12/11/2014

Atatürk, Dimitrina, La Vie Est Breve

1913 yılı Kasımı'nda Sofya'ya askeri ataşe olarak atanan Mustafa Kemal, Bulgar ordusunun ünlü generali, Savunma Bakanı Stylian Kovaçeva'nın 20 yaşındaki kızı Dimitrina Kovaçeva'yla (Miti) bir baloda karşılaşır.
Yabancı diplomatlar, İsviçre'de eğitim görmüş, üç dil bilen, piyano çalan ve dans pistlerinde paylaşılamayan güzel Miti’ye ''Balkan Gülü'' adını takmıştır. Mustafa Kemal baloda Miti’yi dansa kaldırır.
O gece Strauss’un ''Güzel Mavi Tuna'' valsi eşliğinde sabaha kadar dans ederler. Sofya'yı sarsacak aşk'ın ilk kıvılcımları başlamıştır.

Miti ve Mustafa Kemal sık sık görüşür, birlikte buz pateni yaparlar. Ancak, ilişkileri 1914 Sofyası’na esrarengiz, mutlu ve umutsuz bir aşk çıkmazı olarak damgasını vuracak, Bulgar sarayından gelen baskılar ve general baba Kovaçeva’nın ''kızının Osmanlı'daki yaşama uyum sağlayamayacağı'' gerekçesi yüzünden görüşmeleri sona erecektir. Mustafa Kemal İstanbul'a döner. Babası Miti’yi derhal bir mühendisle nişanlar. Fakat Sofya’nın en güzel kızı Dimitrina, son nefesine kadar Mustafa Kemal’i sevecektir.

Dimitrina’nın kızı Anna Deyanova, yıllar sonra yapılan bir röportajda yaşam boyu sıkıntı çektiklerini, sürgüne gönderildiklerini ifade etmiş, "Şimdi Dolmabahçe Sarayı'nda olmak vardı," diyerek sonu hüsranla biten aşk hikâyesini esprilerle yumuşattıklarını söylemiştir.

Sofya’ya yeni taşındığı günlerde henüz çevresi olmayan, Bulgaria Pastanesi'nde tek başına oturup etrafı tanımaya çalışan, mektuplar yazan, akşamları da operaya giden Mustafa Kemal, bir gün yine pastanede otururken, Türkçeye bizzat tercüme ettiği Fransız şair Leon Montenaeken'ın La vie est bréve adlı şiirini yaveri Salih Bozok'a yazdığı mektuba ekler:


La vie est bréve - Hayat kısacık.
Un pen de reve - Azıcık hayal,
Un oen d'amour – Azıcık aşk.
Et puis bonjour - Derken merhaba...
La vie est vaine - Hayat anlamsız.
Un pen de peine - Biraz ızdırap
Un pen d'espair - Ve umut yalnız
Et puis bonsoir - Derken Allahaısmarladık...


''Sofya'da hayat güzel geçiyordu.
Fransızcamı geliştirmiştim.
Ne de olsa davetli sürgün hayatı,
Diplomatik misyonların davetleri, ziyafetler, açılışlar, akşam yemekleri.

Memleketim için ne gerekiyorsa, buradan yapmaya çalışıyordum.
Arkadaşlarımla yazışmayı hiç aksatmadım.
Zaman, bizim zamanımızı bekliyordu.

Bir gün, Sofya'nın müzikli bir çay bahçesinde,
Birden yanı başıma bir Bulgar köylüsü geldi.
Garson, onunla ilgilenmekten hoşlanmadı.
Köylü: "Bulgaristan, benim çalışmamla yaşatılıyor,
Bulgaristan benim tüfeğimle korunuyor.
Verin çayımı pastamı, alın parasını," dedi.
Ben de köylüden yana çıktım.
"Benim de köylüm böyle olmalı," dedim.
"İşte böyle olmalı!"
Dimitrina, General Ratçov Patrov'un kızıydı.
Onunla sık sık beraber olmak durumundaydık.
Babası Bulgar müdafaa vekiliydi.
Davet eder, her seferinde gelirdim.
Kızıyla dans ederdik.
Ondan çok hoşlanırdım.
Konu dönüp dolaşıp siyasete gelince.
"Kadın erkek eşitliği" derdim, ''Dimitrina,
Seçim hakkı, seçilme hakkı, kadınların her türlü özgürlüğü olmalı."

Dimitrina da "Bu Avrupa'da bile yok ki Mustafa?
Türkiye'de ne zaman olur?"

"Çok yakında," derdim, "Dimitrina,
Hem de çok yakında...
Kadınlar, yeniden doğuracaklar kendilerini."