2009/12/14

Sanatçının Dünyaya Bakış Açısı

Detaylı düşünecek olursak; insan ve dış dünya arasındaki sonsuz etkileşimin sonuçları sanatçılar üzerine bambaşka yansımıştır. Yarattıkları eserler bu etkileşim sonucunda içgüdüleri, duyguları ve zekaları arasındaki bir hesaplaşma ya da gerilim neticesinde ortaya çıkmaktadır. Ve bu tür bir etkileşimle yaratıcılıklarının tetiklendiği kesindir.

Sanatçının dünyaya bakış açısı; ''içgüdü, duygu ve zeka'' dan oluşan bu üçgende onların kendilerine has ifade tarzını, teknik ve üslubu oluşturur. Bu sıralamada zeka(akıl) genellikle üçüncü plandadır. Çünkü sanatçı demek ''Duygusal karmaşalar içinde bir varoluş sergileyen ve mantığı geri plana alıp sezgileriyle hareket eden, duygularıyla düşünen özel bir varlık'' demektir bana göre. Bu noktada şöyle bir örneğe göz atalım isterseniz :

Birkaç ay önce ülkemizde de konser veren dünyaca ünlü piyano dehası Avustralyalı David Helfgott'ı kulisten piyanoya her zaman iki kişi taşıyor. Gördüğü her insana koşup sarılmak isteyen bir şizofren olan Helfgott’ı durduran tek şey piyano çünkü.
12 yıl akıl hastanesinde yatan ve hayatı Geoffrey Rush’a ''En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ı'' nı kazandıran ''Shine'' isimli filme konu olan Helfgott ve kendisi gibi şizofren olan astrolog eşi hayatı sadece, piyano, sevgi ve mutluluk olarak algılıyor. Konserlerinde sürekli yanında bulunmak zorunda olan iki kişinin tek görevi Helfgott sahneye çıkana kadar kollarına girip onu piyanoya götürmek.

Özetlersek şayet; kendi iç dünyası ile kendine göre algıladığı dış dünya sonucunda sezgileri ve hayal gücünü birleştirip eserler vermeye başlayan ve bu özelliği ile sıradan insanlardan farklı kılınmış özel bir insandır''sanatçı''.

Kendi yarattığı dünyasında yaşar. Hayatı çok fazla duyumsar. Oldukça kırılgandır ve yarattığı dünya ile kesişen yozluklar isyan etmesine fazlasıyla yeter.

İnceleyecek olursak; sanatçıların tamamına yakınının hayatı normal insanların anlayamadıkları, karmaşık, düzensiz ve şaşırtıcı bir boyutta yaşadıklarını, aşırı derecede hassas olduklarını göreceğiz. Çevrelerinde yaşayan diğer insanları tatmin eden birçok şeyin onları tatmin edemediğini de. Sanatçı ruhlarıyla duyumsadıkları bu boşluğun yerini dolduracak bir şeyler oluşturmayı denemeleri ve eser vermeleri bu yüzden. Oluşturdukları eserleri çevrelerine benimsetememe kaygısı yaşıyorlar bir yandan. Kimi zaman anlaşılamıyor olmanın kırılganlığı, küskünlüğü ve isyanını. Bütün bunların yarattığı dayanılmaz huzursuzluk ve boşluk hissi üstlerine bir sarmal gibi yapışıyor çoğu zaman.

Kim bilir belki de dünyaca ünlü birçok şair ve yazarın başı çektiği pek çok sanatçı bu yüzden intiharı seçiyor ve yaşamlarına kendi elleriyle son veriyor.

62 yaşındayken hayatın boş olduğuna dair yoğun duygular içine girip av tüfeği ile kendini vurarak yaşamına son veren Nobel ve Pulitzer Ödülü sahibi Ernest Hemingway örneğin.

İngiliz Edebiyatı'nın en önemli kadın yazarı Virginia Woolf 'un ''Yaşamak neden böyle içler acısı? Neden bir uçurumun yanıbaşından geçen daracık bir yol gibi?'' sözü hala zihinlerde. ''Kendimi sana doğru savuracağım, yenilmeksizin. Ve boyun eğmeden, ey ölüm!'' diyerek o da intihar etti.

İntiharı seçen sayısız sanatçıdan sadece iki örnekti onlar. Ya diğer yazarlar, şairler, ressamlar, besteciler, sinema sanatçıları..?

(Devam edecek........)