1 Eylül için ''sonbaharın başlangıç tarihi'' diyor takvimler...
Dün bir ilke imza atıp, yepyeni döngüsünün hazırlıkları içinde olan Doğa Ana'ya ilk günden bir ''Merhaba!'' demek istedik.
''Doğayla kucaklaşmak, bütünleşmek, yeşilden kızıla, kızıldan turuncuya, kahve tonlarına, sarıya ve nihayet sepyaya uzanacak o muhteşem döngünün ilk izlerini görmek, duyumsamak, iyi hissetmek gerek,'' dedik.
Bu yüzden akşam üzeri yürüyüş mesafemizi epeyce uzatıp, rotayı yakın köylerden birinin dar bir patikayla yokuş yukarı devam eden girişine çevirdik.
Dört bir yanımızın yalnızca kayalıklarla, ağaçlarla, çalılıklarla ve otlarla kaplı olduğu, teknolojiyle ilgili en ufak bir iz bulunmayan, insan elinin değmediği bir noktaya gelince durduk.
Öyle ki senaryosu ilk çağlara ait bir filmin rahatça çekilebileceği, kuş seslerinden başka hiçbir sesin algılanmadığı, huzur dolu, olabildiğince bakir bir noktaydı burası. Tertemiz havayla bütünleşen sessizlik eşliğinde sergilenen o muhteşem sunum başka iklimlere ve çağlara ışınlandığını hissettirecek kadar doyumsuzdu.
Şimdi bütünüyle ''ilk insan'' gibi hissetme zamanıydı. Bizi bir sürpriz bekliyordu:
Böğürtlenler çoktan olgunlaşmış. Kuşburnunu Kasım-Aralık'ta diye biliyorduk hepimiz, onlar da renklenmişler. Şaşırdık!
Doğru tahmin! Foraging yapmaya karar verdik ve daldan dala, çalıdan çalıya epey oyalandık oralarda.
Foraging'i bu yıl ciddiye alacağımı söylemiştim. Evet, 1 Eylül foraging başlangıç tarihim oldu aynı zamanda...
Üstelik okuyanları özendirme amaçlı, hem anlatmak hem ortalığı çektiğim fotoğraflarla donatmak niyetindeyim :)
Görsel afişe benzedi ama çok sevdim:)
Sonbahara ''Merhaba'' diyebildiğimiz kadar, BARIŞ için de yürekten bir ''Merhaba!'' diyebilseydik keşke!
Dün ''1 Eylül Barış Günü'' idi aynı zamanda. Ama bu tarih yalnızca ülkemiz ve yavru vatan KKTC için geçerli.
1 Eylül aslında Almanya'nın Polonya'yı işgal etmesiyle başlayan II. Dünya Savaşı'nın başlangıç tarihi. Biz bu tarihi baz almışız nedense. Vardır bir anlamı ya da açıklaması.
''Dünya Barış Günü'' dünyadaki diğer ülkeler tarafından
21 Eylül'de kutlanıyor(!) ve bu yüzden iki tarih karıştırılıyor.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'nın ikisini birden gören, 1942'de sürgünde olduğu Brezilya'da ''Artık güneşin doğmasını bekleyecek gücüm kalmadı'' diyerek ''kendisinin barışı bekleyemediğini'', ama geride kalanların ''beklemesi'' gerektiğini söyledikten sonra eşiyle birlikte intihar eden Stefan Zweig geliyor aklıma yine. Nefesim tıkanıyor...
Kapitalizm var olduğu sürece gitgide şiddetlenen savaşların akıl almaz vahşetlerle devam edeceği gerçeğinden başka bir şey yok elde kalan. En ilkel kabilelerin bile aklından geçmemiş zulümler, kıyımlar eşliğinde şehirlere durmaksızın bombalar yağıyor. Çocuklar katlediliyor!! Ağızlardan salyalar saçılarak kelleler uçuruluyor!!
İnsanlık son nefesini vermek üzere...
Hangi barış? Hangi barışın günü? ''Barış Günü'' yılda bir kez olması gereken mi?
Ey gösteriş budalası dünya! Ey savaşmayı kahramanlık zanneden mahlukâtlar! Biraz olsun yüzünüz kızarsın!
Dün bir ilke imza atıp, yepyeni döngüsünün hazırlıkları içinde olan Doğa Ana'ya ilk günden bir ''Merhaba!'' demek istedik.
''Doğayla kucaklaşmak, bütünleşmek, yeşilden kızıla, kızıldan turuncuya, kahve tonlarına, sarıya ve nihayet sepyaya uzanacak o muhteşem döngünün ilk izlerini görmek, duyumsamak, iyi hissetmek gerek,'' dedik.
Bu yüzden akşam üzeri yürüyüş mesafemizi epeyce uzatıp, rotayı yakın köylerden birinin dar bir patikayla yokuş yukarı devam eden girişine çevirdik.
Dört bir yanımızın yalnızca kayalıklarla, ağaçlarla, çalılıklarla ve otlarla kaplı olduğu, teknolojiyle ilgili en ufak bir iz bulunmayan, insan elinin değmediği bir noktaya gelince durduk.
Öyle ki senaryosu ilk çağlara ait bir filmin rahatça çekilebileceği, kuş seslerinden başka hiçbir sesin algılanmadığı, huzur dolu, olabildiğince bakir bir noktaydı burası. Tertemiz havayla bütünleşen sessizlik eşliğinde sergilenen o muhteşem sunum başka iklimlere ve çağlara ışınlandığını hissettirecek kadar doyumsuzdu.
Şimdi bütünüyle ''ilk insan'' gibi hissetme zamanıydı. Bizi bir sürpriz bekliyordu:
Böğürtlenler çoktan olgunlaşmış. Kuşburnunu Kasım-Aralık'ta diye biliyorduk hepimiz, onlar da renklenmişler. Şaşırdık!
Doğru tahmin! Foraging yapmaya karar verdik ve daldan dala, çalıdan çalıya epey oyalandık oralarda.
Foraging'i bu yıl ciddiye alacağımı söylemiştim. Evet, 1 Eylül foraging başlangıç tarihim oldu aynı zamanda...
Üstelik okuyanları özendirme amaçlı, hem anlatmak hem ortalığı çektiğim fotoğraflarla donatmak niyetindeyim :)
Görsel afişe benzedi ama çok sevdim:)
Sonbahara ''Merhaba'' diyebildiğimiz kadar, BARIŞ için de yürekten bir ''Merhaba!'' diyebilseydik keşke!
Dün ''1 Eylül Barış Günü'' idi aynı zamanda. Ama bu tarih yalnızca ülkemiz ve yavru vatan KKTC için geçerli.
1 Eylül aslında Almanya'nın Polonya'yı işgal etmesiyle başlayan II. Dünya Savaşı'nın başlangıç tarihi. Biz bu tarihi baz almışız nedense. Vardır bir anlamı ya da açıklaması.
''Dünya Barış Günü'' dünyadaki diğer ülkeler tarafından
21 Eylül'de kutlanıyor(!) ve bu yüzden iki tarih karıştırılıyor.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'nın ikisini birden gören, 1942'de sürgünde olduğu Brezilya'da ''Artık güneşin doğmasını bekleyecek gücüm kalmadı'' diyerek ''kendisinin barışı bekleyemediğini'', ama geride kalanların ''beklemesi'' gerektiğini söyledikten sonra eşiyle birlikte intihar eden Stefan Zweig geliyor aklıma yine. Nefesim tıkanıyor...
Kapitalizm var olduğu sürece gitgide şiddetlenen savaşların akıl almaz vahşetlerle devam edeceği gerçeğinden başka bir şey yok elde kalan. En ilkel kabilelerin bile aklından geçmemiş zulümler, kıyımlar eşliğinde şehirlere durmaksızın bombalar yağıyor. Çocuklar katlediliyor!! Ağızlardan salyalar saçılarak kelleler uçuruluyor!!
İnsanlık son nefesini vermek üzere...
Hangi barış? Hangi barışın günü? ''Barış Günü'' yılda bir kez olması gereken mi?
Ey gösteriş budalası dünya! Ey savaşmayı kahramanlık zanneden mahlukâtlar! Biraz olsun yüzünüz kızarsın!
Karikatür: Firuz Kutal