Düğün telaşı olanların yapılacak öyle çok işi varmış ki meğer.
En çok da ufak tefek zannedilip önemsenmeyenler vakit alıyor, akşam olunca insanın yorgunluktan tabanları zonkluyormuş.
Dün büyük bir saç merkezindeydik.
''Saç Merkezi'' evet. Adı öyle geçiyor. Benim böyle bir merkeze ilk gidişimdi. Dört bir taraf boy boy, çeşit çeşit perukla doluydu. Gerçek saçtan yapılmış peruklar, sentetik olanlar, postişler, çıt çıt diye tabir edilenler, atkuyrukları...
Dilediğiniz her renkte ve her boyda binlerce peruk...
Düğün için sözleşilmiş olan kuaförün sipariş ettiği çıt çıtlardan almak üzere gelmiştik; ama ben işi gücü bırakıp gördüğüm bütün perukları incelemeye başladım. Merak edip birkaç tane denedim hatta.
Şunu söylemeliyim ki; peruk imal edenler kendilerini aşmış, bu işte zirve yapmışlar gerçekten de. İnanın kendi saçınızdan farksız duruyor. Hiç öyle kuaföre gidip saatler harcamaya falan gerek yok. Alacaksın birkaç model ve renkte peruk, düğüne mi yemeğe mi, her nereye davetliysen iki dakikada takıp bakacaksın keyfine. Her neyse, bunlar işin eğlenceli tarafı. Asıl yazmak istediğim ise farklı.
İçeride dolanırken gördüğüm ve yüreğimi acıtan iki ayrı sahne vardı ki hiç aklımdan çıkmıyor.
Bir anne ve saçlarını tamamen kaybetmiş lise çağındaki kızı olabildiğince seri hareketlerle peruk deniyordu.
Yüzlerinde tarifsiz bir keder vardı. Hiç konuşmadan bir tanesinde karar kıldı ve götürüp satış elemanına verdiler.
Adam kızı aynanın önüne oturtup peruğu taktı. Simsiyah, uzun ve gür saçları olmuştu dünya güzeli genç kızın. Kız yine de peruğunun üzerine elinden hiç bırakmadığı beresini taktı. Yine hiç konuşmadan, annesiyle alelacele ayrıldılar oradan…
Bu kez, tam kırmızı deri koltuklardan birine oturduğunu ve peruklarla hiç ilgilenmediğini
farkettiğim genç adamın yanından geçiyordum ki elemana birdenbire yönelttiği şu soruyu duydum:
-Kaç gram tuttu?
Sorduğu soruya yanıt verilirken dinlemedim bile.
Anladım ki üniversite öğrencisi olduğu bariz biçimde belli olan genç adam saçlarını bu merkeze satmıştı.
''Hayat acısıyla, tatlısıyla, sevinciyle kederiyle devam ediyor,'' denir ya hep.
İşte ben dün bunların hepsinin birden iç içe yaşandığı, sevincin kederle çakıştığı, utanma ve hüznün heyecanla kesiştiği
hayata dair tuhaf bir merkezdeydim...
En çok da ufak tefek zannedilip önemsenmeyenler vakit alıyor, akşam olunca insanın yorgunluktan tabanları zonkluyormuş.
Dün büyük bir saç merkezindeydik.
''Saç Merkezi'' evet. Adı öyle geçiyor. Benim böyle bir merkeze ilk gidişimdi. Dört bir taraf boy boy, çeşit çeşit perukla doluydu. Gerçek saçtan yapılmış peruklar, sentetik olanlar, postişler, çıt çıt diye tabir edilenler, atkuyrukları...
Dilediğiniz her renkte ve her boyda binlerce peruk...
Düğün için sözleşilmiş olan kuaförün sipariş ettiği çıt çıtlardan almak üzere gelmiştik; ama ben işi gücü bırakıp gördüğüm bütün perukları incelemeye başladım. Merak edip birkaç tane denedim hatta.
Şunu söylemeliyim ki; peruk imal edenler kendilerini aşmış, bu işte zirve yapmışlar gerçekten de. İnanın kendi saçınızdan farksız duruyor. Hiç öyle kuaföre gidip saatler harcamaya falan gerek yok. Alacaksın birkaç model ve renkte peruk, düğüne mi yemeğe mi, her nereye davetliysen iki dakikada takıp bakacaksın keyfine. Her neyse, bunlar işin eğlenceli tarafı. Asıl yazmak istediğim ise farklı.
İçeride dolanırken gördüğüm ve yüreğimi acıtan iki ayrı sahne vardı ki hiç aklımdan çıkmıyor.
Bir anne ve saçlarını tamamen kaybetmiş lise çağındaki kızı olabildiğince seri hareketlerle peruk deniyordu.
Yüzlerinde tarifsiz bir keder vardı. Hiç konuşmadan bir tanesinde karar kıldı ve götürüp satış elemanına verdiler.
Adam kızı aynanın önüne oturtup peruğu taktı. Simsiyah, uzun ve gür saçları olmuştu dünya güzeli genç kızın. Kız yine de peruğunun üzerine elinden hiç bırakmadığı beresini taktı. Yine hiç konuşmadan, annesiyle alelacele ayrıldılar oradan…
Bu kez, tam kırmızı deri koltuklardan birine oturduğunu ve peruklarla hiç ilgilenmediğini
farkettiğim genç adamın yanından geçiyordum ki elemana birdenbire yönelttiği şu soruyu duydum:
-Kaç gram tuttu?
Sorduğu soruya yanıt verilirken dinlemedim bile.
Anladım ki üniversite öğrencisi olduğu bariz biçimde belli olan genç adam saçlarını bu merkeze satmıştı.
''Hayat acısıyla, tatlısıyla, sevinciyle kederiyle devam ediyor,'' denir ya hep.
İşte ben dün bunların hepsinin birden iç içe yaşandığı, sevincin kederle çakıştığı, utanma ve hüznün heyecanla kesiştiği
hayata dair tuhaf bir merkezdeydim...
Ne denir ki..? Hayat işte. Aynı yerde, kimi kederden, hastalıktan, mutluluk ya da mecburiyetten bulunabiliyor işte.
YanıtlaSilVe yanıbaşımızdan akıp giden yaşamlar... Bazen gördüğümüz, birçok zaman farkına bile varmadığımız yaşamlar...
Sevgiler
İnsanların aynı yerde, aynı mekanda birbirleriyle iç içeyken farklı nedenlerle bulunması öyle acıtıcı ki bazen. Hayata dair iz bırakanlarıma derin bir çizik atıldı o gün...
SilSevgiler
Ooof.
YanıtlaSilAcıttı hakikaten.
Of ki ne ooff. Birebir yaşamak çok etkiledi...
SilSaç mevzusunda aklıma ilk Sefiller gelir.
YanıtlaSilDüşünüyorsun... nasıl bir çaresizliğe düşüyorsun ki, saçlarını satıyorsun.. Ama bir şey var ki, onlar iyi insanlar. Yürekleri güzel insanlar..
Siz söyleyince hatırladım ben de. Fantine'den bahsediyorsunuz.
SilÖn dişleri için de para teklif ediliyordu sanırım ona.
Onlar iyi insanlar elbette. Parasız kalıp çaresizliğe düşmeleri çok acı
Benim hikâyemin tüm gerçekliğiyle yaşanması daha da acı...
O. Henry'nin "Son Yaprak" adlı ünlü öyküsünü hatırladım. Birbirlerini çok seven bir çift birbirlerine yılbaşı hediyesi almaya karar verirler. Biri dededen kalma antika köstekli saati satar, güzel saçlı eşine çok güzel taşlarla bezenmiş bir saç tokası alır.Kadın ise uzun lepiska saçlarına kıyar, satarak o parayla eşine bir saat kordonu alır.İkisinin de elindeki zenginlik tükenmiş ve işe yaramamıştır.
YanıtlaSilAma sevgileri hayal kırıklığına yenik düşmemiştir."Hayata dair" güzel, anlamlı bir hikayedir.
Jim ve Della'nın hikâyesi. Evet çok anlamlı bir hikâye gerçekten.
SilDella belinden aşağı uzanan saçlarını peruk yapan bir yere satıp alıyor eşine o saat zincirini. aldıkları hediyeler işe yaramasa da birbirlerinin değerini fazlasıyla anlıyorlar.
Yaşadığım hikâyede saçlarını satan kişinin genç bir erkek olmasına öyle üzüldüm ki :(
Bir küçük dükkanın içine acısıyla tatlısıyla hayat sıkışmış...
YanıtlaSilBen yine de mutlu sonlu hikâyeler yazdım onlar için. Hayat da öyle yazsın..
Küçük bir dükkan değil, saçla ilgili oldukça büyük bir merkezdi; ama ne farkeder.
SilDediğin gibi; hayat acısı, tatlısı ve tüm gerçekliğiyle oradaydı.
Dilerim tıpkı yazdığın gibi her birinin, sonu mutluluğa açılan hikayeleri olsun.
Üzüntü ve keder yüzü görmesinler...
Kuaföre gidince saç kesiminde birkaçı sordu, "Peruk olarak vermek ister misin saçların çok gür." Korkutucu gelmişti. Şimdi sen anlatınca, çok farklı duygular uyandırdı bende. İnsanoğlu...
YanıtlaSilGördükleri saç uzun ve gür ise kuaförler kaçırmak istemiyor. Çok da güzel değerlendiriyorlar gördüğüm kadarıyla. Ama devreye parasızlık ve zorunluluk girdiğinde üzücü oluyor gerçekten.
Sil