Hindistan’da filler henüz çok küçükken ayaklarından kalın bir zincirle kocaman bir kazığa ya da ağaca bağlanır.
Bağlandığı ilk andan itibaren bütün gücünü ve zamanını bu zincirden ve ağaçtan kurtulmak için harcayan zavallı yavru fil,
ne kadar çabalarsa çabalasın başarıya ulaşamaz.
Özgürlüğüne kavuşmak için günler geceler boyu uğraşmasına rağmen ne zinciri koparabilmesi ne de kazığı söküp atması mümkündür. Sonucu değiştiremez ve çabalarından vazgeçer.
Bu aşamaya gelindiğinde filin ayağındaki zincir sökülüp bir odun parçası bağlanır. Yavru fil bu kez yürürken sürekli odun parçasını görmekte, halen o kazıkta bağlı olduğunu ve asla kurtulamayacağını zannetmektedir. Bulunduğu çevrede dolanır durur; ama hiçbir zaman kaçma girişiminde bulunmaz. Esaretine ve özgürlüğünün hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğine inanmıştır...
Aradan yıllar geçer ve fil iyice büyür. O zincirlerden ve ağaçtan kurtulmak için gereken gücün onlarca katına sahiptir artık. Üstelik görünürde ne zincir ne ağaç ne de kazık vardır. Ortada kırılamayan tek şey olan ''Filin İnancı'' kalmıştır.
Pirelerin öğrendiği çaresizliğe gelelim şimdi...
Pireler çok yükseğe sıçrayabilen olağanüstü hayvanlar.
Bilim adamlarının ölçümleriyle 50 cm zıpladıkları tespit edilmiş. Bu yükseklik size kısa gelmesin. Çünkü mesafeyi pirenin boyuyla kıyaslayacak olursanız, bu durum bir atın sıçrayarak Eyfel Kulesi'ni aşmasıyla eşdeğer.
Pire sirkleri de bu amaçla kurulmuş zaten...
Sirklerdeki pireler yeteneklerine rağmen durmadan sıçradıkları cam kavanozlardan biraz daha yükseğe sıçrayıp bir türlü kaçmazlar.
Neden peki?
Çünkü pireler bunun için eğitilmişlerdir. İçinde eğitildikleri yaklaşık 30 cm yüksekliğindeki cam kavanozların üzeri de camla kapatılmış ve kavanoza alt kısımdan ısı verilmiştir sürekli. Zıplayarak kaçmaya çabalayan zavallı pireler tavandaki o cama çarparak yere düşerler. Düştükleri yer ısıtılmaya devam ettiği için yeniden zıplayıp kaçmak isterler; ama boşuna!
Yeniden tavandaki cama vurur ve düşerler. Sayısız kez tekrar eden bu döngünün sonunda pireler artık cam kavanozun boyundan daha yükseğe sıçramamayı öğrenirler. Kavanozun üstündeki cam kapak açıldığında bile bir daha asla 30 cm'den fazla yükseğe sıçramaz, buna asla cesaret edemezler. Çaresizliği öğrenmişlerdir artık.
En büyük yeteneklerini ömürlerinin sonuna kadar kullanamayacaklardır.
Çünkü özgürlükleri ve zihinleri arasındaki o ''cam tavan'' hayatlarının sonuna kadar var olacaktır. Sirklerdeki gösteriye hazırdırlar.
İşin acı tarafı ne biliyor musunuz? Ömürleri en fazla birkaç ay olan pirelere verilen eğitim(!) haftalar boyu sürebilir ve birçoğu sirkteki gösteriye hazır hale gelemeden ölür...
Öğrenilmiş çaresizlik; insanın içine düştüğü olumsuzluk(lar) karşısında sarfettiği çabalar sonucu sayısız kez başarısızlık yaşaması, ne yaparsa yapsın artık hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini, buna asla gücünün yetmeyeceğini düşünmesi, mücadele isteğini ve cesaretini sonsuza kadar yitirmesidir.
Ve aynı zamanda tıpkı filler ve pireler örneğinde gördüğümüz gibi; birilerinin, kendi çıkarlarına göre biçimlendirip kısıtladığı hayatının kendi kontrolünde olmadığına seni inandırmasıdır...
Kıssadan hisse...
İster yaşadığımız toplum dahilinde, ister bireysel anlamda, şunu asla unutmayalım, olur mu?
Çaresizseniz; ÇARE sizsiniz!
Huzurlu bir pazar günü diliyorum. Sevgiyle...
Görseller: Pinterest
Bağlandığı ilk andan itibaren bütün gücünü ve zamanını bu zincirden ve ağaçtan kurtulmak için harcayan zavallı yavru fil,
ne kadar çabalarsa çabalasın başarıya ulaşamaz.
Özgürlüğüne kavuşmak için günler geceler boyu uğraşmasına rağmen ne zinciri koparabilmesi ne de kazığı söküp atması mümkündür. Sonucu değiştiremez ve çabalarından vazgeçer.
Bu aşamaya gelindiğinde filin ayağındaki zincir sökülüp bir odun parçası bağlanır. Yavru fil bu kez yürürken sürekli odun parçasını görmekte, halen o kazıkta bağlı olduğunu ve asla kurtulamayacağını zannetmektedir. Bulunduğu çevrede dolanır durur; ama hiçbir zaman kaçma girişiminde bulunmaz. Esaretine ve özgürlüğünün hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğine inanmıştır...
Aradan yıllar geçer ve fil iyice büyür. O zincirlerden ve ağaçtan kurtulmak için gereken gücün onlarca katına sahiptir artık. Üstelik görünürde ne zincir ne ağaç ne de kazık vardır. Ortada kırılamayan tek şey olan ''Filin İnancı'' kalmıştır.
Pirelerin öğrendiği çaresizliğe gelelim şimdi...
Pireler çok yükseğe sıçrayabilen olağanüstü hayvanlar.
Bilim adamlarının ölçümleriyle 50 cm zıpladıkları tespit edilmiş. Bu yükseklik size kısa gelmesin. Çünkü mesafeyi pirenin boyuyla kıyaslayacak olursanız, bu durum bir atın sıçrayarak Eyfel Kulesi'ni aşmasıyla eşdeğer.
Pire sirkleri de bu amaçla kurulmuş zaten...
Sirklerdeki pireler yeteneklerine rağmen durmadan sıçradıkları cam kavanozlardan biraz daha yükseğe sıçrayıp bir türlü kaçmazlar.
Neden peki?
Çünkü pireler bunun için eğitilmişlerdir. İçinde eğitildikleri yaklaşık 30 cm yüksekliğindeki cam kavanozların üzeri de camla kapatılmış ve kavanoza alt kısımdan ısı verilmiştir sürekli. Zıplayarak kaçmaya çabalayan zavallı pireler tavandaki o cama çarparak yere düşerler. Düştükleri yer ısıtılmaya devam ettiği için yeniden zıplayıp kaçmak isterler; ama boşuna!
Yeniden tavandaki cama vurur ve düşerler. Sayısız kez tekrar eden bu döngünün sonunda pireler artık cam kavanozun boyundan daha yükseğe sıçramamayı öğrenirler. Kavanozun üstündeki cam kapak açıldığında bile bir daha asla 30 cm'den fazla yükseğe sıçramaz, buna asla cesaret edemezler. Çaresizliği öğrenmişlerdir artık.
En büyük yeteneklerini ömürlerinin sonuna kadar kullanamayacaklardır.
Çünkü özgürlükleri ve zihinleri arasındaki o ''cam tavan'' hayatlarının sonuna kadar var olacaktır. Sirklerdeki gösteriye hazırdırlar.
İşin acı tarafı ne biliyor musunuz? Ömürleri en fazla birkaç ay olan pirelere verilen eğitim(!) haftalar boyu sürebilir ve birçoğu sirkteki gösteriye hazır hale gelemeden ölür...
Öğrenilmiş çaresizlik; insanın içine düştüğü olumsuzluk(lar) karşısında sarfettiği çabalar sonucu sayısız kez başarısızlık yaşaması, ne yaparsa yapsın artık hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini, buna asla gücünün yetmeyeceğini düşünmesi, mücadele isteğini ve cesaretini sonsuza kadar yitirmesidir.
Ve aynı zamanda tıpkı filler ve pireler örneğinde gördüğümüz gibi; birilerinin, kendi çıkarlarına göre biçimlendirip kısıtladığı hayatının kendi kontrolünde olmadığına seni inandırmasıdır...
Kıssadan hisse...
İster yaşadığımız toplum dahilinde, ister bireysel anlamda, şunu asla unutmayalım, olur mu?
Çaresizseniz; ÇARE sizsiniz!
Huzurlu bir pazar günü diliyorum. Sevgiyle...
Görseller: Pinterest
Sürekli hatırlatmak gerek kendimize..
YanıtlaSilKesinlikle...
SilSağlıklı bir toplum ve bireyler olmak adına şart bu.
Filler, Pireler ve Öğrenilmiş Çaresizlik'ten iki önemli olguyu kendimce hemen yorumlama gereği duydum. Birincisi: Çarenin, bireyin kendisinde olduğu ve isterse kontrolü ele alabileceği... İkincisi: Özgürlüğü ve düşünce hareket alanı engellenen/şartlandırılan çocuk, ergen olduktan sonra umudunu kaybederek içinde bulunduğu ortama uyum sağlayarak mücadele azmini kaybetmesi... Ve elbette 'Eğitim'in önemi!; uzun yıllardır yazboz tahtasına çevrilen eğitim politikası, sorgulayan birey yerine, itaat eden tek tip bireyler yetiştirmektedir. Bu tür insanlar maalesef çoğunluktur ve ne yapsanız özgürlükçü yeni fikirlere kapalıdır.
YanıtlaSilDüşündürücü bu güzel post için teşekkür ediyor, güzel bir yeni hafta diliyorum.
Yorumlarınız çok güzel. Benzer mesajlar vermek için böyle bir post hazırladım diyebiliriz.
SilÇaresizsek ÇARE biziz aslında. Bunun özellikle toplumsal anlamda gerçekleştiğini bir düşünün.
Her şeyin başı elbette ki eğitim ve bu ülkede eğitim kadar her yıl bir tarafı değiştirerek yazboz tahtasına çevrilmiş bir sistem yok . Ve tabii ki yaşadığımız her şey uygulanan eğitim politikaları sonucu şekil almakta. Özellikle de ''biat eden'' bireyler yaratmak neredeyse tek hedef. Yargılamayan, sorgulamayan, tıpkı filler ve pireler misali bireyler... Hükmedenlerin yoksulluk, cehalet ve din'den besleniyor oluşu bu anlamdaki başarılarını katladı desek hiç de yanlış olmaz!
Söylenecek daha pek çok şey var aslında ama şimdilik burada keseyim...
Ben de size bu güzel yorumunuz için teşekkür ediyor, gönlünüzce geçireceğiniz bir hafta diliyorum.
Ayaklarına zincir geçirilen filler ya da boyunlarına halka takılıp kızgın sac üzerinde oynatılan ayılar. Sirklerde türlü becerileri sergilenen zavallı hayvanlar. Laboratuvarlarda denek olarak kullanılan canlılar.
YanıtlaSilOysa insanın mantığı, muhakemesi, algıları var. Ancak öte yanda insana da setler çeken, sınırlar koyan, özgürlüğünü engelleyen güçler var. "Güç bende" diyen, ipleri istediği gibi oynatan kuklacılar.
"Öğrenilmiş çaresizlik" gerçekten ilginç bir konudur. Hayatın pek çok gerçeğini açıklar.
Ne güzel bir özet bu öğretmenim. Ellerinize sağlık...
SilHizmetiçi Eğitim Kurslarında ve seminerlerde üzerinde durulan bir konudur, sizin alanınızla doğrudan ilgili. Buradaki örneklere ek olarak bir de ''öğretilmiş 'turna balığı' çaresizliği'' vardır. Hani akvaryumun ortasındaki cam panel alındığında turna balığı artık hiçbir balığı yemez, tam tersine kendini tehlikeye atmak pahasına ortada dolanır ve kimseye zarar vermez. o örnek bana biraz olsun olumlu gelmiştir. Zararlıların eğitilmesi açısından. Ayrıca pireler için sirk olayını ilk duyduğumda şaka zannetmiştim. Oysa gerçekmiş. O değil de insanlar bu tür gösterileri seyretmekten ne tür bir zevk alır, anlamak o kadar zor ki. Her şey son cümlenizde gizli aslında:
''Öğrenilmiş çaresizlik hayatın pek çok gerçeğini açıklar.''
Bıkıp usanmadan bu tür mesajlar vermek gerek Zeugmacım. Çünkü insan bazen yanılıp, çevresindeki insanların da kendisi gibi düşünebileceğini zannediyor. Hani onca şey yaşanıp duruyorken yeryüzünde ve bizzat içinde bulunduğumuz ülkede, çaresiz boyun eğenlerin değişmiş olabileceğini, düşüncelerinde bir gelişme olacağını ümit ediyor. Ama gerçekler ne yazık ki, hiç de tahmin ettiğimiz gibi olmuyor! Ve ' halâ mı!' dediğimiz çok oluyor. İşte bu yüzden dilimizde tüy bitinceye kadar anlatmalı! azmin elinden hiç bir şeyin kurtulamayacağını ve öğrenilmiş çaresizlikler yerine çarenin bir başkasında, dışarıda vs olmayıp bizzat içimizde olduğunu... anımsatmakta fayda var.
YanıtlaSilYazılarıyla çevresini aydınlatan ve bıkıp usanmadan bilgilerini paylaşan,
iyi analizler ve gözlemler yapan sevgili öğretmenimize .) teşekkür ederim :)
Sevgiyle...
Tamamen aynı fikirdeyim ben de. Madem ki bloglarımız var, madem ki değişik bölgelerden araştırma-öğrenme amaçlı ziyaretçilerimiz, okurlarımız var, insanların zihinlerindeki yargılama, sorgulama, nedeni kendiliğinden bulma merkezlerini harekete geçirebilecek ''yaşanmış'' ya da ''bilimsel'' ağırlıklı örneklemelerle bezeli yazılarımız ağırlık kazanmalı.
Silİşte bu nedenle bilgi paylaştıkça güzel.
Ve birbirimizden ne çok şey öğreniyoruz...
Değerli sözlerin için çok çok teşekkürler sevgili Esinciğim...
Bilmukabele...
Bu vesileyle, ben de sana ''yansımalarıyla'' her daim bilgi ve ışık saçmakta olan blogun için teşekkür ederim :) Sevgilerimle...
Sindirilen toplumlar da aynı şekilde değil mi? Çarpık bir eğitim düzeni, daha küçük yaşta o sınavdan o sınava savrulan çocuklar, yolsuzluk, para ve hırs üzerine kurulan iktidarlar. Sonunda uyuşmuş bir toplum. Okuyunca anladım ki fillerden bir farkımız yok.
YanıtlaSilSindirilen, uyuşturulan toplumlar, ''özü aldatmacaya dayanan'' benzer yöntemlerden geçtikleri için aynı şekildeler, çok doğru.
SilFiller örneğindeki ''yavru fil''i, çok küçük yaşlarda başlayan eğitim düzenine mahkûm çocuklarımız/gençlerimizle özdeşleştirmeniz ise çok isabetli. Özellikle fillerden hiçbir farkımız olmadığına beni de ikna ettiniz. Çok teşekkür ederim.
Çok güzel bir yazı olmuş. Hayatımızı bizim dışımızda yönetilmesi bize kendimizi çaresiz hissettiriyor. Bunu bizzat hisseden ve yaşayan bir insan olarak yazınızdan çok etkilendim. Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilBlog sayfanızı yeni keşfettim ve hemen takip listeme ekledim. Sizi de kendi blog sayfama beklerim. bilgicellim.blogspot.com
Ne yazık ki ''kendi inisiyatifimiz dışında yönetilmek'' diye bir gerçek var.
SilÖzellikle toplumsal anlamda çok yoğun hissetmekte olduğumuz bir gerçek..
Çareyi çaresiz bırakanlardan ya da başkalarından beklemekten bir kurtulabilsek.
Gerekli potansiyele sahip olduğumuzun farkedip o zincirleri bir kırabilsek!
İşte o zaman her şey bambaşka olacak.....
Ziyaretiniz ve güzel yorumunuz için teşekkür ederim...
Sevgli Zeugma bazen ne kadar uğraşırsan uğraş zincirlerinden kurtulman mümkün olmuyor. Bireysel olarak ya da toplum olarak o zincirlere mahkum olduğunu sanarak yaşayıp gidiyorsun. Çok doğru bir tespit yapmışsın, bizi çaresiz bırakanların kurtuluşumuz olduğuna ya da onlarsız bir hiç olduğumuza o kadar inanıyoruz ki zamanla zincirlerimizden kurtulmayı bile düşünmek zor gelmeye başlıyor bize ve kaderimize mahkum olarak yaşayıp ölüp gidiyoruz.
SilDediğiniz doğru. Fakat o ''sanmak'' olayı devreye girmişse çok kötü sevgili Nermin Hanım.
Sil''Zannettirenler'' başarıya ulaşmış ve o kişilerin kısıtlanmış hayatlarına devam etmek üzere bir hayvandan farkları kalmamış demektir.
Durumu kanıksamak, normalmiş sanmak ile ilgili verilebilecek örneklerden biri de''Stockholm Sendromu'' dur.
Sanmamak, sandırılmamak, aklını kullanmak, kullanmayanları uyarmak lazım...
Sevgili Zeugma,yine güzel bir konu ve yerinde örneklerle bezenmiş nefis bir yazı..
YanıtlaSilBu güzel yorum için çok teşekkürler sevgili dost...
Sil"Kem Gözler" başlıklı postunuza yorum yapılamıyor. Sorun bende mi acaba?
YanıtlaSilSorun sizde değil İlhan Bey.
SilBahsettiğiniz postu gerekli açıklamayla birlikte yoruma açtım.
Ancak üç gün sonra açılınca gerilerde kaldı ve farkedilmedi sanırım :)
Çok güzel bir konu. Ben de bu konu üzerine epey okuma yapmıştım ve ilgimi çekmiştir hep. Teşekkürler bilgiler için :)
YanıtlaSil''Öğrenilmiş Çaresizlik'' toplum olarak üzerimizde itinayla uygulanmış bir konudur aynı zamanda. İlginçtir gerçekten.
SilBen teşekkür ederim :)
Off diyorum gece gece... Abartmış gibi görünmeyeyim; ama kendimizden çok, yani bize öğretilmiş olan çaresizliklerle yaşamamızdan çok, yine ve yine hayvanlara yapılan zulüm dağladı yüreğimi. Kavanozu ısıtmak zavallı pireleri zıplamak zorunda bırakmak, filleri daha yavruyken tutsak etmek, koşup oynamasını engellemek... Biz insanlar ne kadar kötüyüz. Ne kadar kötüyüz... Ne kadar kötü...
YanıtlaSilAbartmış gibi görünmüyorsun. Merhamet ve vicdan duygusuna sahip her insanın senin gibi düşünmesi gerekir.
SilAkıl yetisine sahip tek canlı insan ne yazık ki. Ve bazıları ne kadar zeki olursa olsun aklını kötülük yapmak adına kullanıyor. Dahası bunu ticari amaçlarla yapıyorlar. Balina avcılığına ses çıkarılmadığı için geçtiğimiz yüzyılda öldürülen balina sayısının 3 milyona ulaştığını biliyor muydun?
Balina nüfusunun yüzde 99.1'inin yok olduğunu? Bir zamanlar Karadeniz'de balinadan geçilmiyormuş. Ama ağlara zarar veriyorlar diye on binlerce balina öldürülüp kökü kazınmış. Evet biz insanlar çok kötüyüz... Çok ama çok kötü :(
Bu yazı için teşekkür ediyorum. İşte ihtiyacım olan şey. Bizim de kafamızdaki inançlar yüzünden filden veya pirelerden farkımız yok. O kafamızdaki inanç; "Yapamazsın. Olmaz" diyor ve biz de buna inanıyoruz. Halbuki karşısına geçip, "Olacak!" demek gerekiyor. O ses ne kadar inandırıcı olursa olsun cesurca karşısına geçmeli...
YanıtlaSil