumuz; tevazu sahibi olmak, yani alçak gönüllü, yani mütevazı olmak. 

Öncelik olarak "mütevazı" sözcüğünün yazım yanlışları listesinde birinciliğe oynadığını belirtmeli.
  mütevazı (Arapça) 1. sıfat Alçak gönüllü. 2. sıfat Gösterişsiz, iddiasız. 
mütevazi ( Arapça) 1. sıfat, eskimiş Birbirine paralel olan. 2. sıfat, eskimiş, matematik Paralel.

27/09/2015

Yetenek ve Pozitif Enerjinin Adı: Andre Rieu

İnsanların çoğu ne kadar yüksek makamdaysa o kadar yüksek ego barındırır.
Bir o kadar da ciddiyet yerleştirir yüzüne. Asık suratlıdır.
Bunu otorite sağlamak adına ya da dikkate alınmayıp suistimal edilme kaygısıyla yapmakta, güler yüz gösterirse kendisine saygı duyulmayacağı, sözünü dinletemeyeceği endişesini taşımaktadır.

Bu türden kişiler üzerlerine kendi elleriyle ''kızgınlık, öfke ve nefret'' formunda işte böylesi kötü bir aura yerleştirip sürekli negatif enerji yaydıklarından, bulundukları her yer soğuk bir ortama dönüşür. Diğer insanları zihinsel ve duygusal anlamda rahatsız edip ağırlaştırır, kendilerinden uzaklaştırırlar. Çünkü ister pozitif ister negatif enerjiye sahip olsun, frekansı yüksek kişi diğer insanları etkisi altına alır.

Gülümsemek asık suratlı olmaktan daha kolaydır oysa. Asık suratlı olmak için 43 yüz kasının gerilmesi, tebessüm için 17 kasın yeterli olduğu söyleniyor, yani daha az enerji gerektiği. Güler yüz; hoşgörü, sevgi demektir özünde, bir erdemdir. İnsanları mutlu edecek eşsiz bir ilâçtır. Etraftaki asık suratları gevşeten bir iyi niyet sembolü ve habercisidir. Zira gülümsemek bulaşıcıdır. Karşınızdakilerin size gülümsemesi için öncelikle siz gülümseyin bakalım, neler olacak...

Sevgi ve saygı dolu, şefkatli olmalı, egolardan arınıp varlığımızın yaşama uyum göstermesine izin vermeliyiz. Negatif enerji aynı zamanda kıskançlık ve kin duyguları ile beslenmeyi de çok sever. İnsanları asla küçümsemeden sevgi, saygı ve güler yüzlü bir yaklaşımla alınacak geri dönüşüm elbette ki ona göre şekil alacaktır.
Ve birazcık da mizah olmalı tabii...


Valsler Kralı (Waltz King) olarak da bilinen Hollandalı kemancı, besteci ve orkestra şefi Andre Rieu, işte tam olarak böyle biri. Kitlelere pozitif enerjisini olduğu gibi aktaran, tebessüm ve iyi niyetin diğer adı. Sevginin bir insanda vücut bulmuş hali.

Klasik müzik icra eden orkestra üyeleri genellikle donuk suratları ve mekanik hareketleriyle adeta cansız, ruhsuz birer robot gibi çalarlar, öyle değil mi? Ancak Rieu'nun her birine 50-60 bin kişinin katıldığı stad konserleri öylesine büyülü bir atmosferle sarıp sarmalanıyor ki on binlerce insan aynı anda bir bütün haline gelip tek yürek olabiliyor. Bir klasik müzik sever olarak onu hayranlıkla izliyorum...

1987 yılında Johann Strauss Orkestrası'nı kuran, bugün elliyi aşkın müzisyenin üyesi olduğu orkestrası ile, Strauss valslerini 19.yüzyıl ruhu ve atmosferiyle dünyadaki tüm büyük kentlerde sunan pozitif enerji patlaması bu adam Türkiye’ye geliyor. Dünya müzik listelerinde 30 kez birincilik, 355 Platin Albüm Ödülü, 35 milyon DVD satışı, 2012 yılında dünyanın en çok satan erkek sanatçısı olma gibi özelliklere sahip olan Rieu ve orkestrası 5 Kasım'da Ankara'da (ilk kez), 7 Kasım'da ise İstanbul'da sahne alacak. Klasik müzik severler... ''Kaçırmayın,'' derim...






@okumusokan


10/04/2010

Bir Okul Gezisi ve Onura Yolculuk

Karşılığını bulan her sevgi ışıklı bir yolda aydınlanarak ilerlerken, yüreklere sığmayacak kadar büyür ve hatta taşar. Dışarıdan gelebilecek hiçbir faktörle bozulamayacak kadar güçlüdür artık...

Bir anlamda sevginin nirvanasına ulaşmışsınızdır.

Kimi zamansa taraflardan birinin egoları uğruna yaptığı düşüncesiz bir davranış yaşam boyu iz bırakacak kadar güçlüdür...

Bahar aylarına yaklaşıldığında okullarda bir gezi furyasıdır başlar. Genellikle öğretmenler karar verir nereye gidileceğine. Bana sorarsanız bir oylama yapılması ve tüm öğrencilerin fikirlerine de başvurulması gerektiğidir. Fakat dinletemezsiniz. Hayatın her alanında olduğu gibi böyle bir durumda bile ''ayrıcalıklı'' olduğunu zannedenlerin menfaatleri ön plana çıkar. Gezi yapılacak yer her seferinde baskın çıkan birkaç öğretmenin en çok görmek istediği yer neresiyse ona göre şekil alır.

Diyelim ki bunu okullardaki birçok kural gibi ''Böyle gelmiş, böyle gider,'' deyip kabullendiniz. Ha, bir de ''Cennet vatanımızın her köşesi güzeldir. Hiç farketmez,'' diye algılamaya çalıştınız. Fakat bahsedeceğim gezide öğrenci seçimi de yapıldı. Evet, yanlış duymadınız. Gezi için başvuran öğrenciler arasından beş tanesinin gelmesi ''kesinlikle sakıncalı'' bulundu...

Bu beş öğrencinin derslerine ben de giriyordum. Biraz haylazca oldukları doğru idi. Notları da pek güzel sayılmazdı. Fakat özünde o kadar insancıl, o kadar dürüst ve iyi çocuklardı ki! Tek ihtiyaçları yüreklerindeki ışığın ve sevgiye olan ihtiyaçlarının görülmesi gerektiğiydi.
Bunu bulamadıklarında ya da sert bir şekilde uyarıldıklarında agresifleşiyorlardı.

Biraz da haftalık ders saatimin diğer öğretmenlerden fazla olması nedeniyle, bu çocuklarla resmen iyi birer arkadaş olmuştuk. Sadece ''sevildiklerini'' bilmeleri bana karşı davranışlarını kontrollü bir hale getirmelerinde yeterli oluyordu. Dersimde asla gürültü yapmıyor, gerektiği yerde gerektiği kadar konuşuyor, fakat notlarını bir türlü yükseltemiyorlardı.
Bu onlara kızıp sevmemek için bir neden olabilir miydi? Asla değildi. Yapılabilecek hiçbir şey yoktu, ellerinden gelen o kadardı.

Geziye gidecek öğrenciler içinden elendiklerini duyunca beynimden vurulmuşa döndüm. Ne dediysem, ne yaptıysam kar etmedi. Onlarsız bir gezi planı uygulamaya hazırdı, imzadan çıkmıştı.

Gezi günü geldi çattı. Sabah erkenden tüm öğretmen ve öğrenciler yanlarında gezi boyunca atıştıracakları yiyeceklerle gözlerini oğuşturarak otobüsün yanında yerlerini aldılar. Ve otobüsümüz hareket etti.

Gezi başlamıştı...

Okul gezilerini bilirsiniz. On dakikaya kalmadan otobüsün içinde şarkılar, türküler, darbuka eşliğinde koridor ve koltuk aralarında oynamalar, dans etmeler... Benim aklımda ise sürekli, geziden dışlanan o öğrenciler vardı. ''Keşke sildirseydim adımı ve gelmeseydim!'' deyip duruyordum içimden.
Haksızlıktı bu, hiç neşem yoktu.

Bir ara bizi sollayan kırmızı bir minibüs dikkatimi çekti. Biraz önce de sollamıştı. Otobüsün camından dikkatimi verip baktığımda; minibüsün içinde sağ tarafa, bize doğru yığılmış vaziyette bakan on-on beş genç görünüyordu.
''Allahım! Bunlar da kim böyle?'' demeye kalmadan aralarında gülümseyen bazı yüzler gördüm. Ve anladım ki bunlar bizimkiler !
Evet, geziye götürülmeyen o öğrencilerle göz göze gelmiştim.
Karşılıklı el salladık.
Çok sevinmiştim bu duruma. ''İyi yaptınız!'' dercesine elimle işaret verdim.

Anladım ki özel minibüs tutmuşlar ve yanlarına da dışarıdan istedikleri arkadaşlarını çağırarak aynı istikamete bizle birlikte, fakat daha özgür bir gezi yapmaya karar vermişler. Asıl amaç da onca kişinin içinde dışlanmanın ezikliğini, kırılan gururlarını nasıl onardıklarını hepimize göstermek!

Kırmızı minibüs bir süre daha bize eşlik etti. Bazen geri kalıyor, bazen sollayarak ileri geçiyorlardı. Maksat bütün otobüse kendilerini iyice göstermekti.
Yaklaşık yarım saat kadar bu şekilde devam edip, birden hız yaptı ve kayboldular.

Kısa bir süre sonra bir de baktık ki ileride, yolun en sağına parketmiş kırmızı bir minibüs var. Ve gençlerin hepsi aşağı inip tıpkı bir asker gibi ''Hazırol'' vaziyetine geçmiş, bizi bekliyor. Otobüs iyice yaklaştığında da hepsi aynı anda selam durmazlar mı?

Bu kadar mı sevimli olunur, saygıyı hiç elden bırakmadan bu kadar mı ders verilir?
Ben o gün bu çocuklara ve uyguladıkları plana hayran olmuş ve yaptıklarında da en ufak bir kusur bulamamıştım. Olsa olsa eğitimci olduğunu aklına bile getirmeden kendi egoları uğruna gencecik yürekleri yaralayanlara şamar gibi bir cevaptı bu!

Zaten bu mesele ondan sonraki günlerde asla gündeme gelmedi. Belki de ben yokken kızıp eleştirmişlerdi kim bilir?
İşte bu yüzden de hiç unutamadığım okul anılarımdan biri olarak kalmıştır.

Olay kahramanı çocuklar lise biter bitmez esnaf, vb. olup hayata atıldılar. Hala saygıda kusur etmez, ceketlerini düğmeleyip hal hatır sorarlar. Ve tabii ardından da o kırmızı minibüsü hatırlar, ama sadece bakışlarımızla anlatır ve tebessüm ederiz.