01/08/2016

Londra Gezi Günlüğüm - 2

Londra'da gezip görülecek yerlerin anlatıldığı ikinci ve son bölüme gelmiş bulunuyoruz. Ancak bunu yaparken tek bir yazıya sıkışıp kalmak pek de kolay olmadı. Detaylara fazla girmemiş olmama rağmen görseller eşliğinde uzunca bir post çıktı ortaya. Blogun en uzun postu diyebilirim...
Umarım sıkılmadan okutur kendini. Benimle birlikte başka iklimlere doğru yol alırken biraz olsun malum sorunlardan uzaklaşmanızı diliyorum bu arada.
İngiltere uzak bir ülke olduğu için gidip görmeyi pek çok kişi aklından bile geçirmez. Oysa uçağa bindiğinizde 3 saat sonra Londra'dasınız. Önceden takip etmek şartıyla biletinizi yarı fiyatına alabileceğiniz gibi diğer şartlarda da maddi ya da manevi yönden sanıldığı kadar zorlanmıyorsunuz.
Bu seyahati gerçekleştirmekle ön yargılarımın çoğunun yıkılmış olduğunu belirtmeden geçmeyeyim. İyi okumalar...


Kraliyet üyelerinin yaşadığı 602 odalı Buckingham Sarayı, Londra'nın en önemli simgelerinden. Önü sürekli turistle dolu. Askerlerin her gün 11:00-12:00 arası 1 saat süren nöbet değişim töreni esnasında sarayın önünün
mahşer yeri gibi olduğu söyleniyor. Ne yazık ki o saate yetişemedik.

Sarayın hemen önünde etrafı havuzla çevrili görkemli bir anıt var. Gönderdeki bayrak kraliçenin sarayda olduğu anlamına geliyormuş. O an içeride nöbet tutan yalnızca 1 asker var.

Sarayın önündeki bahçede bulunan ve Birleşik Krallığın deniz gücünü simgeleyen Victoria Anıtı.
Anıtın üst kısmında oturan Kraliçe Victoria, yaşlılık dönemini yansıtan yüzüyle şehre doğru bakıyor. O hem kraliçe hem tüm Britanya için anaç bir kadın. Bu bağlamda kraliçenin halkına duyduğu büyük sevgiyi simgeleyen ve
dört ayağı dört aslan heykeli tarafından korunan anıt, saraydan daha çok ilgi çekiyor.
Victoria, adaleti ve sonsuz dürüstlüğü temsil ediyor. Böylece, Yeni Zelanda’dan hediye olarak gelen altın kaplamalı melekler 28 metre yüksekliğindeki anıtın tepe noktasına konduğunda adalet ve dürüstlük yerini bulmuş.

Bir bütün olarak denizcilik teması barındıran anıtın temasındaki figürlerin her birinin anlamı var. Havuza akan su ve devinimi uzak denizleri betimliyor. Ellerinde geometrik aletler, palet ve fırçalar bulunan iki figür; bilim ve sanatın kraliyeti, kraliyetin bilim ve sanatı güçlendireceğini temsil ediyor. Victoria’nın solundaki iki figür ise ordunun ve kraliyet donanmasının gücü. Başı miğferli askerin yüzündeki hüzün, kraliyet uğruna ödenen bedeldeki gururun ifadesi.
Tanrıçanın elindeki gemi figürü ise donanmayı tüm şanssızlıklardan koruyan bir melek.

Buckingham Sarayı ve Victoria Anıtı'nın hemen karşısındaki Green Park. Dinlenmek, güneşlenmek,
fotoğraf çekmek ya da serinlemek isteyenler için güzel bir fırsat...


Green Park'tan bir köprüyle St. James's Park'a geçiliyor. Hatta bu iki park bitişik sayılabilir. Parkların önemli gezi alanlarına yakın olması bulunmaz fırsat.

Londra’da bulunan en eski kraliyet parkı olan ve yüzyıllar boyu hayvanat bahçesi, rezervuar, bowling alanı gibi fonksiyonlar için kullanılan St. James's Park 23 hektarlık bir alan üzerine kurulu.

Bu alan 1532 yılında VIII. Henry tarafından alınmış ve üzerine “St James Palace” inşa edilmiş. Parkın halka açılmasını ise Kral II. Charles emretmiş. 1830 yılında John Nash tarafından yeniden dizayn edilen parkın
içindeki gölde 15'e yakın canlı yaşamakta. 17. yüzyıldan bugüne St James's Park’ı zenginleştiren en önemli etken ise her gün 14.30 da beslenen ve bol bol fotoğrafları çekilen pelikanlar...

Westminster Sarayı’nın bitişiğindeki Big Ben (Büyük Benjamin). Dünyanın ikinci büyük dört taraflı saat kulesi.
Victoria Gotik stilinde yapılmış 96.3 metre yüksekliğindeki kule Londra’nın en ünlü simgesi.

Kule eski Westminster Sarayı 1834’de bir yangın sonucu hasar görünce Charles Barry’nin yeni saray tasarımının bir parçası olarak dikilmiş. ''Big Ben'' adı saat kulesindeki çana verilse de halk tarafından zaman içinde tüm yapıyı isimlendirmek için kullanılır olmuş. Kuledeki saat 5,5 ton ağırlığında, çanın ağırlığı ise 13,5 tonmuş. Çan çaldığı anda sesinin 14 km. uzaklıktan duyulabildiği söyleniyor.

London Eye

135 metre yüksekliğiyle Avrupa'nın en büyük dönme dolabı olan London Eye. İnşası 2000 yılında tamamlanıp Londra siluetine katılmış. Kabinler 20-25 kişilik, bilet ücreti ise 20 -25 pound. 30 dakikalık bir turla Londra'yı ayaklarınızın altına seriyor. Fotoğraf çekmek, özellikle muhteşem gece çekimleri yapmak için müthiş bir imkân.
London Eye'ın bulunduğu sokakta pek çok etkinlik var. Dönme dolaba binmek için sıra bekleyenlerin yanı sıra, çocuklar için özel Shrek gösterimi, vb.

Ünlü-ünsüz tiplemeleri karakterize eden cansız mankenler çoğunlukta. Bakınız Charlie Chaplin'in canlanıp gülümsediği an:) Köprüde gayda çalan İskoç'un sürprizi içinse videoya tıklayın.


Londra-İskoç-Gayda
Köprünün ortasında karşı karşıya gelince ne yapacağımı bilememiştim aslında.😆😆

Londra'nın en ünlü caddesi Oxford Street... Taksim ya da Nişantaşı sokaklarından pek de bir farkı yok. Ünlü markaların mağazaları dikkati çekiyor en çok. Fiyatlar bir hayli pahalı. Yine de bir şeyler almadan durulmuyor tabii.

Oxford Caddesi'nde Sefiller müzikali izledikten sonra çıkışta Türk usulü pide yemek isteyenler için şaşırtıcı bir imkân.
Sağ köşede görünen İstanbul Pide Salonu, evet :))

Oxford Street'e gelmişken, ara sokaklar dahil iyice bir tur atmadan olmaz dedik... Buyrun, siz de turlayın.

Mağazalar ve binalar var işte ilginç olan. Onun dışında olağanüstü bir şey yok...

Birleşik Krallık'ta ticari taksilerin sarı renkte olma zorunluluğu yok. İki tür taksi dikkat çekiyor. Kaplumbağa modeline benzeyen siyah renkli taksiler (black cab) ile normal taksiler. Ve bildiğiniz gibi trafik soldan işliyor.

Caddede bazı araçların (genellikle taksilerin) park etmiş vaziyette yolun solunda beklemeleri ilginçti.
Çok şirin duruyorlar değil mi? Oyuncak diye oynayası geliyor insanın. Sürücüleri içinde oluyor genellikle.

Bu sporcuların ardı arkası kesilmedi. Sanırım LGBT Onur Yürüyüşü'ne destek vermeye gidiyorlardı o gün...

British Museum... ''Dünya'nın her yanından getirilen seçkin Antik çağ yapıtları ve etnografya koleksiyonlarını kapsayan müze'' diye tanımlanıyor. En çok da Türkiye'den getirilmiş(!) sanırım. Londra'da yaşayıp da sırf bu yüzden müzeye hiç gitmeyen, protesto eden yurttaşlarımız var.

British Museum koleksiyonları dört ana bölümde toplanmış: Eskiçağ yapıtları bölümü, sikkeler ve madalyalar bölümü, baskılar-çizimler bölümü ve bugün ayrı bir yapıda yer alan "Museum of Mankind" (İnsanlık Müzesi) adlı etnografi bölümü. Müzedeki tüm eserleri hakkıyla incelemeye kalksanız 1 gün yetmez, emin olun...

Müzede en çok mumyalar bölümü ilgimi çekti. Sol üstteki mumyanın 5500 yıl önce yaşamış bir Mısırlı'nın mumyası değil de, Firavun'un hiçbir şekilde korunmaya alınmamasına rağmen bozulmamış cesedi olduğu iddia ediliyor ülkemiz basınında. Durum ayetlerle açıklanıyor. En kısa zamanda bir araştırma yapmak farz oldu.
Ve kedi mumyalarına bakın. Asırlar öncesi de insanlar ve kediler arasında sevgi bağı varmış. Yokluklarına dayanamayıp mumyalatmışlar. Bu gerçekten çok duygusal ve hüzün verici...
St Paul's Katedrali'ne tesadüfen rastladık. İçeriye girmenize izin veriliyor. Hatta ayin başlamasına birkaç dakika vardı, oturup biraz izledik.. İçerideki işçiliğin muhteşemliğini anlatmaya kelimeler yetmez.

Ne yazık ki canınız istediği zaman fotoğraf çekemiyorsunuz. İç mekân fotoğraflarını cep telefonuyla kaçamak çektim.


Katedral, Londra Piskoposluğunun merkezi konumunda ve binasının inşa edilişi 17. yüzyıla dayanıyor.

St Paul's Cathedral
Katedrale girmeden önce çanların çalma anına rastladık

Aynı zamanda Londra'da bulunan beşinci Aziz Paul Katedrali. Yerli-yabancı turistler tarafından
kentin en çok ziyaret edilen noktalarından biri.

Ve ünlü London Tower Bridge. Thames Nehri'nin renginin hep böyle kahverengi olduğunu yeni öğrendim.
En çok şaşırdığım buydu sanırım. Web'deki fotoğraflarıyla alâkası yok. Sürekli çamurlu akıyormuş...
Akıyor gibi durmuyor aslında. Bir de 4-6 metre arası med-cezirleriyle ünlü bu nehir.
Londra - Tower Bridge

Londra'ya İniş

Aklıma geldi, son olarak Londra'ya iniş videosu bırakayım buraya.
Özellikle Thames'in rengini bir de kuşbakışı görmeniz için.

Kalın sağlıcakla...