Ve nihayet üç hafta sonra da olsa, hafta sonuna sıkıştırılmış Selanik - İskeçe Karnavalı gezimizi yazmaya başlıyorum.
Bu kadar kısa bir sürede gezebildiğimiz nokta elbette ki kısıtlıydı. Zaman hiç mi hiç yetmedi.
Gezi sonrası aklıma yerleşen ise özellikle Selanik'e en kısa zamanda bir kez daha gidilip doya doya gezilmesi gerektiği.
Makedonya kralı Cassander tarafından M.Ö. 315 yılında kurulan, Roma döneminde önemli bir metropol olan, Bizans İmparatorluğu'nun en büyük ve en zengin kenti Selanik ile başlıyorum. Aklım sende kaldı Selanik, duy beni...
"Thermaikos Körfezi'nin Gelini" diye tanımlanan Selanik (Thessaloniki), Yunanistan'ın ikinci büyük şehri. İsmini Büyük İskender'in üvey kız kardeşi Thessalonike'den almış.
''Thessalian Zaferi'' anlamındaki sözcük, Yunanca iki kelimeden oluşuyor: Thessalos ve Niki
Prensese bu isim babası tarafından Teselyalı kabileleri yenmesi şerefine verilmiş. Selanik'in tıpkı ismini aldığı Thessalonike gibi ''Ege'nin Prensesi'' diye geçmesi kim bilir belki de bu yüzden. 1,2 milyon nüfusuyla Balkanların en hareketli kenti. ''Yunanistan'ın Kültürel Başkenti'' diye de biliniyor.
İskeçe Karnavalı nedeniyle yaşanan yoğunluktan dolayı gümrükte en az üç saat süren sıkıcı bir bekleme sürecinden sonra, sabaha karşı komşuya geçiş yaptık. Kısa bir süre sonra ilk dikkatimi çeken yol kenarlarındaki maketten yapılmış rengarenk minik şapeller oldu. Bu şapellerden bazıları onlarcaydı ve tepeye kadar devam ediyordu. Rehberimiz Yunanistan'da bunlara çok sık rastlandığını, trafik kazalarında hayatını kaybeden kişileri temsilen kaza yapılan noktalara konmasının bir gelenek olduğunu söyledi. Şapeller bir ara o kadar sıklaştı ki trafik kazası sıklığı bakımından onların da bizden pek farkları olmadığını anladık. Tüm bunları sabaha karşı öğrenmemiz ise hayli ürpertici oldu diyebilirim.
Gün ağarırken sisli manzaralar içinde, sağ tarafımızda yüce dağlar, sol yanımızda deniz eşliğinde yol alıyorduk. Kavala'yı transit geçmek zorundaydık. ''Kavala Kaş'ın benzeridir, Selanik ise İzmir,'' demişlerdi. Deniz kenarına kurulmuş, masal gibi bir kent görünüyordu gerçekten de sislerin arasında.
Saat 10:00 civarı Kavala'da yolun üst kısmındaki tesislerden birinde kahvaltı molası verdik. Ünlü Yunan böreklerinin ve kavala kurabiyesinin tadına bakmadan olmazdı.
Buradan sonrasını hızlandırıp Selanik'e gelişimiz ve saat 12:00'ye doğru gerçekleşen
ilk ziyaret noktamız olan Aya Dimitrios Kilisesi'ne geçiyorum hemen.
Kilise, Selanik'in en çok ziyaret alan yerlerinden.
Şehrin koruyucu azizi Aziz Dimitrios’un ismiyle anılan kilise M.S 313 yılında inşa edilmiş. Selanik Osmanlı hakimiyetine geçince camiye dönüştürülmüş (Kasımiye Camii). 1912 yılından sonra ise kilise olarak faaliyetlerine devam etmiş. 1917'de çıkan yangın sonucu büyük ölçüde zarar görünce, 1948 yılına dek süren uzun bir restorasyon sonrası hizmete açılabilmiş. Kilisenin içinde Aziz’e ait gümüş bir semaver var. Bir de kapıdaki görevlilerden satın alabileceğiniz mumlarla dilek dilenen bir bölümü var. Burada yaşadığım çok ilginç bir şeyi anlatmadan geçmeyeyim. Kilisenin içinde görevlilerinden biri gelip beni Yunanca uyardı. Ne dediğini zorlukla anlayabildim. Ta ki şapkamı işaret edinceye kadar. Meğer saygı gereği şapkamı çıkarmam gerekiyormuş. Anında çıkardım tabii:) Yanımdaki insanlar ''İşe bak, bizde olsa saçların görünmesi yasaktır,'' benzeri cümlelerle şaşırıyorlardı bu arada. İlginçti. Roma hamamı kalıntılarının üstüne inşa edilen kilise, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alıyor ve Atatürk Evi ile aynı cadde üzerinde.
Aya Dimitriya Mahallesi'nde bulunan Atatürk Evi’ni ziyaret etmeden dönmek mümkün mü?!
Sokağın o dönemki haliyle uzaktan yakından ilgisi yok tabii. Evin bulunduğu noktada
hediyelik eşya satan dükkân ve kafelerin çokluğu dikkat çekiyor bir taraftan.
Atatürk’ün doğup büyüdüğü ev 1953'te ziyarete açılmış. Pazartesileri hariç 10:00-17:00 saatleri arasında ücretsiz
ziyaret edilebiliyor. Aşağıda çok büyük bir kalabalık olduğundan evin üst kısmını çektim. Sıranızı beklerken oradaki
kafelerden birinde vakit geçirebilirsiniz.
Atatürk Evi'nin tüm pencereleri panjurla kapalı. İçerisi elektrikle aydınlatılıyor.
Bazı odaların pencerelerine yerleştirilen görüntüler sayesinde dışarıda bir bütün olarak o dönemki Selanik...
Zübeyde Hanım'ın odası, Atamızın doğduğu oda, Atamıza ait bazı özel eşyalar.
İzdiham nedeniyle içeride fazla fotoğraf çekilemiyor.
Duvarlardan birinde asılı olan Selanik'in o dönemde çekilmiş büyük boy fotoğrafı da
evi gezerken dışarıdaki hareketli ortamı yok sayıp gördüklerimi 1880'li yıllara göre duyumsamama yardım etti.
Atamızın Madame Tussauds müzesindekiler gibi bal mumuyla yapılmış heykeli oldukça başarılı.
Türk turistlerin evde en çok ilgisini çekip fotoğraf çektiği oda.
Odanın boşalmasını bekleyip içeri adım attığım an içim titredi resmen. Atam'la karşı karşıyaydım. Canlıymış da
sarılıp boynuna dolanacak, ellerini öpüverecekmiş gibi. Heykeli olduğunu bile bile Atamızın bulunduğu
bu odadaki atmosfer çok yoğun bir heyecan duygusu yaratıyor gerçekten.
En büyük aşkım benim. Sana minnettarız. Nurlar içinde uyu...
Evin iç ve dış bölümlerinde Atatürk'ün yaşamıyla ilgili kesitler içeren bilgi panoları var.
Bilgilerin tümü Yunanca/Türkçe/İngilizce olarak veriliyor.
Yanı sıra bir ziyaretçi defterinin olmayışı ne büyük bir eksiklik.
Bahçedeki bu nar ağacını Ali Rıza Bey dikmiş. Önündeki bilgi panosunda Atatürk'ün çocukken bu ağacın
altında oynadığı yazıyor. Kuru dallar arasında kalmış narların görüntüsü hüzünle dolu sanki...
Sıra geldi hemen yakınlardaki Yedikule (Heptapyrgion) adı verilen Bizans surlarına yani Selanik Kalesi'ne çıkmaya.
Buradan Selanik'in tamamını ve körfezi kuşbakışı olarak göreceğiz.
Selanik için İzmir benzetmesi yapılır. İzmir'in yıllar yıllar öncesi hali demek daha doğru sanırım.
Özellikle sıraladım. Fotoğrafları tek tek inceleyin. Buradan kente baştan sona, panoramik bir bakış atıldığında
çok katlı binaların azlığı dikkat çekerken, gökdelen türü tek bir bina bile olmadığı görülüyor.
Ne kadar şaşırtıcı değil mi?
Selanik, 1917'de çıkan büyük yangın sonrası dünyanın en hızlı şehirleşme hareketlerinden birini yaşamış.
Şehrin yeniden geliştirilmesi için yapılan ünlü kentsel plan Fransız mimar, arkeolog ve şehir plancısı Ernest Hebrard'a ait.
1917'deki yangın nedeniyle neredeyse yerle bir olan şehirde binlerce insan yersiz yurtsuz kalmış.
Kısa bir sürede hızla ve yeniden inşa edilen kente muhteşem bir plan uygulanmış. Denize paralel üç ana cadde ve onu kesen sokakların art nouveau binalarla donatıldığı bir Batı Avrupa kenti yaratılmış.
Sonuç olarak; Atina'nın karmaşık haritasının aksine kısa sürede, son derece rahat ve kolay biçimde
gezilebilecek bir kent çıkmış ortaya.
Puslu manzaradaki ağaçlıklı alan içinde görünen gösterişli yapı St. Pavlo Kilisesi.
Zaman darlığından gidip göremediklerimizden. Yalnızca buradan fotoğraflayabildim...
Selanik'teki evler maksimum 4-5 katlı. Yalnızca Kordon'da sıralanmış olanlar 8-10 katlı yapılmış.
Daha yüksek tek bir bina dahi yok..
Sisten arınmaya çalışan hava şartları nedeniyle fotoğraflar çok net çıkmadı bu arada. Şans işte...
M.Ö 316'da yapılmış Bizans surlarından ayrılıp White Tower'a doğru yol alıyoruz.
Güzergâhta hediyelik eşya satan minik, şirin dükkanlar var.
Selanik'in en önemli tarihi eserlerinden biri ve de sembolü olarak kabul edilen Beyaz Kule (White Tower).
Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaptırılan kule önceleri "Aslan Kulesi" ya da "Yeniçeri Kulesi" olarak adlandırılmış. Daha sonra zindan olarak kullanılmış ve 1912'de Balkan Savaşı'nın kaybedilmesi üzerine Yunanlıların eline geçmiş.
Yunanlıların eline geçtikten sonra sembolik bir vaftiz töreniyle beyaza boyanan kuleye bugünkü ismi verilmiş.
Zaman içinde eski rengine dönüş yapmasına rağmen yapının adı halen ''Beyaz Kule''
Kulenin önündeki panoda Osmanlılar ile ilgili tek kelime bilgi bulunmaması oldukça şaşırtıcı. Ya sizce?
Şehrin en önemli simgesi sayılan ve bir Osmanlı mimarisi eseri olan kulenin iç duvarlarındaki tarih şeritlerinde
1430-1912 arası 582 yıllık Osmanlı idaresinin "kırmızı" renkte gösterildiğini öğrendik bir taraftan.
Kordonun her yanından görülebilme özelliğine sahip olan Beyaz Kule'ye çıkıldığında tabii ki panoramik bir manzara daha serilecektir önünüze. Ancak bunun için vakit yoktu. White Tower da UNESCO Dünya mirası listesindeki eserler arasında.
Bir Bizans eseri olan ve Rumelihisarı'na ikizi kadar benzeyen kule kent müzesi olarak kullanılmaktaymış.
Beyaz Kule'nin hemen önünden kalkan Viking tarzı turistik teknelerde yalnızca çayınızın parasını ödeyerek
ücretsiz bir tur yapabiliyorsunuz.
Kulenin geri tarafındaki meydan.
Selanik Kordon
Fayton sürücülerinden biri kadındı. Arka kısımdaki beyaz kovalar yorulan atlara su içirmek için sanırım.
Her ne olursa olsun, fayton olayını bir türlü benimseyemedim. Yazık oluyor atlara :(
Selanik'te Akdeniz iklimi hakim. Hava ılıman. Gökyüzü ve deniz pırıl pırıl.
Ve.. Yukarıda yazmıştım. Kordon'da sıralı evlerin içinde 10 kattan daha fazlası yok.
Marketlerden birine alışveriş için girdiğimizde öğrendik ki Euro'ya geçiş yaptıklarından olsa gerek,
ekmek dahil, fiyatlar bizim ülkemizdekinden pahalı.
Bu arada; naylon alışveriş poşeti için ''ayrıca para ödeme'' uygulamasına da geçmişler.
Kordon baştan aşağı kafe ve barlarla dolu. İçlerinde son derece şirin olanlar var.
Ünlü fast food markalarının hiçbirine rastlamamış olmak ise şaşırtıcı...
Gitmeden önce ününü duyduğum balkonlar. Ah o binaları baştan aşağı çevrelemiş balkonlar:)
Kordon'un arka tarafındaki meydan ve caddeler...
Amfi sistemiyle buziki çalan adam ve Kordon'la bütünleşen müziği...
Büyük İskender Anıtı
Tarihin en büyük kumandanlarından biri olan Büyük İskender’in heykeli Beyaz Kule'nin oldukça yakınında bulunuyor.
Büyük İskender’in Üsküp’teki heykeli Makedonya ve Yunanistan arasında yıllardır devam etmekte olan ''Makedon mu Yunanlı mı?'' tartışmalarını kızıştırmış. Selanik’teki bu heykel Üsküp’tekine yanıt olsun diyedir belki de kim bilir :)
Yunan mutfağının Türk mutfağına benzerliği tartışma götürmez. Ancak deniz aynı, balık aynı olup da bir ızgara bu kadar mı lezzetli olur onu anlayamadım. Değişik bir şekilde marine edilmesi sağlıyor bunu herhalde. Başka izahı yoktur.
Bir de salatalarındaki peynirler ve kalamarları inanılmaz derecede leziz.
Ne kadar da uzun yazdım. Umarım başınız ağrımamıştır. O halde sizi hemen tavernaya alayım, azıcık gevşeyin:)
Zannetmeyin ki tabak kırıyorlar. Çünkü yasaklanmış artık.
Yunanistan'a gidip de taverna ortamını görmeden olmazdı. Alkol alsın ya da almasın (misal ben),
tavernaya isteyen herkes girebiliyor. Kapalı alan diye sigara yasağı da olsaydı iyiydi, ama yoktu.
Görüntü çekmek isteyen herkes gibi ben de izin aldım arkadaşlar. Zaten anlaşılıyor.
O nedenle, sakın yine aksi bir söz söyleyen çıkmasın. (Anlayan anladı.)
Bir sonraki yazımda İskeçe Karnavalı'nda buluşmak üzere...
Bu kadar kısa bir sürede gezebildiğimiz nokta elbette ki kısıtlıydı. Zaman hiç mi hiç yetmedi.
Gezi sonrası aklıma yerleşen ise özellikle Selanik'e en kısa zamanda bir kez daha gidilip doya doya gezilmesi gerektiği.
Makedonya kralı Cassander tarafından M.Ö. 315 yılında kurulan, Roma döneminde önemli bir metropol olan, Bizans İmparatorluğu'nun en büyük ve en zengin kenti Selanik ile başlıyorum. Aklım sende kaldı Selanik, duy beni...
"Thermaikos Körfezi'nin Gelini" diye tanımlanan Selanik (Thessaloniki), Yunanistan'ın ikinci büyük şehri. İsmini Büyük İskender'in üvey kız kardeşi Thessalonike'den almış.
''Thessalian Zaferi'' anlamındaki sözcük, Yunanca iki kelimeden oluşuyor: Thessalos ve Niki
Prensese bu isim babası tarafından Teselyalı kabileleri yenmesi şerefine verilmiş. Selanik'in tıpkı ismini aldığı Thessalonike gibi ''Ege'nin Prensesi'' diye geçmesi kim bilir belki de bu yüzden. 1,2 milyon nüfusuyla Balkanların en hareketli kenti. ''Yunanistan'ın Kültürel Başkenti'' diye de biliniyor.
İskeçe Karnavalı nedeniyle yaşanan yoğunluktan dolayı gümrükte en az üç saat süren sıkıcı bir bekleme sürecinden sonra, sabaha karşı komşuya geçiş yaptık. Kısa bir süre sonra ilk dikkatimi çeken yol kenarlarındaki maketten yapılmış rengarenk minik şapeller oldu. Bu şapellerden bazıları onlarcaydı ve tepeye kadar devam ediyordu. Rehberimiz Yunanistan'da bunlara çok sık rastlandığını, trafik kazalarında hayatını kaybeden kişileri temsilen kaza yapılan noktalara konmasının bir gelenek olduğunu söyledi. Şapeller bir ara o kadar sıklaştı ki trafik kazası sıklığı bakımından onların da bizden pek farkları olmadığını anladık. Tüm bunları sabaha karşı öğrenmemiz ise hayli ürpertici oldu diyebilirim.
ilk ziyaret noktamız olan Aya Dimitrios Kilisesi'ne geçiyorum hemen.
Kilise, Selanik'in en çok ziyaret alan yerlerinden.
Sokağın o dönemki haliyle uzaktan yakından ilgisi yok tabii. Evin bulunduğu noktada
hediyelik eşya satan dükkân ve kafelerin çokluğu dikkat çekiyor bir taraftan.
ziyaret edilebiliyor. Aşağıda çok büyük bir kalabalık olduğundan evin üst kısmını çektim. Sıranızı beklerken oradaki
kafelerden birinde vakit geçirebilirsiniz.
Bazı odaların pencerelerine yerleştirilen görüntüler sayesinde dışarıda bir bütün olarak o dönemki Selanik...
Zübeyde Hanım'ın odası, Atamızın doğduğu oda, Atamıza ait bazı özel eşyalar.
İzdiham nedeniyle içeride fazla fotoğraf çekilemiyor.
evi gezerken dışarıdaki hareketli ortamı yok sayıp gördüklerimi 1880'li yıllara göre duyumsamama yardım etti.
Türk turistlerin evde en çok ilgisini çekip fotoğraf çektiği oda.
Odanın boşalmasını bekleyip içeri adım attığım an içim titredi resmen. Atam'la karşı karşıyaydım. Canlıymış da
sarılıp boynuna dolanacak, ellerini öpüverecekmiş gibi. Heykeli olduğunu bile bile Atamızın bulunduğu
bu odadaki atmosfer çok yoğun bir heyecan duygusu yaratıyor gerçekten.
En büyük aşkım benim. Sana minnettarız. Nurlar içinde uyu...
Yanı sıra bir ziyaretçi defterinin olmayışı ne büyük bir eksiklik.
altında oynadığı yazıyor. Kuru dallar arasında kalmış narların görüntüsü hüzünle dolu sanki...
Buradan Selanik'in tamamını ve körfezi kuşbakışı olarak göreceğiz.
Özellikle sıraladım. Fotoğrafları tek tek inceleyin. Buradan kente baştan sona, panoramik bir bakış atıldığında
çok katlı binaların azlığı dikkat çekerken, gökdelen türü tek bir bina bile olmadığı görülüyor.
Ne kadar şaşırtıcı değil mi?
Şehrin yeniden geliştirilmesi için yapılan ünlü kentsel plan Fransız mimar, arkeolog ve şehir plancısı Ernest Hebrard'a ait.
Kısa bir sürede hızla ve yeniden inşa edilen kente muhteşem bir plan uygulanmış. Denize paralel üç ana cadde ve onu kesen sokakların art nouveau binalarla donatıldığı bir Batı Avrupa kenti yaratılmış.
gezilebilecek bir kent çıkmış ortaya.
Zaman darlığından gidip göremediklerimizden. Yalnızca buradan fotoğraflayabildim...
Daha yüksek tek bir bina dahi yok..
Güzergâhta hediyelik eşya satan minik, şirin dükkanlar var.
Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaptırılan kule önceleri "Aslan Kulesi" ya da "Yeniçeri Kulesi" olarak adlandırılmış. Daha sonra zindan olarak kullanılmış ve 1912'de Balkan Savaşı'nın kaybedilmesi üzerine Yunanlıların eline geçmiş.
Zaman içinde eski rengine dönüş yapmasına rağmen yapının adı halen ''Beyaz Kule''
Kulenin önündeki panoda Osmanlılar ile ilgili tek kelime bilgi bulunmaması oldukça şaşırtıcı. Ya sizce?
Şehrin en önemli simgesi sayılan ve bir Osmanlı mimarisi eseri olan kulenin iç duvarlarındaki tarih şeritlerinde
1430-1912 arası 582 yıllık Osmanlı idaresinin "kırmızı" renkte gösterildiğini öğrendik bir taraftan.
Bir Bizans eseri olan ve Rumelihisarı'na ikizi kadar benzeyen kule kent müzesi olarak kullanılmaktaymış.
ücretsiz bir tur yapabiliyorsunuz.
Fayton sürücülerinden biri kadındı. Arka kısımdaki beyaz kovalar yorulan atlara su içirmek için sanırım.
Her ne olursa olsun, fayton olayını bir türlü benimseyemedim. Yazık oluyor atlara :(
Ve.. Yukarıda yazmıştım. Kordon'da sıralı evlerin içinde 10 kattan daha fazlası yok.
ekmek dahil, fiyatlar bizim ülkemizdekinden pahalı.
Ünlü fast food markalarının hiçbirine rastlamamış olmak ise şaşırtıcı...
Tarihin en büyük kumandanlarından biri olan Büyük İskender’in heykeli Beyaz Kule'nin oldukça yakınında bulunuyor.
Büyük İskender’in Üsküp’teki heykeli Makedonya ve Yunanistan arasında yıllardır devam etmekte olan ''Makedon mu Yunanlı mı?'' tartışmalarını kızıştırmış. Selanik’teki bu heykel Üsküp’tekine yanıt olsun diyedir belki de kim bilir :)
Bir de salatalarındaki peynirler ve kalamarları inanılmaz derecede leziz.
Ne kadar da uzun yazdım. Umarım başınız ağrımamıştır. O halde sizi hemen tavernaya alayım, azıcık gevşeyin:)
Zannetmeyin ki tabak kırıyorlar. Çünkü yasaklanmış artık.
Yunanistan'a gidip de taverna ortamını görmeden olmazdı. Alkol alsın ya da almasın (misal ben),
tavernaya isteyen herkes girebiliyor. Kapalı alan diye sigara yasağı da olsaydı iyiydi, ama yoktu.
Görüntü çekmek isteyen herkes gibi ben de izin aldım arkadaşlar. Zaten anlaşılıyor.
O nedenle, sakın yine aksi bir söz söyleyen çıkmasın. (Anlayan anladı.)
Bir sonraki yazımda İskeçe Karnavalı'nda buluşmak üzere...