Otobüse bindikten sonra arkamızda hiçbir şey unutmama gayretiyle bize yolculuk boyunca eşlik edecek olan tüm eşyalara ve nerede durduklarına son bir kez daha göz atıp hiç de rahat olmayan, üstelik ne akla hizmetse metalden yapılmış terminal koltuğuna yaslandım.
Otobüsümüzün hareket etmesine yaklaşık bir saat kadar bir zaman vardı.
Birden hemen yanıbaşımızda yalnız başına oturan bir kadın farkettim. Nur yüzlü ve yaşlı bir kadındı. Yorgun olduğu anlaşılan ayaklarından küçücük siyah iskarpinlerini çıkarıp bağdaş kurmuş, en az ayakları kadar yorgun olduğu hissine kapıldığım gözlerle etrafına bakınıyordu. O an gözgöze geldik.
-Saat kaç yavrum?
-Sekiz buçuk,teyze. Senin araban kaçta?
-Dokuz buçukta yavrum.
Birdenbire içimde sonsuz bir merak duygusu gelişmişti. Bu kadar yaşlı bir kadın böyle büyük bir şehirde yalnız başına buraya nasıl gelmişti? Nereye gidiyordu? Yolculuğa dayanabilir miydi yorgun bedeni? Gideceği şehir çok mu uzaktı? Sorularım kafamda gitgide içinden çıkılmaz bir hal almaya başlamıştı.
Kadına şöyle bir baktım. Son derece temiz giyinmişti. Başında beyaz bir örtü vardı. Bağdaş kurduğu ayakları yün eteğinin içinde kaybolmuştu. Epey sonra farkettim elinde bir tespih olduğunu ve ağzının farkedilmesi güç hareketlerle dua okuduğunu. Çok güzel ve nurlu bir yüzü vardı. İzlediğim detayları ile ilahi bir görüntü sergilemekteydi. Ağzımdan çıkıverdi.
-Kaç yaşındasın teyze?
-Hıı? Ne dedin yavrum?
Sesimi biraz daha yükselterek,
-Kaç yaşındasın teyze, diyorum..
-Doksan yedi..
İnanamadım.. Taş çatlasa 70-75 arası bir görünümdeydi. Bir insan 97 yaşında böyle görünebiliyordu demek. Mucize gibiydi. Acaba yaşlı olması nedeniyle yaşını unutmuş, saçmalıyor olabilir miydi? Evet, öyle olmalıydı. Kesinlikle en az yirmi yaş daha genç görünüyordu..
Ama doğru da olabilirdi. Son derece bilinçli söylüyordu çünkü. Kafam karmakarışık olmuştu birden.
Şimdi kadının nereye, nasıl gideceği ile ilgili endişelerim yerini korkuya bırakmıştı. Yanlış giden bir şeyler vardı sanki. Bir şeyler yapmalıydım bu kadın için. Gerekirse yanımıza alıp kendi evimize götürme fikrinin dahil olduğu planlar yapmaya başlamıştım.
Bir yandan da ''Ben de bu yaşa kadar yaşar mıyım acaba? Nerde canım, bu kadın eski toprak'' ya da ''Bu nur yüzlü kadında demek ki özel bir gen mevcut. Allahım nelere kadirsin. Bu yaşta bir kadının bu kadar güzel ve sağlıklı kalabilmesi mümkünmüş demek. Gözlerimle gördüm, yaşadım'' şeklinde şaşkınlık cümleleri uçuşmaktaydı kafamın içinde..
-Yolculuk nereye,teyze?
-Sinop'a.. Kızımla damadım orada, onların yanına.
-Aa !! Çok uzak orası ama, nasıl gideceksin?
-Burada gelinimde duruyordum. Şimdi onlar çağırıyorlar, onlarda kalacağım biraz da..
Sonra ben hiçbir şey sormadan devam etti. Eliyle işaret ederek,
-Bak, taa şurda bir adam dikiliyor ya, işte o benim oğlum. Şimdi beni otobüse bindirecek. İndiğimde kızımla damadım karşılayacak. Çok istediler''Biraz da gel,bizde kal''diye. Benim üç aylığım var, rahmetliden kalma. Sağolsunlar çocuklarım çok sever. Beni hep isterler. Orada dikilen oğlum var ya. İşte o en küçük çocuğum. 62 yaşında, onu 35 yaşında doğurdum.
Aman Allahım, bu nur yüzlü kadın doğru söylemişti yaşını. Hiçbir yanlışlık yoktu hesapta. Yani 97 yaşındaki bu kadının akıl sağlığı da muhteşemdi.
Biraz sonra camlı kısımdan açık havada sigara içtiğini gözlemlediğimiz oğlu oralarda bir süre daha oyalanıp yanımıza yaklaştı.
Annesiyle muhabbet ettiğimizi anladığını sezdirerek gülümsüyordu. Nur yüzlü:
-İşte oğlum bu. Pek iyidir. Pek severim ben onu, o da beni. Pek namazkar..
O kadar düzgün ve bilinçli konuşuyordu ki söylediği her şey doğruydu.
Adam başını sallayarak doğruladı. Şaşkınlıktan donakaldım. Çünkü oğlu neredeyse babası gibi görünüyordu. Üstelik de onu 35 yaşında doğurmasına rağmen. Kime sorsanız kesinlikle öyle zannederdi.
Nur yüzlü ayaklarını eteğinin içinden çıkarıp iskarpinlerini giydi, doğruldu. Toparlandılar ve bize ''İyi yolculuklar'' dileyip onu Sinop'a götürecek otobüse yöneldiler.
Üzülmüştüm ardından. Yolu çok uzundu, dayanabilecek miydi? Tek başına nasıl gidecekti?
O gün orada bunları yaşadıktan sonra benim için başka bir boyut daha kazanmıştı sanki hayat. Nur yüzlü sık sık aklıma geliyordu. Ardından üzülmüştüm ve çok sevmiştim ben onu. Hiç unutamayacaktım artık.
İnsan doğar, yaşar ve ölür. En basit haliyle bu üç kelimeden ibarettir hayat.
Yaklaşan sona doğru ne halde olacağız? Beden ve ruh sağlığımız nasıl olacak? Kaç yaşına kadar yaşayabiliriz? Son günlerimizi nerelerde, kimlerle geçireceğiz?
Yok canım yok. Kendimi 97 yaşındayken sapasağlam ve üstelik de ortalama 70 yaşında bir oğulla yan yana hayal bile etmem mümkün değil zaten.
Olmuyor...