öfke etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
öfke etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28/08/2016

Kargaların İntikamı

Karga, La Fontaine'in fabllarında ya da çocuk şarkılarında neden aptal bir kuş türü olarak gösterildi hiç anlamamışımdır.
Küçüklüğümden hatırlarım, ''Çıktım baktım o dala, Bu karga ne budala!'' diye bas bas bağırarak şarkı söyleyen çocuk koroları vardı.
Güya tilki çok akıllı ve kurnaz, karga aptalmış...

Oysa kargaların zekası inanılmaz sonuçlar alınan pek çok bilimsel deneyle tescillendi. Ne aptalı? Tam tersi! Hadi farketmediniz, ''budala'' yaftası yapıştırmak da neyin nesi, anlamadım gitti!

Kargaları bet sesli, kapkara ve asık suratlı bulup sevmeyen pek çok insanın aksine, zeki hayvan olduklarını iyi bildiğimden olsa gerek ben çok severim. Hatta bu yüzden dış görünümleri daha da sevimli gelir bana. O simsiyah parlak tüylerin arasından parlayan cin gibi bakışları, bariz bir ciddiyet kaplamış suratları harikadır:) Zeki, mağrur ve asildirler bence... Ağzındaki cevizle göğe iyice yükselip kırılsın diye asfalta atan ve uygun bir an kollayıp aşağı inerek o cevizi afiyetle yiyen karga görmüştüm. Siz ya da çevrenizden birileri de mutlaka görmüştür. Kargalar bunu çok yapıyor...

Dün kargaların hiç bilmediğim bir özelliğini daha öğrendim: Birlik, beraberlik ve dayanışma ruhuyla intikam almak
Olay ara sıra süt almaya gittiğimiz yakın köylerden birinde yaşayan ve hayvancılıkla uğraşan bir ailenin başına gelmiş.

Gerçek bir hikâye. Yaşlı adam yaşadıklarının şaşkınlığını, heyecanını halen atamamıştı ve anlatma ihtiyacı içindeydi.
(Hoş, ben de halen atamamış durumdayım.)


- Şu gördüğünüz yalak* var ya kızım. Oraya kargalar dadandıydı.
- Su içmeye mi geliyorlardı? Hava çok sıcak. İçsinler tabii. Hem sevaptır.
- İçsinler; ama gitgide çoğaldılar. Siz deyin 50 karga, ben diyeyim 100.
- Kuyudan su basınca takviye olmuyor mu?
- Oluyor; ama yalağın içini pislikle, döktükleri tüylerle doldurmaya başladılar. En sonunda ineklerim oradan su içmemeye başladı!
- Ne yaptınız peki?
- Kovalayınca gitmiyorlardı. Ben de en son çare, içlerinden birini tüfekle vurdum. Hepsi birden uçup yok oldular. İbret olsun, bir daha gelmesinler diye de vurduğum kargayı kanatlarından bağlayıp ortalık yere gerdim.
- Eyvah eyvah! Gelip gördüler mi peki?
- Geldiklerini görmedik. Tam sevindiydik ki, bi boşluk bulup bizim bicileri öldürüp gitmişler...
- Nasıl yani??!!
- Bizim hanım kuluçkadan yeni çıkan civcivleri hava alsın diye avlunun ortasına çıkardıydı. Kaçmasınlar diye üstlerine de koca bir elek kapatırdı. Eleğin üstünden gagalayıp civcivlerin hepsini telef etmişler. Etrafına da tüylerini döküp gitmişler...
- ???!!!


* * *


Gerektiğinde kıran kırana hak arayan, gerektiğinde çevrecilik ruhunu ortaya koyan
bu zeki yaratıklar neden sevilmez ki?




*yalak: Hayvanların su içtikleri taş veya ağaçtan oyma kap


(İlk Görsel: Flickr)


08/10/2015

İntikam Soğuk Yenen Bir Yemektir

Hem görsel hem söz ne kadar ürkütücü aslında. Oysa düşünecek olursak tüm dünya kin, nefret, intikam körükleyen halleriyle bu görüntüyle ne kadar da iç içe.

Kitap okurken, dizi ya da film izlerken bu cümleyle karşılaşmamış olan var mıdır? Genellikle polisiye türü ya da mafya içerikli yapıtların olmazsa olmazıdır. Öyle ki; sık kullanılmaktan değişik versiyonları oluşmuş:
''İntikam soğuk yenen bir yemektir.'', ''İntikam sıcak yenen bir yemektir.''
Hatta ''Soğuk ya da sıcak farketmez, intikam lezzetli bir yemektir.''
Hiç merak ettiniz mi, atasözü müdür, deyim midir, kime aittir bu söz?
Ya da bir replik midir? İntikamın yemekle ilişkisi, söz konusu yemeğin aslı nedir? Sıcak mı soğuk mu yenir?
Ben merak ettim, evet. Deyişin tarihi çok eskilere dayanıyor. Bir Klingon atasözü olduğu ya da Stalin'e ait bir söz olduğu söyleniyor; ama kesin kaynak belli değil.
70 yıl kadar önce çekilmiş ünlü bir seri cinayet filmi olan Kind Hearts and Coronets'de geçiyor örneğin:
"Revenge is a dish which people of taste prefer to eat cold."
1973'te gösterime giren The Godfather'ın da en ünlü repliklerinden biri:
"Revenge is a dish that tastes best when it is cold.''
O halde neymiş? İntikam genellikle 'soğuk' yenen bir yemekmiş...
The Godfather filminin, New York'un yeraltı dünyasını yöneten güçlü bir İtalyan aile ile onlara eşlik eden dört ailenin (mafya) hikâyesini anlattığını ve Amerika'da suç işlemiş nüfuzlu aileleri aklamak üzere özel olarak çektirildiğini biliyoruz. İntikam söylemi, bu filmde ailenin politikacılar ve yargıçlarla yakın ilişkiler içinde olan ve bu özelliği ile açamayacağı kapı bulunmayan üyesi Don Corleone tarafından sarfediliyor. Ne kadar da tanıdık ve manidar, öyle değil mi?

Güncel konuşma diline de girmiş olan bu deyiş, intikam-tepki ilişkisini, intikamın bir hak olduğunu, mutlaka alınması gerektiğini vurguluyor. Soğuk yenen bir yemek olduğu belirtiliyorsa soğukkanlı ve sabırlı olmak, intikam için beklemek gerektiğini, sıcak yenen yemekle eşleştiriliyorsa sıcağı sıcağına intikam almanın elzem olduğunu...

Bizim dilimizdeki ''Öfke baldan tatlıdır,'' atasözü devede kulak kalıyor doğrusu...

Bu konuya neden mi değindim?
Öfkeli bir toplum olup çıktık malum. Öfkelerin kin ve nefrete dönüştüğü, insanların intikam hırsıyla yanıp tutuştuğu, sıcağı sıcağına ya da uzun vadeye yayılmış her türlü intikamın art arda alındığı kötü ve karanlık günlerden geçiyoruz.
Sevinç, mutluluk gibi duygular kendi kendine ortaya çıkar hani. Öfkede ise kişi 'bir başkası tarafından haksızlığa ya da zarara uğratıldığı' algısıyla; hayal kırıklığı, aşağılanma, içsel yetersizlik ve değersizlik gibi duygular yaşıyor ve eyleme geçmeye karar veriyor. Bir an önce olması ya da uzun vadeye yayma tercihi ise yaşanan duygunun yoğunluğuna göre şekil alıyor.

Öfke, zamanla kine dönüşen tahripkâr bir duygu. Duygularımız içinde en tehlikeli olanı. Kalbin huzurunu bozan manevi bir hastalık. Ayrıca vücut için zehirleyici özelliği çok yüksek bir toksin niteliğinde olduğu kanıtlanmış.
Kişi kendine zarar verdiğinin farkında mı oysa? Öfkeyle kalkıp zararla oturduğunun?

Bu yıkıcı duyguyu dinler de reddediyor.
Pavlus bile demiş ki: ''Kötülükten tiksinin, iyi olana sarılın.''
Bizim dinimizde ise ''Mümin kinci değildir,'' buyruluyor ve Cennet yoluna giden bir engel olduğundan söz ediliyor.

Öyleyse; dindar olayım derken kindar olmaktan sakınmak gerek...
Sevgi gibi birleştirici bir güç varken, barış içinde yaşamak varken, üstelik şu dünyada hepimiz için yer varken, kötü olandan tiksinmek, iyi olana sarılmak; kinden, nefretten, intikamdan arınmak gerek...



06/09/2013

Sinirlerine Hâkim Olmak (2)

Yaklaşık bir yıl kadar önce ''Sinirlerine Hakim Olmak'' başlıklı bir yazı yazmıştım.

O yazıda, sabahın erken saatlerinde başlayıp saatlerce dolaştıktan sonra bir şeyler yemek için girdiğimiz AVM'lerden birindeki işletmede, bitişik masada oturan ve sinirlerine hâkim olamayan bir doktordan bahsetmiştim. Yaşadığı sorunu sessizce halletmek yerine olay çıkardığından, öfkesini yenemeyip hepimizi ne kadar gerdiğinden, yediklerimizi nasıl da zehir ettiğinden...
Yazıya başlık koyarken numaralandırmıştım. Çünkü ''Bu bir dizi haline gelir,'' diye düşünüyordum. Nasıl olsa sinirlerine hâkim olamayıp sorun yaşayacak ya da yaşatacak birileri mutlaka çıkacaktı karşıma yaşam içinde... ''Aynı başlıkla tek tek numaralandırıp yazarım,'' diyordum. Çıkmadı mı sanıyorsunuz? Elbette ki çıktı. Hem de sürüsüne bereket.
Henüz yazmaya başlayamadım ama; tek tek not aldım, yazacağım elbette.
Fakat şimdi anlatacağım olay o kadar ilginç ki, hepsini geride bırakıp en öne geçti.
Bir kere başından itibaren ilginç. Çünkü bir yıl sonra yine aynı yerde yemek yerken gerçekleşti, düşünebiliyor musunuz?
Buna inanmak çok zor!
Baştan söyleyeyim; burası Başkent'teki AVM'lerden birinde kilo ile ızgara köfte ve tavuk yapan iki işletmeden biri.
Ankaralı olanlar hemen anlamışlardır zaten. Kullandığım görsel de oraya ait.

Efendim, bu yıl da tercihimizi yine o işletmeden yana yapıp, gayri ihtiyari sarfettiğimiz ''Geçen yıl doğru dürüst yiyemedik. Bu kez yiyebileceğiz,'' cümleleri eşliğinde dosdoğruca oraya gittik.
(Yoksa 'gitme gafletinde bulunduk' mu demeliydim?)
Kendimize bir masa seçip oturduk. Etrafta yemeğini yemekte olan birkaç aile vardı.
Biz de siparişimizi verdik ve hatta çok acıktığımız için masaya servis açıldıktan hemen sonra getirilen salatayla acılı ezmenin kıyısından köşesinden tırtıklamaya başladık.
Beş dakika geçmeden yan masaya üç erkek geldi.
Gayet yapılı, son derece iyi giyimli, elleri çantalı üç adam...
Öyle ki; işadamı oldukları ve bir toplantıdan çıkıp buraya geldikleri izlenimi uyandırıyorlardı.
Neyse, bizim siparişler geldi ve yemek yemeye odaklandık.
Ve şansa bakın! Yan masadan anında cızırtılı sesler gelmeye başladı!
Yahu birkaç lokma bari yeseydik!
Yükselen sesleri mecburen duymaya başladık.

Adamlardan biri servis elemanını azarlıyordu:
''Ben bu suyu içmem. Bana şu karşı marketten su al gel,'' diyordu.
O esnada ben ''Herhalde suyun markasını beğenmedi ya da markayla ilgili bir olumsuzluk duydu, o yüzdendir. Ama yine de bu yaptığı çok ayıp,'' diye düşünmekteydim.
Servis elemanı ise: ''Beyefendi ben su alamam. Biz bu suyu satmak zorundayız,'' cümlelerini tekrarlamaktaydı.
Adam, sesini gittikçe yükselterek kaba bir şekilde ısrar ediyordu.
Ve hırsla kalkıp, AVM içinde, hemen karşıda görünmekte olan markete kendi gidip büyük bir şişe suyla geldi.
Birkaç dakika sonra beyaz gömlekli, siyah pantolonlu, 40 yaşlarında, sonradan oranın işletme müdürü olduğunu öğreneceğimiz düzgün bir adam geldi başlarına.
- Sorun nedir?
- Beyefendi bu suyu içmeyeceğini söylüyor.
- Neden içmeyeceğinizi öğrenebilir miyim?
- Çünkü üç misli fiyata satarak beni kazıklıyorsunuz!
Aman Tanrım! Adamın sebebi neymiş bakar mısınız??
Ya bulduğu çare??!!
Resmen şok oldum o an. Kulaklarıma inanamadım. Bu nasıl bir terbiyesizlik, nasıl bir cüretti?
Üstelik bağıra bağıra tartışıyordu. Mağaradan çıkmış bir adam bile bu kadar yontulmamış olamazdı.
Kılığına kıyafetine, kalıbına yazıktı be adam senin!
İşletme müdürü gergin bir şekilde adamı dinledikten sonra direkt garsona dönüp oldukça sert biçimde:
- Beyefendiye servis açmayın! dedi.
- Nasıl açmazsınız? Ben yemeğimi burada yiyeceğim; ama kendi suyumu içeceğim. Beni kazıklayamazsınız!!

Ne yediğimizi anlamadan bitirmiştik tabaklarımızdakileri. Hemen kalkıp gitmeliydik. Olay çok sert bir noktaya gelmişti.
Utanmaz adam şimşekler çıkararak devam ediyordu. Kim bilir belki silahı bile olabilirdi!

Orayı terketmeden önce söylemekle söylememek arasında epeyce gidip geldikten sonra müdahil olmaya karar verdim.
''Beyefendi, izninizle ve objektif bir gözle olaya müdahil olabilir miyim?''
En başta terbiyesiz adam atladı:
''Tabii olun hanımefendi, buyrun!''
İşletme müdürü de onayladı:
- Buyrun...
- Kuralların hepimiz için geçerli olduğunu düşündünüz mü hiç? Buraya gelen her müşteri o suyu içmek zorunda.
- Hadi ordan be sen de! Hadi be!!
- ???!!!
Bu arada bizimkiler beni çekiştirerek hızla oradan uzaklaştırdılar. Ve sonrasında da epeyce kızdılar bana.

Ben hayatımda bu kadar haksız, bu kadar iğrenç ve terbiyesiz bir adam görmedim, ne yalan söyleyeyim.
Ticaretin içinde olup da binbir çeşit müşteriyle karşılaşmak ve uğraşmak zorunda kalan insanlara sabırlar diliyorum gerçekten.


10/10/2012

Sinirlerine Hâkim Olmak (1)

Ah Doktor Bey...
Belli ki sen de aileni alıp biraz değişiklik olur, azıcık alışveriş yapar, sonra oturup bir şeyler yiyip içeriz amacıyla gelmiştin o gün alışveriş merkezine.
Belli ki büyük bir şehirde yapılacak başka bir aktivite bulamamanın çaresizliği içinde, bebek arabasında oturan minik kızın ve eşinle birlikte, biraz olsun aile olmanın keyfini yaşayacaktın.
Yanınızdaki hanım hanginizin annesiydi bilinmez; ama orada birlikte olmanızdan en çok o mutlu olmuşa benziyordu.

Sizi gururla izlemesinden, dudaklarından hiç eksiltmediği tebessümünden belli oluyordu. Bitişik masada oturuyordunuz ya, ister istemez gördüm sizi ve farkında olmadan düştü bunlar aklıma.

Hafta içi çalışan genç bir çift olduğunuzu düşündüm önce. Bebeğinize muhtemelen anneniz olan bu hanımın baktığını, onu da alıp ''hafta sonu değişiklik olsun'' diye buraya geldiğinizi.
En çok da onun için hoş bir gün olmasını dileyerek bunu yaptığınızı...
Saniyeler içinde düşündüm bunları.
Büyük şehir yazgısı yaşayan dört kişilik güzel bir aile'' diye bitirmiştim sonunu...
Doktor olduğunu bilmiyordum.
Oysa sen sadece birkaç dakika sonra, oturduğun yerden;
''Bizden sonra gelenler yemeklerini yarıladılar. Ben doktorum, hastalarımı böyle bekletiyor muyum?'' diye bağıracak, kimliğin, diğer insanlara olan saygın ve öfkenle ilgili ne var ne yok ortaya serecek, hepimize öğretecektin olabildiğince büyük harfler kullanarak...
Servis elemanının ikna edici sözlerini duymuyordun bile.
Yan masada oturan dört gençten birinin dayanamayarak ayağa kalktığını,
''Beni yemek yerken germeye ne hakkın var!'' diye bağırdığını da duymuyordun...
Gözün dünyayı görmüyordu Doktor Bey...
O gün herkesi gerdin gerçekten de orada. Yediklerini boğazına dizdin, huzursuz ettin!
Sonra da çoluğu çocuğu toplayıp orayı terk ettin...

Oturduğun yerden doktor olduğunu söyleyip yüksek sesle had bildirmek yerine,sessizce gidip problemini yetkiliye bildirmek, çözüm almak neden bu kadar zordu?
Oldu mu şimdi, değdi mi?
Sinirlerine hâkim olmalıydın Doktor Bey...