27/09/2021

Sonbaharda İzlenesi Filmler

İzlediğim filmleri blogda yazmak pek tarzım değil; ama nedense dün izlediğim sonbahar manzaraları eşliğinde çekilmiş iki güzel filmden blogda bahsetmeye karar verdim.

İlk filmimiz ''Harry, Sally ile Karşılaşınca'' romantik bir komedi. Başrollerdeki Billy Crystal ve Meg Ryan başlangıçta fizik olarak uyumsuz gibi görünse de bana, filmde harika bir ikili oluşturduklarını gördüm:) 

1989 Amerikan yapımı film, 1977'de Chicago Üniversitesi'nden mezun olan Harry Burns ve Sally Albright'ın New York City'ye aynı otomobille çıkmaları gereken yolculuğun hemen öncesinde tanışmalarıyla başlıyor.Harry, Sally'nin arkadaşı Amanda'nın sevgilisiSally New York'ta gazetecilik okuluna, Harry de yeni bir kariyere başlayacaktır.Birlikte çıktıkları iki kişilik bu uzun yolculukta, Harry ve Sally kadın-erkek ilişkilerine dair fikirlerini sık sık ortaya dökerler.

Bir lokantaya indiklerinde Harry, Sally'ye çok çekici olduğunu söyler. Sally de arkadaşının sevgilisi olduğu halde onu kendisine kur yapmakla suçlar. Böylece New York'ta birbirlerine öfke içinde ayrılırlar. Harry ve Sally beş yıl sonra aynı uçakta karşılaşırlar. Aradan beş yıl daha geçtikten sonra bu kez bir kitapçıda karşılaşırlar. Birlikte kahve içip önceki ilişkileri hakkında konuşurlar.
 

Filmde ikilinin tanışmalarından başlayıp New York'ta on iki yıl sonra gelen en sonuncu karşılaşmalarına kadar geçenler anlatılıyor. Akışta sık sık geçen "Erkekler ve kadınlar sadece arkadaş olabilir mi?" sorusu yanıt bulabiliyor mu dersiniz? Bu arada; filmin içeriğinde aralara hariçten serpiştirilmiş yaşlı evli çiftlerin kamera önünde tanışma hikâyelerini anlattıkları birkaç bölüm var. Bu çiftlerden sonuncusu sürpriz:) Özetlemek gerekirse; New York'un şahane sonbahar görüntülerinin fon oluşturduğu, merakla ve keyifle izlenecek bir film.

GÜZ SONATI (HÖSTSONATEN)

Yönetmenliğini Ingmar Bergman'ın yaptığı Güz Sonatı, çekimleri 1978'de Norveç'te yapılmış İsveç-Alman yapımı bir drama filmi. Ana teması; sorunlu anne-kız ilişkisi. 

Ünlü bir piyanist olan Charlotte (Ingrid Bergman), hayat arkadaşının ölümü üzerine yıllarca ihmal ettiği kızı Eva’yı ziyarete gider. Çünkü annesinin gösterişli yaşamının aksine bir rahiple evli olan ve mütevazı bir hayat süren Eva, Charlotte'a onu yedi yıldır görmediğini belirten ve göndermeden önce rahip eşine de okuduğu bir mektup yazarak evine davet etmiştir. 
Eva, iki kitap yazmasına ve iyi piyano çalmasına rağmen annesi kadar yetenekli olmayan bir kadındır ve acısını halen hissettiği, dört yaşındayken ölen bir oğlu vardır.

Annesiyle yaptığı diyalog sayesinde, hayatında çok sayıda talihsizlik olduğunu yavaş yavaş öğrenir. İzleyici olarak siz de Charlotte'un bir anne olarak kızını normalde asla sevmemiş olduğunu hissediyorsunuz. 

Kızının sorularını Eva daha küçük bir kızken kendisine neden hiç sarılmadığını sorgulayarak yanıtlayan bir anne kendisi. Ve anlaşılıyor ki anne ile kızı arasında olması gereken bağ yerine devasa bir düğüm var.

Eva bu arada, annesi tarafından çok küçükken bir kliniğe yerleştirilen zihinsel engelli kız kardeşi Helena'yı klinikten almış, kendi evinde bakmaktadır ve kız kardeşinin sınırlı konuşma yeteneğini anlayabilen tek kişidir. Eva'nın evinde Helena'yı gören yaşlı anne şok olmuştur. Helena'ya kendi kol saatini hediye eder. 

Anne ve kız (Eva ve Charlotte) arasındaki gerilim tırmanmaktadır. Uykusuz geçen bir gecede, birbirlerine söylemek istedikleri her şey tek tek açığa çıkar. Kızının söylemleri karşısında ikinci kez şok olan Charlotte, kendisinin de çocukken sevgisiz bir ailesi olduğunu söyleyerek af diler ve ertesi gün arabasını kızına bırakarak evi terk eder. Eva annesinin ardından ona bir mektup yazar. Bakalım bundan sonrası için olaylar nasıl gelişecektir?


Görseller, filmlerin izlendiği ekrandan.