hüzün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hüzün etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

05/05/2020

Karantina Günlerinde Bahar

Dün yağmur vardı. Resmi bir kurumda bizzat gidilip imza atılması gereken de bir iş. Günler sonra, zaman zaman hafiflese de yağmurun hiç dinmediği kapalı bir havada dışarıya çıktım. Fakat... Sanki bedenime bir şeyler olmuştu.

Bir kere en rahat ettiğim ayakkabıların içinde ayaklarım hiç rahat değildi. Adım attıkça kas burkulması benzeri bir şeyler yaşıyordum. Eskiden olduğu gibi tempolu yürüyüş yapmak istedim, mümkün değildi.

Mecburen normal bir tempoyla yürüdüm; ama tuhaf tuhaf. Ayaklarım ağrıya sızlaya. Düşündüm de neredeyse elli gündür dışarıya bir kez çıkmıştım. O da kısa bir süreliğine; ama sanırsınız onca zaman evde sadece yattım. Neydi bu böyle? Evin içinde her gün hiç oturmadan bir sürü iş yapan, yetmedi spor olsun diye boydan boya defalarca turlayan bana ne olmuştu? Üzerimde oldukça garip ve de tuhaf bir ağırlık vardı. Sanki uzaydan geldim de uyum sağlamaya çalışıyorum. O derece! Bir kere en az 15 yıldır ''her gün'' ekstradan spor amaçlı yürüyüş yapan biriydim. Hafta içi akşama doğru, hafta sonları sabahtan. Sekteye uğradığı binde bir bile değildir.
Sonra düşündüm. Ömrüm boyunca hiç bu kadar uzun bir süre açık havaya çıkmadan evde kalmamıştım; işte neden. Neden bu! O kadar şaşırtıcı bir şeydi ki. Eminim aynı şartlardan geçen pek çok kişi yaşayacak bunu. Aslında otomobile atlayıp gitsem gidiş dönüş için yarım saat bile harcamayacaktım. Fakat ben maske, eldiven, dezenfektan tedarikli olduğumdan yolu bile isteye uzattım. Yürümek, denizi yakından görüp koklamak istedim. Uzun zamandır görmediğim sokaklardan, özellikle ağaçlıklı alanlardan, park ve bahçelerin bulunduğu yollardan geçtim hiç durmadan. Baharı tüm benliğimle duyumsamak istedim. Fakat bambaşka bir şehre gelmişim hissiyatı hiç gitmedi üzerimden. Aşırı ilginçti...

Hayvanlar, özellikle martılar çok mutsuzmuş gibi geldi bana. Gerçekten...
Daha önce çektiğim martı fotoğraflarında gayet güleryüzlüler. Bakın mesela, bu martı hiç kıpırdamadan tek ayak üstünde eylem yapıyor, daha doğrusu sivil itaatsizlik sergiliyor gibi. Hiç insan yok ki!

16/03/2015

Saç Merkezi

Düğün telaşı olanların yapılacak öyle çok işi varmış ki meğer.
En çok da ufak tefek zannedilip önemsenmeyenler vakit alıyor, akşam olunca insanın yorgunluktan tabanları zonkluyormuş.

Dün büyük bir saç merkezindeydik.
''Saç Merkezi'' evet. Adı öyle geçiyor. Benim böyle bir merkeze ilk gidişimdi. Dört bir taraf boy boy, çeşit çeşit perukla doluydu. Gerçek saçtan yapılmış peruklar, sentetik olanlar, postişler, çıt çıt diye tabir edilenler, atkuyrukları...

Dilediğiniz her renkte ve her boyda binlerce peruk...

Düğün için sözleşilmiş olan kuaförün sipariş ettiği çıt çıtlardan almak üzere gelmiştik; ama ben işi gücü bırakıp gördüğüm bütün perukları incelemeye başladım. Merak edip birkaç tane denedim hatta.
Şunu söylemeliyim ki; peruk imal edenler kendilerini aşmış, bu işte zirve yapmışlar gerçekten de. İnanın kendi saçınızdan farksız duruyor. Hiç öyle kuaföre gidip saatler harcamaya falan gerek yok. Alacaksın birkaç model ve renkte peruk, düğüne mi yemeğe mi, her nereye davetliysen iki dakikada takıp bakacaksın keyfine. Her neyse, bunlar işin eğlenceli tarafı. Asıl yazmak istediğim ise farklı.

İçeride dolanırken gördüğüm ve yüreğimi acıtan iki ayrı sahne vardı ki hiç aklımdan çıkmıyor.
Bir anne ve saçlarını tamamen kaybetmiş lise çağındaki kızı olabildiğince seri hareketlerle peruk deniyordu.
Yüzlerinde tarifsiz bir keder vardı. Hiç konuşmadan bir tanesinde karar kıldı ve götürüp satış elemanına verdiler.
Adam kızı aynanın önüne oturtup peruğu taktı. Simsiyah, uzun ve gür saçları olmuştu dünya güzeli genç kızın. Kız yine de peruğunun üzerine elinden hiç bırakmadığı beresini taktı. Yine hiç konuşmadan, annesiyle alelacele ayrıldılar oradan…

Bu kez, tam kırmızı deri koltuklardan birine oturduğunu ve peruklarla hiç ilgilenmediğini
farkettiğim genç adamın yanından geçiyordum ki elemana birdenbire yönelttiği şu soruyu duydum:
-Kaç gram tuttu?
Sorduğu soruya yanıt verilirken dinlemedim bile.
Anladım ki üniversite öğrencisi olduğu bariz biçimde belli olan genç adam saçlarını bu merkeze satmıştı.

''Hayat acısıyla, tatlısıyla, sevinciyle kederiyle devam ediyor,'' denir ya hep.
İşte ben dün bunların hepsinin birden iç içe yaşandığı, sevincin kederle çakıştığı, utanma ve hüznün heyecanla kesiştiği
hayata dair tuhaf bir merkezdeydim...


11/03/2009

Buruk Tebessüm

İnsanı insan olduğu için sevebilmek. Hiçbir çıkar gözetmeksizin...
Bu sevginin geri dönüşümünü alabilmek ondan. Gözlerinden yansıyan hüzün dolu mutluluğu, o an yaşadığı buruk sevinci kalbinin derinlerinde sıcacık bir şekilde duyumsayabilmek.
Dünyada bundan daha güzel hiçbir şey yoktur...

Mümin Amca yürüyüş güzergâhımda her gün rastlamakta olduğum bir çoban. Köyü birkaç kilometre uzakta.
Bu yaşında yağmurda, karda, taşların, toprakların üzerine oturarak üç kuruş uğruna çobanlık yapması yürek dağlayıcı.

Yaklaşık yüz kadar koyundan sorumlu.
Koyunlarla bazen konuşuyor, bazen kızıyor onlara...

Bu fotoğraftan on dakika kadar önce elindeki sopayı yanlarına fırlatmıştı ve koyunların hepsi bir araya geldiler. Sanıyorum işaret dili var aralarında. Büyük bir ihtimalle küçücük bir çocukken yapmaya başladığı mesleğinde geliştirdiği taktiklerden biri olmalı bu.

Uzunca bir süredir her Allah'ın günü karşılaşmakta olduğumuzdan onunla aramızda bir yakınlık doğdu. Önce selamlaşmaya, sonra da karşılıklı hal hatır sormaya başladık.

Buna alışık olmadığı o kadar belliydi ki. Bizimle konuşurken insan olduğunu hissetmekteydi sanki. Üstelik utanarak... Fotoğrafını çekmek için izin istediğimde memnuniyetle kabul etti.

Yaşlanmış yüzündeki yıllanmış acı ve hüzünlerin aksettiği tebessümü ne yapsa değiştiremiyordu.
Fotoğrafa bile yansımıştı bu :(

Ama ''hayat'' idi bunun adı. Ve ne yazık ki bazıları gibi o da, daha en başında 1-0 yenik başlamıştı...


-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------





Bu yazımı 15 Mart 2009 tarihinde yayımlayan
HABERTÜRK Gazetesi'ne teşekkürler...